Terörizm ve teknoloji…

Princeton Üniversitesinin yaptığı bir araştırma, radikal İslami gelenekten gelen gençlerin yüzde 45’inin mühendislik alanında öğrenim gördüklerini ortaya koymaktadır. Bilimsel verilere dayalı rasyonalist bir eğitim almış bu gençlerin dogmalara inanan tam karşıtı radikal hareketlere katılmaları nasıl açıklanabilir?

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
6 Nisan 2016 Çarşamba

23 yaşında Filistinli bir genç; İsrail ordusunun ‘Mazlat’ adı verilen insansız hava araçları ve tankların radyo dalgalarının bilgisayarda görünmelerini engelleyebilen, özellikle muhtemel bir savaş sırasında halk hareketlerini izleyebilen bir program ile Ben Gurion hava alanından geçmeyi başardı. Ancak Gazze’de Eretz Geçiş Noktasında yakalanacağını düşünmedi.

Teknoloji alanında üstün yetenekleri olan bu gencin başarıları İslami Cihad’ın kurucusu Ramadan Shalah’a anlatılmış ve Tahran Üniversitesinde lisansüstü öğrenim görmesi için desteklenmesi istenmişti. Ramadan, takdir ile dinlemiş ancak ‘paramız yok’ diyerek öneriyi geri çevirmişti.

Radikal İslam hareketinde yer alan gençlerin büyük bir bölümünün teknoloji alanında çok başarılı olmaları dikkat çekici. Princeton Üniversitesinin yaptığı bir araştırma, bu gençlerin yüzde 45’inin mühendislik alanında öğrenim gördüklerini, yüzde 18’inin İslami bilimlerde ve yüzde 10’unun da tıp öğrenimi aldıklarını ortaya koymaktadır.

Yine aynı araştırma radikal İslami gelenekten gelen gençlerin yüzde 50’sinin üniversite mezunu, elektronik alanında yükseköğrenim gören gençlerin oranlarının Hamas’ta yüzde 20, İslami Cihat’ta ise yüzde 3 olduğunu ortaya koyuyor.

Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan el Benna daha kırklı yıllarda gençlere; “bağımsız olmak istiyorsanız mühendislik gibi teknik alanlarda öğrenim görün” öğüdünde bulunmuştu. Sonraki kuşakların bu tavsiyeye uyduğu görülüyor. Hamas’ın 2007 yılında kurduğu hükümet, dünyada tahsil düzeyi en yüksek olan hükümetlerden biriydi. Çoğunluğunu üniversite mezunları, önemli bir bölümünü de lisansüstü öğrenim görmüş veya doktora sahibi kimseler oluşturmaktaydı.

Peki, her şeyi cetvelle ölçüp bilimsel verilere dayalı rasyonalist bir eğitim almış kişilerin dogmalara inanan tam karşıtı radikal hareketlere katılmaları nasıl açıklanabilir?

Aldıkları yüksek eğitime rağmen iş bulmakta güçlük çeken bu gençlerin içine düştükleri sükûtu hayal ve umutsuzluğu bir neden olarak gösterebiliriz. Örneğin Belçika gibi insan haklarına saygılı olduğu bilinen bir ülkede bir işverenin Müslüman bir mühendisi kendi dininden birine tercih edeceğini sanmak oldukça saflık olur.

Ankara’da gerçekleştirilen terör eylemindeki canlı bombanın resmini gazetede gördüğümde aklımdan şu geçti? Yüzü, gözü düzgün bir genç kız!.. Oraya otobüse binmek veya sevgilisi ile buluşmak için gelmiş de olabilirdi. Peki, onu canlı bomba olmaya iten neydi, insan yaşamından daha değerli ne olabilirdi?

Bu sorun felsefi açıdan şu ikilemle açıklanabilir; kâinatın gerçek yasalarına ulaşamıyorsan ya septisizmi seçersin, ya da bilimsel doğrulardan vazgeçerek, diğer bir deyişle akılcılığı bir yana bırakıp gerçeğe ulaştığına inanırsın. İşte sosyal yaşantılarında ezilmiş bir kesim gençliğin köktendinci, bağnaz görüşlere sürüklenmelerinin, hatta her türlü insani değerleri alaşağı ederek fanatizme, terörizme yönelmelerinin nedenlerinden biri bu olsa gerek…

 Sosyal medyada okuduğum bir söz beni oldukça etkiledi: “Allah adına o kadar çok kötülük yapılıyor ki şeytana yapacak bir şey kalmıyor!”

 ‘Oysa dini inançta kesinlik aranması gerekmez. Belki yanılıyor olabiliriz, ancak kuşkular bireyi bir yere götürmez. Sadece mutsuz olmasına neden olur’ diye de düşünülebilir. Şöyle ki, Yahudi bir din adamının söylediği gibi; “ Her sabah tefilin takıyorum, günde üç defa dua okuyorum, ibadetimi yapıyorum, dini kurallara uyuyorum. Sorgulamıyorum, çünkü bu koşullarda yetiştim.”

Batı toplumlarında 18. yüzyılda gelişen ‘Aydınlanma Çağı’ akılcı düşünceyi, değişmez kabul edilen ön yargılardan ve ideolojilerden özgürleştirdi, insanlığı pozitif bilime yönlendirdi. Bu yönlendirme zamanla dini inançlarla bir uyum içinde bütünleşti.

Sorunların kaynağında yatan temel sebep, insanlığın belli bir kesiminin  ‘aydınlanma çağı’ deneyimini yaşamamış olması mıdır acaba?