Açılış

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
30 Mart 2016 Çarşamba

Sevgili Dostlar,

Café Filosofia’nın açılışına hoş geldiniz.

Size bu köşeden felsefelerin en iyisini sunabilmeyi isterdim ama bu café iyi felsefe sektöründe değil… Branşımız, doğru felsefe. Doğru felsefeyi ararken birlikte olabilirsek, bundan mutlu olacağım.

Bir şeyin iyi olup olmadığını söyleyebilmek için bir ölçüt (kıstas) var mıdır bilmiyorum ama doğru olup olmadığını söyleyebilmek için denenmiş, güvenebileceğimiz bir ölçüt var: Aklın kabul edeceği bir biçimde kanıtlanmış olması…

Rambam’a göre, doğruluğu kanıtlanmış bir kural, kimden geldiğine bakılmaksızın doğru olarak kabul edilmeliydi.*

Bu köşenin de, felsefe için başvuracağı ‘doğruluk’ kıstası, entelektüel ya da kutsal bir otoriteden gelmiş olması değil, aklın kabul edeceği bir biçimde kanıtlanmış olması olacak. Tabii ki zaman zaman büyük düşünce ustalarının görüşlerine yer verdiğimiz olacak ama bunları hiç bir zaman en yüksek otorite, son sözü söylemeye yetkili merci olarak ileri sürmeyeceğiz.

Amacım, aklınızın dışında hiç bir otorite kabul etmeyen, zekânızdan başka her şeyi sorgulayan bir köşe oluşturmak.

Rambam’ın yukarıdaki sözünün en doğal sonucu da şu: Yanlış olduğu kanıtlanmış bir kural, kimden gelmiş olduğuna bakılmaksızın yanlış olarak kabul edilmelidir.

Bu köşeye bir ‘köşe adı’ ararken aklıma gelenlerden bir tanesi de ‘Café Athens-Jerusalem’ oldu.

Athens, rasyonel düşünce ve bilimi; Jerusalem, etik ve inancı simgeliyor olacaktı; café metaforu ise, karnımızı doyurmak için değil de, keyif ve sohbet için ‘takıldığımız’ bir yerde bulunduğumuz fikrini çağrıştıracaktı.

Athens-Jerusalem’in amacı, ahlakla bilim arasında bir ‘diyalog’un mümkün olduğunu göstermek olacaktı.

Ne yazıktır ki, ahlak ile bilim, türümüze yakışan, akıllı ve mutlu bir varoluş yolu arayışımızda, birbirlerinin tamamlayıcısı iki ışık kaynağı olmaları gerekirken, birbirleriyle kısır çatışmalar içinde ışıklarını yitiren, birbirlerini alt etmekle -sonra da uzlaşmaya çalışmakla- enerji ve zaman kaybeden iki alakasız disiplin görüntüsü sergiliyorlar.

Oysa bilim ile ahlakın çatışma içinde olması için bir neden yok… Çünkü bilim bize içinde bulunduğumuz dünyanın nasıl bir şey olduğu sorusuna, ahlak ise, nasıl bir şey olması gerektiği sorusuna yanıt arıyor… Eğer kendimiz için daha iyi bir dünya yaratmak istiyorsak, önce nasıl bir dünyanın daha iyi olduğuna karar vermemiz gerekiyor: Bu ahlaki bir soru; sonra da elimizdeki malzemeden ‘o dünyayı’ nasıl çıkarabileceğimizi bulmamız gerekiyor: Bu da bilimsel bir soru.

Bilimle ahlak arasındaki çatışma, bilimin ahlaksız, ahlakın da bilimsiz olduğu zaman ortaya çıkıyor.

Felsefe ise sanki bu iki ‘düşman kardeş’ arasında, bir ‘tarafsız bölge’ gibi… Bir yandan, ahlak ve teoloji gibi doğruluğu henüz kanıtlanmamış konular üzerinde kuramlar üretebiliyor ama bunu yaparken de, bilimin yaptığı gibi, bu kuramlarını otoriteye değil, insan aklına dayandırmaya, dogmadan uzak kalmaya çalışıyor.

Bu düşüncelerin sonucu olarak, bir yanda ahlaki ve teolojik, diğer yanda da bilimsel konu ve dogmalardan bağımsız kalması için, köşeye Café Filosofia adını vermeyi uygun gördüm.

Değerli komşularımız Yunanlıların, düşünce dünyasına sayısız katkılarından bir tanesi de filosofia kavramıdır.

Bu zarif kavram, Yunanca ‘filo’ (dost) ve ‘sofia’ (bilgelik) sözcüklerinden türemişti ve doğal olarak ‘bilgelik dostluğu’ anlamını taşıyordu. Yaşam karşısında aklının güdümünde ve bilgece bir yol tutmayı seçen, sadece aklı ve deneyimi ile edindiği bilgilere güvenen, edindiği bilgilerin ışığında ve bunların verdiği güçle, mutlu ve dingin bir yaşam sürdürmeyi amaçlayan kişiye de ‘filozof’ deniyordu.

Bugün bu tanım unutulmuş olacak ki, felsefe mesleğinin profesyonel erbabı olan felsefecilere de filozof deniliyor.

Oysa felsefeci, her türlü felsefi akımı öğrenen (ve öğreten) kişidir. Bu öğretilerin kendi yaşamına entegre olması beklenmez. Ve genelde, öğrettiği başka, yaşadığı başkadır.

Filozofun ilgi odağı ise, felsefe değil yaşamdır. Hem bireysel hem de toplumsal yaşamı daha iyi yaşamanın yolunu bulmaya ve bu yolu başkalarına göstermeye çalışır. Felsefecinin aksine, öğrettiği gibi yaşaması -en azından bunu istemesi- beklenir.

Nasıl ki bir sanat tarihçisinin ya da eleştirmeninin sanatçı olması gerekmezse, bir felsefecinin de filozof olması gerekmez (ve tersi).

Café Filosofia’nın ilgi odağı yaşam… İç ve dış baskılardan arınmış, mutlu, dingin, özgürce bir yaşam… Eğer sizin de önceliğiniz bu ise, gelin yolunu birlikte keşfe çıkalım. 

(*Mişne Tora, Hilkhot Kidduş haHodeş 17:24)