Endişeli günler…

Terör saldırıları, operasyonlar, hava harekâtları, her gün gelmeye devam eden şehit haberleri ve son olarak Ankara’da 29 kişinin yaşamını yitirdiği başkentimize düzenlenen ikinci hain saldırı… Ankara’mız bir Beyrut veya Şam değildir ve olmamalıdır.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
24 Şubat 2016 Çarşamba

Financial Times; “Türkiye gerçek bir savaşa doğru gidiyor” diye yazdı. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, YPG’ye yönelik top atışları sonrası gündeme gelen bir soruya, Türkiye’nin sınırda güvenlik riski yaşamak istemediğini belirterek; “Tedbirleri alıyoruz diye kimse savaşa girdiğimizi düşünmesin. Savaşa sürüklenmeyelim diye atılan adımlardır bunlar. İnsani yardım koridorunun korunması içindir” şeklinde yanıt verdi.

Hükümet yetkilileri de paniğe kapılmanın yersizliği konusunda uyarılarda bulundular ve ‘angajman kuralları’ çerçevesinde hareket edildiğinden söz ettiler. Daha evvelce de Rus uçağı angajman kuralları doğrultusunda düşürülmüştü.

Sık sık dile getirilen ‘angajman kuralları’ uluslararası hukukta, gerilim ve çatışmaların savaşa dönüşebilme ihtimalinin belirmesi ile birlikte ortaya çıkmıştır. Amacı bir ülkenin başka bir ülkenin hava sahasını ihlal etmesi veya ülke topraklarında oluşacak bir tehdit durumunda, verilecek askeri tepkinin şartlarını belirlemek ve kuvvet kullanımını engellemektir.

Savaş öncesinde 23 milyon olan Suriye’den nüfusunun on milyona yakınının göç ettiği ileri sürülüyor. Dikkat çekici olan husus iç savaş nedeni ile yüzde 80’lik Sünni nüfusun yüzde 60’lara düşmüş olması. Ülkede etnik bir katliamın yaşandığı ortadadır. Türkiye’nin bu demografik durumla ortaya çıkan değişim karşısında ve diğer güvenlik nedenleri ile Batının vurdumduymazlığına karşı daha etkin adımlar atması doğaldır. Ancak tüm diplomatik yolların sonuna kadar zorlanması gerektiği ve bu gerekliliğin de salt angajman kuralları çerçevesinde çözümlenemeyeceği açıktır… Güvenlik kaygılarının demokratik ilkelerin önüne geçmemesi, hele hele askeri yönde bir tırmandırmaya yol açmaması dileğimizdir.

Terör saldırıları, operasyonlar, hava harekâtları, her gün gelmeye devam eden şehit haberleri ve son olarak Ankara’da 29 kişinin yaşamını yitirdiği başkentimize düzenlenen ikinci hain saldırı…

Ahmet Ümit’in attığı tweet mesajında belirttiği gibi; “Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeydi Türkiye, şimdi bir kan gölüne döndü…” Her ne kadar Batı’nın pek çok merkezinde benzer saldırılar gerçekleşmekte ise de ülkemizi Ortadoğu bataklığına çekme girişimlerinin varlığı yadsınamaz. Bu yönde bir algının yaratılmasına olanak tanınması dahi elim sonuçlar doğurabilir. Ankara’mız bir Beyrut veya Şam değildir ve olmamalıdır. 

***

İsrail’in 2000-2007 yılları arasında görev yapan 8. Devlet Başkanı Moshe Katsav cinsel taciz suçundan 22 Mart 2011 tarihinde yedi yıl hapse mahkûm oldu. Halen Ramle şehrinde Ma’asiyahu Hapishanesinde cezasını çekmekte.

Gazetemizin Kültür Sayfası Editörü Nelly Barokas, Katsav Turizm Bakanı iken, Türkiye ziyaretinde onunla yaptığı söyleşiden sonra birlikte resim çektirmiş, Devlet Başkanı olarak bir kez daha Türkiye’yi ziyarete geldiğinde, yıllar sonra, kendisine o fotoğrafı imzalatmıştı. Salonumuzun bir köşesinde çerçeveletilmiş olarak durur. Bazı dostların uyarıları doğrultusunda bir çekmeceye atmaya elimiz varmadı.

Dinci Sefarad Shas Partisi lideri Aryeh Deri, İç İşleri Bakanlığı sırasında 150 bin dolar rüşvet aldığı suçlaması ile hüküm yedi ve o da Ma’asiyahu Hapishanesinde 22 ay yattı. Deri, 2011 yılında yeniden politik yaşamına geri döndü ve 2015 Knesset seçimlerini kazandı.  2016’nın Ocak ayında İç İşleri Bakanlığına getirildi. Rüşvetten mahkûm olan bir kimsenin yeniden aynı bakanlığa getirilmesi tabi ki koalisyon hükümeti içinde bile yoğun eleştiriler ile karşılaştı.

Geçtiğimiz hafta ise İsrail tarihinde ilk kez bir başbakan, Ehud Olmert hapse girdi. Hapishane yine Ma’asiyahu. Demek ünlüler orada ağırlanıyor. Olmert, başbakanlık döneminden önce, Kudüs Belediye Başkanlığı sırasında, ‘Holyland’ skandalında, yolsuzluk ve mahkeme önünde yalan söylemek suçlarından, altı yıl süren yargı sürecinin sonunda, 19 ay hapse mahkûm oldu.

Ehud Olmert, İsrail’in 12.başbakanı olarak görev yaptığı dönemde, Ankara’yı ziyaret etmiş, Recep Tayyip Erdoğan ile uzun süreli bir görüşme yapmış ve bu görüşmeden kısa bir süre sonra İsrail Gazze’ye karşı askeri bir hareket gerçekleştirmişti. Tayyip Erdoğan, “Türkiye’ye karşı saygısızlık” olarak kınadığı bu durumu hiçbir zaman unutmamış ve sık sık dile getirmiştir.

Eski Başbakanlardan Yitzhak Rabin’in, 1968-73 yılları arasında Washington elçiliği sırasında, eşi Leah Rabin’in banka hesabına, o dönem için geçerli kanunlara göre yetkili makamlardan izin almaksızın, 100 ABD doları yatırılmış olmasının Haaretz Gazetesi muhabiri Dan Margalit tarafından ortaya çıkarılması üzerine, 1977 senesinde İşçi Partisi lideri, başbakan adaylığından istifa etmişti. Bu olay gerçek bir devlet adamının sorumluluğunun anlaşılması açısından çarpıcı bir örnektir.

İsrail’de yukarıda sıraladığım yolsuzluk, cinsel taciz gibi suçlardan mahkûm olmuş pek çok devlet adamı veya yüksek dereceli bürokrat mevcuttur. Bunların makamları ne olursa olsun yargı önüne çıkarılmaları, olayların ört bas edilmeye çalışılmaması demokrasi kültürü adına bir artıdır. Ancak gönül isterdi ki, dünyanın neresinde olursa olsun, bu tür yüz kızartıcı suçlar hiç işlenmesin.

***

Maçka Teknik Üniversitesi Kampüsünün otopark girişinde küçük, yeşil bir park alanı yer alır. Genelde üniversite öğrencilerinin özellikle bahar aylarında çimenlerde veya banklarda oturarak zaman geçirdikleri sevimli bir mekândır burası. Hafta sonu geçerken iş makinelerinin parkı talan ettiklerini, 8-10 adet asırlık ağaçların sökülmek üzere olduğunu, bir avuç gencin ise direndiklerini gördüm.

Türkiye’de bu ara her gün yeni acılar yaşanırken, şehit haberleri gelmeye devam ederken, kıyıda köşede kalmış ufacık yeşil bir alanın esamesi mi okunur diyeceksiniz.