Büyük haladan intikal

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
10 Şubat 2016 Çarşamba

Ellerim ayaklarım buz gibi. Hırkamın üstünde annemin halasından ‘intikal’ eden küçük moher bir şal var. Sıcacık tutuyor. Böyle aksesuarlara bayılırım. Şimdi istesek de ne benzer yün var ne de işleyecek insan. Büyük hala şalları tığla örer, sonra da yeğenlerine ve yakın akrabalara hediye edermiş. Kullanılmadan saklama alışkanlığı sayesinde miras yoluyla bana kadar geldi.

Gerçi hep böyle çift kat giyinmem. Ama geçen hafta yataktan kalkar kalkmaz hapşırmaya başlayınca hemen ilk önlemimi aldım. Önce kahvaltı, ardından limon suyuyla bir çay kaşığı tuzu karıştırıp gargara yaptım. Bu karışım aslında bir antiseptik. Soğuk algınlığının henüz başındaysanız işe yarıyor. Nezleden başka bir semptomum olmamasına rağmen yatma gereğini hissettim. İki gün sonra öksürmeye başlayınca, soluğu aile doktorumuzun yanında aldım. Sonuç, hala dinlenmeli ve antibiyotiğe başlamalıydım. İnadına hafta sonu programımız dolu mu dolu. Eşimi Cumartesi gecesi tiyatroya gitmesi için zor ikna ettim. Ben de kaloriferin yanındaki koltuğa oturup, geçen yazımda bahsettiğim, Golden Age’lilerin yaşam öykülerini anlatan, ‘Altın Değerinde Hikayeler’i okumaya başladım. Kitabı kaleme alan Sima Tovi’yi ve redaksiyonu yapan Renata Aluf Medina’yı gönülden kutlarım. Öylesine akıcı bir dille yazılmış ki, bitmesini istemiyorsunuz. Tabii hepsinden önemlisi öykülerin birer sözlü tarih olması. Bir yerden sonra gözlerim kapanmağa başladı. Eskiden yatmak için çocukların eve dönmesini beklerdik. Şimdi ergenler birbirini bekliyor. Ne yapalım genlerimizde mazoşizm var. O gece hastalık mazeretimi kullanarak kimseyi beklemeden uyudum.

***

Pazartesi sabahı tedbirli giyinip çıktım. Yoldan geçen bir arabaya binip toplantının bulunduğu mekana gittim. Otururken iyiydi de sokakta yürümeğe başladığımda kendimi lodosa tutulmuş gibi hissettim. En doğrusu güneşli havayı başka zamana bırakıp, taksiye binmekti. Şansıma yollar açıktı. Birden şoför, ‘Siz köşede inseniz de, ben buradan sapsam...’deyince, sinirlenmeden inmeyi yeğledim. Yürüyüş mesafesiyle eve on dakika yolum vardı.

Ağır adımlarla, arada bir de vitrinlere göz atarak yürüyordum. Aniden önümde bir genç kız belirdi. Eli yüzü düzgün, kıvırcık saçlı, temiz pak bir kız.’Merak etmeyin anket yapmıyorum. Kısa bir bilgilendirme verip, on dakika içinde hayatınızdan tümüyle yok olacağım’ dedi. Bu cümle nedense Andy Warhol’ün, ‘Herkes bir gün, bir dakikalığına meşhur olacaktır’ı çağrıştırdı.

Kız, şehrin sayılı üniversitelerinin birinde, üçüncü sınıf sosyoloji öğrencisiymiş. Bursuna katkı payı olarak, Bedensel Engelliler Derneği’nin İzmir baskılı gazetesini satıyordu, Sattığı her gazetenin gelirinin bir kısmı engellilere, bir kısmı da kendisine kalıyordu. Özgüvenine, sunumuna hayran kaldım. ‘Gazetenin fiyatı ne?’ diye sordum. ‘Nasıl uygun görürseniz’ yanıtını aldım. Cüzdanımdan sanki ayrılmış gibi duran parayı çıkarıp verdim. Kız teşekkür edip, gitti.

O yoluna, ben de kendi yoluma. On dakikada hayatımdan çıkıp gitti.

Not: Aldığım gazeteyi baştan sona okudum. Son derece düzgün ve öğretici bir yayın organıydı.