Gazoz içenin kafası çalışır

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
10 Şubat 2016 Çarşamba

Küçücük bir Ege çocuğu. İlkokulu iftiharla bitirmiş. Öğretilenleri sonuna kadar titizce uygulamaya çalışıyor. İftarlık Gazoz’daki ana karakter Adem’den bahsediyorum. Etki altında kalmaya ne kadar hazır yaşlar düşünecek olursak. Hayatı yaşama ile ilgili ne görürsek bilinçaltımıza işlediğimiz yıllar.  Dindarlıktan bağımsız bir şey… Örneğin kimden öğrendim bile hatırlamıyorum, ama ekmek çöpe atacaksam öpüp alnıma değdiririm. Günah olduğunu o yıllarda çakmışlar beynime. Tütün işçisi anne babanın sevgisi ile büyüyen, bir yere ait olma isteği ile biraz sol görüşlü abilere yanaşan, biraz da kıvır saçlı güzel kıza hoş görünmek için dine niyetlenen pırıl pırıl bir beyin. Hepimizin yolunun çizildiği yıllar. Dayatmalar, özenmeler ve hayal kırıklıklarının en çok kana işlediği yaşlar.

Filmde, din kurallarını yorumlayan çeşitli tiplemeler var. Her dinde olan bitenin bir aynası bana kalırsa. Öncelikle, felsefeyi tam hazmetmiş, gösterişe kaçmadan göze batmadan dindar olanlar var. İkinci olarak, dini uygulamaları biraz meşakkatli bulan, ancak sosyal kabul gereği uyguluyor gibi yapan, etrafa saygısızlık yapmadan çaktırmadan dinle alakasını aza indirgemiş tipler var. (Filmdeki gazozcu Cibar gibi) Bir de, dindarlığın yayılmacılık görevini üstlenmiş, erdemli hayatı reklam eden ve hoş göstermek sureti ile destekleyenler var. Yaşamlarını örnek olarak ortaya sunup dine ilgi çekmeye çalışanlar. Bu üç tiplemeye de saygı duyuyorum.

Garipsediğim ve kızdığım dördüncü bir tipleme var. Filmdeki bigudili kızgın kadının simgelediği sözde ahlak kumkuması. En iffetli olduğunu avaz avaz beyan edebilmek için etrafını azarlayan, herkesi hizaya çekme arzusu ile kendi doğrusunu öven tipleme.  Bu tür insandan çok çekiniyorum. Zira içlerindeki adam etme dürtüsü ve ‘öyle değil böyle olun’ tarzı kabadayılığın ardında kendi yanlışlarını ört bas etme çabası seziyorum. Aslında bu tür fazla yüksek sesle yapılan iffet beyanları, sadece dinde değil,  ticarette de siyasette de bana şüpheli geliyor. Üste çıkma çabası, altta gizlenenler ile ilgili referans oluşturuyor.

Filmi beğendim, zira insanlara avaz avaz bir şekil sunmuyor. Bazı eleştirilerde dendiği gibi İslam’ı hizaya sokma emeli yok. Zaten, karşındakini nasıl bilirsin? Olsa olsa kendin gibi… Filmdeki kurgusal bir tesadüf var. Çocuk, orucunu top sesini duymaya bir dakika kala bozuyor, dolayısı ile dini sadece şekilsel görenlere göre 61 gün ceza orucu tutması gerekecek. Bana kalsa yaptığı kadarı yeter derdim. Ancak aynı gün içinde bir de sevdiği solcu abi güpegündüz öldürülünce, dine olan olumlu yaklaşımı örseleniyor. Ve yıllar sonra demokratik haklar adına sesini duyurmak için giriştiği açlık grevinin 61. gününde hayata veda ediyor. Yüksel Aksu, kurgusal bir tesadüf koyarak gencecik pırıl pırıl pek çok gencin hayatlarının çoğunu çelişkilerle geçirdiğine değinmek istemiş bana kalırsa… Politik bir kaygı gütmeden…

Sonuç olarak, her verileni yutmaya hazır çocuklara kendi doğrularımızı güdümlemeden, toplumdaki her kesimi kendi hizamıza sokmaya çalışmadan, bir film izleyince bile hakarete uğramış hissetmeden yaşamak için daha çok fırın ekmek yememiz lazım…