Çiçek Dilligil ve Bora Öztoprak ile buram buram aşk ve sanat

Çiçek Dilligil ve Bora Öztoprak çifti 20 yıllık bir sevda masalının kahramanı.

Lili BARDAVİT Yaşam
10 Şubat 2016 Çarşamba

"işte bir sabah erken, masal böyle başlamış

Delikanlı genç kıza, iskelede rastlamış

Bakışmışlar göz göze, gören kimse olmamış

Fakat denizde dalga, oynamaya başlamış

Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde

Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi’nde

Delikanlı yaklaşmış, ne kadar güzelsiniz

Güzel kız uzaklaşmış, fakat siz de kimsiniz?

Ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim

Ellerimi sürmeden, gözlerimle seveyim"

Evet, İlham Gencer'in 60'lı yıllardan kalan nostaljik bir aşk şarkısı bu. Saf, tertemiz, kalpten kalbe akan bir aşk.

Bu nazar boncukluk çiftle sohbet etmek içimde bu şarkıyı uyandırdı.

20 yıllık bir sevda masalının kahramanı onlar.

Birinin her yarım cümlesini diğeri tamamladı.

Sevgili Çiçek Dilligil ve Bora Öztoprak çifti tüm röportaj boyunca farkındalar mı bilmem ama ya el ele tutuştular ya gözleriyle konuştular. "Onun dışında kimsenin yanında ben, gerçek ben olamam" diyen kadına cevap; "Mecburiyetim olduğu için değil önceliğim olduğu için karım" diyen adamdan geldi. "Emek" diye haykırdı ikisi de; hem iş hayatı için hem özel hayat için. Birbirlerinin değerinin de kendi kıymetlerinin de farkındalar. Lise son sınıfta okuyan oğulları Ardahan'la beraber kaya gibi sağlam bir çekirdek aileye sahipler. Hayata, aşka, işe, aileye ve topluma dair her şeyi konuştuk. Masanın karşı tarafından burnuma buram buram aşk kokusu geldi. Sevgililer Günü haftasında sıcacık sevgilerini, güncel düşüncelerini, iş hayatlarını bizlerle paylaştıkları için teşekkür ederim.

Neler yapıyorsunuz genel olarak, nasıl geçiyor günler, projeler?

Çiçek: Ethel Mulinas’ın Yolculuğum adlı oyununu sahneye koyduk. Kendi hikâyesi tabii ki ama bunu yazmak ve hazırlamak yazdan beri zamanımızı aldı. Bir oyun ancak sahneye konulunca doğum gerçekleşmiş oluyor, ona emek vermeye devam ediyoruz. Ben yönetmenim, yönettim artık geri çekileyim diye bir durum olmuyor tabii ki.

Nasıl kesişti Ethel’le yolunuz?

Çiçek: Çok eski bir arkadaşım kendisi, sektörden tanışırız tabii ki. Sonra bu oyunu sahneye koymayı bana teklif etti ve derken işe koyulduk. Ferit Koen de bize dâhil olunca Tiyatro Spot’ta Atölye Spot Oyunculuk Atölyesini kurduk. Oranın genel sanat yönetmenliğini yapıyorum. 17 yaşından itibaren oyunculuk yapmak isteyen herkese kapımızı açtık. Haftada üç günlük bir çalışma yapıyoruz.

Neler öğreniyor gelenler bu atölyede? Çalışan insanlar da başvurabiliyor mu?

Çiçek: Tabii ki, derslerimiz iş çıkış saatlerinde olduğu için öğrencilere de çalışan kesime de hitap edebiliyoruz. İki gün temel oyunculuk dersi, diğer gün de görüntü yönetmenliği, makyaj, ses, senaryo yani bir sete girince öğrenilmesi gereken her şeyi içeren bir dersimiz var. Sağlam bir kadromuz var, 12-13 öğretmenimiz ve 7 aylık bir sürecimiz var. 

Ayda bir ben derse giriyorum, onun dışında hocaların ve derslerin koordinasyonunu yürütüyorum.

Müjdat Gezen Sanat Merkezinde de çalışmalarınız var sanırım?

Çiçek: Evet, o benim artık çocuğum gibi oldu; Aktör Stüdyo. Hem bölüm başkanlığını yapıyorum, hem ders veriyorum hem de sene sonunda sahnelenen müzikal oyunu yönetiyorum. Orada da son üç senedir Bora'yla beraber çalışıyoruz.

Bora: 12 senenin 8 senesi başka birileriyle çalışıldı ve sonunda hep bir “İmdat Bora” diye feryatlar yükselince ben de işin içine girdim. Artık birlikte çalışıyoruz. MSM bizim için çok özel bir okul ve aktif olarak devam ediyoruz. Bu sene sonu ‘Lüküs Hayat’ı sahneye koyacağız.

Televizyon aldatıcı tabii, ben sizleri ekranda görmeyince acaba neler yapıyorlar diye düşünürken sizin başınızı kaşıyacak vaktiniz yokmuş meğer...

Çiçek: Aynen öyle, 4 senedir de Afife Jale Jüri Üyeliğini yapıyorum. Senede 110 oyun izlemek durumundayım. Şu an 76 oyun oldu, daha yolum var yani. Onun dışında da Eyüboğlu Kolejinde tiyatro kulübünde liselilerle çalışıyorum. 8 yıldır oyun sahneliyoruz ve çok mutlu olduğum bir okuldayım.

Bora Bey, ya siz? Siz neler yapıyorsunuz?

Bora: Geçen yaz bir single yaptım, klibi yayınlandı tabii. O ara iki şarkı daha yaptım kısa bir zaman sonra gündeme gelecek. Demin bahsettiğim gibi MSM’de vokal koçluğu ve hocalık yapıyorum. Sene sonu oyunumuz var, çocukları çalıştırıyorum, stüdyo ve kayıtlarını yapıyorum. Yolculuğum oyununun müziklerini de yaptım. Haftada bir Caddebostan Hayal Kahvesi’nde sahne alıyorum, doludizgin şarkı söylüyorum. Bir de iki haftada bir Emre Kınay’la aynı sahneyi paylaşıyoruz ve Sezen Aksu gecesi düzenliyoruz. Nisan ayında turneye de çıkıyoruz.

90’lı yıllarda aşkı anlatan sayılı şarkıcılardan birisiniz, o zaman duygular da mı bir farklıydı, şimdi akılda kalan tek bir şarkı yok, hele yeni şarkıcılar desek, hemen hemen hepsi sabun köpüğü bence?

Bora: Duygusu olan, bir derdi olan insanın sanat yaptığı bir devir vardı. Anlatacak hikâyenin olması lazım ama bu duygular artık ürün olarak dile getirildiğinde ve alıcısına ulaştırılamadığında artık bunun adı sanatçılık değil, tüccarlık. Elbette pop müzikle uğraşan herkesin biraz ticaretle bağı olur bunu reddetmiyorum ama bizim ilk çıktığımız zamanlarda yüzde elli duygular, yüzde elli ticaret vardı.

Şimdi nasıl bir şarkıyla milyonları vururum, nasıl satarım hedefleri var. Hepsinin de sözleri, konusu aynı. Ben Atatürk’ü de anmak istiyorum. “Sanatsız yetişen bir toplumun can damarlarından biri kopmuş demektir”  diyor. Ne kadar doğru... O kadar sanattan uzak bir toplum yetişiyor ki, estetikten son derece uzak uzun binaların arasında sıkıştık kaldık. Bağdat Caddesi’nin mazisine hakaret gibi binalar türedi; hepsi balkonsuz, nefes alacak alanımız yok. Sanat yok, görsel estetik yok. Biz Mimar Sinan’ın torunları değil miyiz? Sanat estetiğimiz olmak zorunda. Ne evlerimizde ne müziğimizde lezzet kalmadı.

Her şey mekanik artık, duygular da değişti, değişen toplumda ilişkiler de değişti. Sanatçılar göz önünde olduğu için her gün gazetede bugün evlenip yarın ayrılan çiftler görüyoruz, oysa bu herkesin başına gelebiliyor. Sizce neden ayrılıklar bu kadar kolaylaştı?

Çiçek: Aşırı bir tüketim var, fast food çıktı mertlik bozuldu. Hamburger köftesi anne köftesinin önüne geçmeye başladığından beri genel olarak hızlı tüketim dünyasına geçmiş bulunuyoruz. İlişkilere de yansıdı bu. Sabır yok artık, köfte yapmak için bile bir süreç gerek, bekletmek gerek, emek gerek. Sonra lezzetinden yenmez ne güzel olur. İlişki de böyle. Emek, sabır, çaba nerede? Artık hemen âşık olunuyor, hemen kalp çarpıntısı, hemen üzülmeler, hemen kavgalar ve hemen ayrılıklar. Karşılıklı bir tahammülsüzlük var. İş hayatında da sebat yok. Hemen işten memnuniyetsizlik, hemen yeni işe başvurma...

Bora: İş hayatında iki seneden fazla bir yerde çalışana tuhaf gözle bakılır oldu, yenilik yok mu diye soruluyor. İstikrar artık aranan bir özellik değil sanki.

Çiçek: Rahmetli Çolpan İlhan bana demişti ki “Kerem’i ilk kucağı ma aldığımda minicikti, tabii onu görünce duygulandım ama ben ona emek verince, onunla vakit geçirince ona âşık oldum. Ne demek istediğini Ardahan’ı kucağıma alınca anladım. Çocuğuna bile emek vermen lazım.

Acaba insanlar hep ilk günkü gibi âşık kalacağını zannedip, aşk şekil değiştirince mi vazgeçiyorlar birbirlerinden?

Çiçek: Ama aşkın değişen şekli de çok güzel. Yerini bıraktığı huzur, tatlı heyecan, güven duygusu... Kendimi Bora dışında kimsenin yanında mutlak mutlu hissedemem, bu kesin. Onun yanında ben en gerçek ‘ben’im. O benim ailem, yanında kendimi tamamen özgür bırakabildiğim tek insan Bora.

Bora: Hem çok emek gerek, hem de hesapsız olmak gerek. Ben şunları yaptım, sen az yaptın, ben çok yaptım hesabına girersen olmaz o iş. Sürekli karşılık bekleyerek aşk yaşanmaz. Çatırdar ve o ilişki biter çünkü herkesin verebilecekleri farklı.

Çiçek: Ben iki gömlek ütüledim, sen de iki fatura yatır hesaplarıyla yürümez ilişkiler.

Bora: Rolünü kendi seçti, sonra kadın hakları demeyin bana.

Neyse ev işi paylaşılarak yapılır deyip ortak noktada buluşalım, değil mi Çiçek Hanım?

Çiçek: Bir Rus atasözü vardır;  “Karşıdan iki kişi geliyor sandım meğer evlilermiş” der. Hayatın hangi alanında “biz” oluyorsunuz, sadece faturalarda mı? Bence “ben” demekten vazgeçtiğin ve biz olduğun zaman iş yürüyor. Biz aynı evin içinde hem kendimiz olabiliyoruz, hem de “bizi” devam ettiriyoruz. Beş saat hiç konuşmadan gün geçirmişizdir, ben kendi alanımda işimle ilgilenirim, o kendi müziğiyle. Ama aynı çatı altında olmak bile huzur verir insana.

Bora: Çok kaliteli bireysel zamanlarımız oluyor, birlikteliğin içinde de ayrışabilmeyi öğrendik. Birbirimizin alanına saygımız var.

Kaç yıllık birlikteliğiniz, maşallah nazar değmesin, bu sevda başlayalı ne kadar zaman oldu?

Çiçek: 1996 yılında tanıştık ve bir yıl içinde evlendik. Çok şükür bir oğlumuz oldu, lise son sınıf öğrencisi Ardahan. O günden beri de ne mutlu bize ki her şey yolunda gitti.

Bora: Bizim bir şansımız daha var; evlenecek çiftlere mesaj olsun bu da. Biz ailelerine çok bağımlı insanlar olmadık. Yok nerede oturacaksınız, gelinliğini nereden alacaksın, Ayşe Teyze düğünde kiminle aynı masada oturacak, bebeği ne zaman yapacaksınız gibi sorularla uğraşmadık. Kendi içimizde büyüdük ve çekirdek ailemizi güçlendirdik.

Çiçek: Birçok insan yuva kuruyor ama gerçek bir aile olmayı başaramayabiliyor. Benim için her şeyden sıyrılabileceğim sonsuz güveneceğim tek insan Bora. Bir de ben hayranım ona; sanatına. Herkes söyler bunu; Bora sahneye çıktıktan sonra ben gözlerimi ayıramam, o kadar içten bakarım ki ona, izlemeye gelenler Bora’yı bırakıp bana bakmaya başlıyorlarmış. Bizimki bir şans sanırım: Biz birbirimizi bulduk!!!

Ne güzel, çok şanslısınız gerçekten, ruh ikizini sürekli arayan ve yapayalnız yıllar geçiren insanlar var günümüzde.

Bora: Evet ama ilişkiden veya ruh ikizinden beklentini belirlemen lazım. Arayış eğer cinsellik olursa doğru insanı buldum diye sevinmen imkânsız. Geri kafalı biri değildim ama gençlerde gözlemlediğim önceliklerle ve hızlı tüketimle bir noktaya varılması çok güç.

Çiçek: Bir de beklentiler çok fazla. Ne kadar büyütürsen beklentini; hayal kırıklığın o kadar büyük oluyor.

Peki, erkek erkeğe ya da kız kıza takılma durumları olmuyor mu, ilişkide birbirini özgür bırakmak lazım diye düşünüyorum, bunun sınırlarını nasıl çizeceğiz?

Bora: Olması gereken budur diye şart yok bence. İnsan bunun ölçüsünü ve sınırını bilir. Bizim de rakı gecelerimiz olur ama bunu haftada beş gece yaparsak orada bir sorun var demektir.

Çiçek: Biz birbirimize mecburiyetten zaman ayırmayız, bu doğal akışıdır olayın. Zaten birbirimizin önceliğiyiz biz. Bu ölçü kendiliğinden oluşur.

Çocuktan sonra aşkın hangi haline geçiş oluyor biraz anlatın lütfen öğrenelim.

Bora: Çocuklu hal her hali değiştiriyor zaten, hayata bakış açınızı, işe ayırdığınız zamanı, evin tüm enerjisini... Muazzam bir değişiklik. Dünya gezegeninden Jüpiter gezegenine taşınmak gibi bir değişiklik diyeyim sen anla artık.

Çiçek: Kötü giden evlilikleri kurtarmak için çocuk yapanları hiç anlayamıyorum. Durum aslında tam tersi, bizim ilk ciddi kavgamız Ardahan'ın uykusuzluğu yüzünden olmuştur. Ben kucakta sallaya sallaya uyusun diye saatler harcarken, Bora bebeğimiz ağlasa da yatağında uyumayı öğrenecek diye tutturmuştu. Sonunda beni odaya kilitleyip çocuğu ağlatarak uyutmaya çalıştığını hatırlıyorum. Birbirimize girdik yani ama şimdi gülerek hatırlıyoruz bunu. Çocuk insanı kavga ettiriyor, bu kesin. Ama evliliğin ve çekirdek aile olmanın en güzel yanı da tabii ki bir çocuk sahibi olmak.

İkiniz de sanatçı olmasaydınız bu kadar aynı dili konuşabilir miydiniz sizce?

Çiçek: Kesinlikle hayır. Saat düzenlemesini anlamamız imkânsız olurdu. Ben senelerce tiyatro yaptım. Ardahan 1,5 yaşındayken 25 gün turneye gittim ve Bora bana bir kere bile gitme demedi. Ama standart iş düzeni olan bir adamla evli olsam “bu sene de gitme” derdi. Bora’nın da gece sahnesi var, ben biliyorum ki o sahne bittikten sonra ve o adrenalinle, orkestrayla gecenin kritiği ve sohbeti yapılır. Sahne iki de bitti neden ikiyi çeyrek geçe evde değilsin diyebilir miyim ben ona?

Benim yönetmenlik ve hocalık yapıyor olmam, onun da besteci ve aranjör olması birlikteliğimizi daha da yakınlaştırdı. Bizim iyi bir iş birlikteliğimiz de oldu, diyorum ya biz şanslıyız.

Şalom gazetesi okuyucularına vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Çiçek: Çok Musevi dostumuz var ve kendilerini çok seviyoruz, çok keyif alıyoruz. Şalom çok aydınlık bir gazete ve Musevi cemaati aydınlık bir cemaat. Biz bile kendi içimizde yalnızlaşmaya başladık; oysa Musevi cemaati birbirini çok destekleyen ve kendi içinde birbirine çok bağlı insanlardan oluşuyor. Bizi çok sevgiyle kucaklayan arkadaşlarımız var. Hem iş birlikteliklerimiz hem dostluklarımız var.

Bora: Dış dünyada da okunan ve çağdaş bir gazete Şalom. Herkesin tanıdığı bir gazete artık, biz de çok memnun olduk sizin sayfalarınıza konuk olduğumuz için.

Son olarak Sevgililer Günü mesajı da almak istiyorum sizden, neler söylemek istersiniz?

Çiçek: 14 Şubat illa çok para harcanarak, çok kapitalist bir şekilde kutlanması gerekilen bir tarih değil ama bence anmak bile çok güzel. Sevgiden bahsetmek ve bunu o gün bir kez daha anmanın bir zararı yok. Gençlere önerim; vazgeçmemek olsun. Sevgilerinden de, ideolojilerinden de vazgeçmesinler. Çok kaygıyla yaşanmaz, hedef koysunlar önlerine ve sevgilerine, ilişkilerine emek versinler.

Bora: Ben de el âlem ne der diye yaşamasınlar diyorum. Sevgililik çok güzeldir; mahalleye inat sevgili sevgili dolaşsınlar.

Ben de Allah ayırmasın, muhabbetiniz, aşkınız sonsuz olsun, eviniz ve çekirdek aileniz her zaman huzurla dolsun, neşe, mutluluk bir ömür sizinle olsun diyorum.