Tiyatromuzun ‘Şahika’sı

Karanlıktan kaçarken ışığın içinde kör oluş... / Her reddediş çabasının itaat edilmesi gereken bir komuta dönüşmesi... / Her atılan adımın hemen ardından bunun sistem tarafından, sistemi işleten kurallardan biri haline getirilmesi... / Olup biteni şimdiki zamanda (ve gerçek zamanda) yöneten ve giderek tanıdık olan ve bir süre sonra da onlarsız hareket dahi edilemeyen komutlar, kodlar, simgeler... Sistemin dili.../ Maruz kalış... Öğreniş... Dönüşüm... / Korkunun, korkulan şeyin kendisinden çok daha korkunç olduğu gerçeği...

Erdoğan MİTRANİ Köşe Yazısı
2 Mart 2016 Çarşamba

İstanbul’da tiyatronun hasını, ara sokaklarda oluşturdukları mekânlarda, günümüzün ilerici tiyatro anlayışından da öte, geleceğin tiyatrosunu yapan, kendilerine yakıştırılmış ‘alternatif’ sıfatını, tiyatrodaki statükoculuğun, geçen yüzyıllardan kalma oyunculuk ve güldürü anlayışının karşıtı olarak madalya gibi taşıyan gençlerin yaptığını defalarca belirtmişliğim vardır. Bu gençlerin inanılmaz oyunculukları beni şaşırtmaya devam ediyor. Çoğunun eğitim geçmişini araştırdığımda da karşıma hep Şahika Tekand çıkıyor.

1959’da doğan Şahika Tekand, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü Tiyatro Anasanat Dalı Oyunculuk Bölümünden mezun olmuş, aynı dalda doktora yapmış. 1984’te tiyatro ve sinema oyunculuğuna başlayan, üniversitede oyunculuk dersleri veren Tekand, 1988’de Studio adında bir oyunculuk stüdyosu kurmuş. 1990’da eşi Esat Tekand’la birlikte adını Studio Oyuncuları olarak değiştirdikleri bu toplulukta, bugüne dek kendi yazdığı yedi oyun dâhil olmak üzere, oynadığı ve yönettiği çok sayıda oyun ve performans sergilemiş. Gösteri sanatlarında, özellikle de oyunculuk sanatında ‘çağdaş olan’ın araştırılması ve uygulanması ilkesiyle yola çıkan topluluk, yurtiçi ve yurtdışında pek çok uluslararası festivale davet edilmiş, Avrupa’nın en dikkat çeken tiyatrolarının arasına girmiş.

Tekand’ın yazarlık, oyunculuk ve yönetmenlik dışında çok önemli bir yeteneği daha var; eğitmenlik. 20 yıllık çalışma sonucunda geliştirdiği, ‘Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yöntemi’ adını verdiği sistemle çok sayıda oyuncu yetiştirmiş. Tekand, hâlen, Studio Oyuncuları’nda oyuncu ve yönetmen yetiştirmenin yanı sıra üniversitelerde dersler vermekte.

2010’da İBBŞT’de Beckett’in ‘Play / Oyun’unun olağanüstü yorumuyla bir mucize yaratmış olan Tekand, bu oyunla ilgili bir söyleşide yöntemini şöyle anlatmış: “Stüdyoda yaptığım çalışmalar sonucu vardığım bir yöntem... Aslında çok basit bir şey, tiyatronun zaten özünde var olan oyun kavramı üzerine gelişiyor. En geleneksel metni bile elime aldığımda ‘bu bir çocuk oyunu, kumar oyunu, kare bulmaca olsa nasıl olurdu’ diye düşünüyorum, sonra bu fikrin üstüne teatral olanı yerleştiriyorum. Tabii burada oyunculara şöyle bir görev düşüyor, hem oyun oynayan yani kare bulmacayı çözen ya da onun parçası olan insana dönüşüyor, hem aktör olarak sahnede bulunuyor, hem de sahneye getirdiğim riskler gerçek olduğu için insan olarak aynı anda bütün koşullara maruz kalmış oluyorlar. Bu da çok inandırıcı bir süreç yaratıyor. Bu da demek oluyor ki oyuncular sahnede bir sürü zorluk yaşıyor ve hepsi o anda, sahne üstünde gelişiyor.”

Studio Oyuncuları 2014’de, 19.İstanbul Tiyatro Festivali’nin kapanış gösterisi olarak, Tekand’ın performatif oyunculuk yöntemine yönelik araştırmalarının başlarında yazıp yöneterek sahnelediği, ‘Gergedanlaşma’ adlı oyunun, ‘Gergedanlaşma 2.014’ adıyla yeniden ele aldığı, aradan geçen 25 yıl boyunca yöntemin kendisi gibi gelişerek evrilmiş nefes kesici yorumuyla, yıllardır kendime sorduğum, “Bir başına bir kadın, nasıl böyle olağanüstü bir tiyatro eğitimi vererek bu kadar çok sayıda üst düzey oyuncu yetiştirebiliyor?” sorusunu bir bakıma cevaplamış oluyordu. ‘Nasıl’ını öğrenmemiş olsam da, yöntemiyle neler yapılacağını görmüş oldum.

Bu tiyatro mevsiminde Studio Oyuncuları her pazartesi, Şahika Tekand’ın 2008’de yazarak dekor, kostüm, ışık ve ses konseptiyle tasarımını üstlendiği ‘Karanlık Korkusu’nu yeniden sahneliyor. Yazar – yönetmeninin notları, bu performatif çalışmayı o kadar iyi anlatıyor ki, sözü yeniden Şahika Tekand’a bırakmak en iyisi:

“Karanlık Korkusu, çağdaş insanın, sistemi işleten bir oyun taşına dönüşmesini, oyuncuların gerçek zamanda maruz kaldıkları oyun kuralları ile şekillenen eğlenceli ama bir o kadar da zorlayıcı bir sahne aksiyonu içinde varolma mücadelesi verdikleri ve oyun alanının adeta bir simülasyon odasına dönüştüğü bir sahneleme düzeni içinde ifade eder. Oynanan oyunun ve kurallarının, gerçek zamanda öğrenilmesi süreci hem oyuncu hem de seyirci için eşzamanlı bir deneyim gerçekleştirir. Oyunun özgün müziği, sahne aksiyonunun oluşum sürecine bağlı olarak kompoze edilmiş olmasına karşın, performans sırasında sahne aksiyonunu manipüle eder ve sahne aksiyonunun bizatihi kendisinin şimdiki zamandaki en temel varlık koşullarından biri haline gelir. (Oyunda kullanılan müzik örnekleri Zeynep Gedizlioğlu bestelerinden alınmış.)

Beş rol kişisi (Şahika Tekand, Cem Bender, Ahmet Sarıcan, Arda Kurşunoğlu, Selen Kartay) aynı koşullarda farklı tepkiler vererek varolmaya çalışırlar.

Beş oyun kişisinin monologları belli bir matris düzeninde iç içe geçer.

Bu beş monoloğu hem simultane hem de süperpoze (hem yan yana hem de üst üste) varedecek şekilde örülmüş konuşma örgüsü, sistem içindeki çağdaş kentli insanı ifade eden bir tek ana karakterin monologunu oluşturur.

Karanlık Korkusu, en doğal insan hareket ve tepkilerinden en soyut sonuca varmayı hedefleyen bir sahneleme düzeni içinde gerçekleşir.

Sonuç, grafik ışık tasarımından müzik kullanımına, oyuncuların kusursuz diksiyonlarından beden dillerine nefes kesici! Anlatılması mümkün değil; görülmesi şart. Her pazartesi 21.00’de; Valikonağı Cad., Fulya’ya doğru inerken, önce solda köşesinde Yapı Kredi olan beşinci sokaktan sola, sonra da ilk sağa Akkirmanlı Sokağa saptığınızda 30/38 numarada.

Studio Oyuncuları’yla ilgili iki haberim daha var. Birincisi bu yıl 20. yılını kutlayacağımız Uluslararası Tiyatro Festivalini Beckett’den ‘Godot’yu Beklerken’le açacağız. Tabii ki Şahika Tekand’ın imbiğinden geçmiş hâliyle. İkincisiyse Tekand’ın gelecek sezonda, Beckett’in Play /Oyun’unu kendi mekânında yeniden ele alacağı. İBBŞT’deki üç katlı dâhiyane çözümü 15 oyuncuyla kendi sahnesine nasıl uyarlayacağını merakla bekliyorum.

İki küçük mücevher

Çok sayıda başarılı ve etkileyici prodüksiyonun arasında, seyirciye iki farklı dünyanın kapısını açan 50’şer dakikalık iki oyun, sevimlilikleri ve özgünlükleriyle iki küçük mücevher gibi parıldıyor. Kum Havuzu, çocuk dünyasına derinlemesine dalarken, Bunu Ben de Yaparım güncel sanatla tatlı tatlı dalga geçiyor.

Michal Walczak’dan

‘Kum Havuzu’

Michal Walczak, insan varoluşunun iletişim kodlarını incelerken, çağdaş kadın-erkeğin yaşadığı iletişim eksikliğinin, toplumsal normların, rollerin, kalıpların, cinsiyet ayrımlarının altını mizahi bir dille çiziyor ve dünyanın her yerinde, her döneminde var olmuş, herhangi bir dine, ırka, mekâna ve zamana ait olmayan masum bir aşk hikâyesi anlatıyor.

Galata Perform’da, Michal Walczak’ın ‘Kum Havuzu’ adlı oyunu sahneleniyor. Oğlan ve Kız Kum Havuzunda karşılaşıyor. Kendini Batman öyküleriyle anlatmaya çalışan Oğlanla, hep Barbie’ye benzeyen bebeğiyle dolaşan Kız giderek birbirlerine açılarak dost oluyorlar. Bu dostluk sıcak bir sevgiye dönüşecek, çocukların farkında bile olmadan yaşadıkları bu ilk aşkın peşinden ilk ayrılık da gelecektir.

Enginay Gültekin, Walczak’ın nefis metnini yönetirken, Oğlanla Kızı yorumlayan Emre Yetim ve Irmak Ecem Aydemir’in ustalığına yaslanan sade bir sahneleme yeğliyor. Yetim ve Aydemir’in, çocukluğun masumiyetini, saflığını ve naifliğini en ince ayrıntılarına kadar veren samimi ve doğal oyunculukları çok başarılı.

Keyifli, eğlenceli ve çok da ciddi bir çalışma. İzlenmeli.

Nick Hornby’den

‘Bunu Ben De Yaparım!’

Bana kimse ne olduğunu anlatmadı. Bana kimse benim gibi birine neden ihtiyaçları olduğunu anlatmadı… 

Bir gece kulübünde güvenlik görevlisi olan Dave, 38 yaşında, evli ve iki çocuk babası. Pek öyle eğitimli biri de değil. Onu seven karısı Lisa’nın da desteğiyle bir sanat galerisinde çalışmaya başlıyor.

Galerinin arka tarafında perdeyle ayrılmış bölümde perdenin önünde bir yazı var: Dikkat! Bu odadaki sergi sert içeriklidir. Rahatsız olabileceğinizi düşünüyorsanız lütfen girmeyin. 18 yaşından küçükler zaten giremez.”

Dave’in görevi bu odadaki ‘farklı’ şekilde oluşturulmuş bir İsa resmini korumak. Sanatın ‘S’sinden habersiz bu adam, giderek sanatla kişisel ilişki kurmaya başlayarak resmi karısına, medyaya ve dindar fanatiklere karşı korumak zorunda kalacaktır.

1957 doğumlu İngiliz öykü, roman ve senaryo yazarı Nick Hornby’nin 2002’de yazmış olduğu ‘Nipple Jesus’, güncel sanat dünyasının çıkarcılığını, modern sanata kişisel bakış açılarımızı eğlenceli şekilde inceleyen, hangi yapıtın sanat eseri sayılacağına kimin karar vereceğini sorgulayan bir kısa öykü. Melisa Kesmez ve Serkan Salihoğlu’nun çevirdiği, Kesmez’in dramaturgisini, Salihoğlu’nun yönetmenliğini yüklendiği öykü, tiyatroda hikâye anlatıcılığının parlak bir örneğine dönüşmüş. Tabiî ki buna İbrahim Selim’in kusursuz oyunculuğunun katkısı var.

Kaçırmayın. 2, 3, 4, 5, 10, 11, 18, 19, 25, 26 Mart 21.00’de ve 20, 27 Mart 17.00’de DOT KANYON’da

NOT: İki hafta önce mutlaka görülmeli dediğim, ancak mart programı henüz belli olmayan ‘Macbeth / İki kişilk Kâbus’, 11 - 12 Mart 20.30’da ve 13 Mart Pazar 15.30’da Sahne Kadir Has’da. Rezervasyon, 0533 436 97 07.  Hepinize iyi seyirler.