Bir telde sekiz canbaz

‘THE HATEFUL EİGHT’ ile Quentin Tarantino, suçluların dünyasına olan hayranlığını ve western türüne olan düşkünlüğünü yineliyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
13 Ocak 2016 Çarşamba

İlk yarısında, kar fırtınası sırasında taşıtların sığındığı bir mola yerinde yolları kesişen sekiz kişinin bıktırıcı diyaloglarıyla izleyiciyi bunaltan film, ikinci yarısında tempo kazanıyor; sürpriz finaliyle beğeni kazanıyor. Tarantino filmlerinden alışık olduğumuz bir kaotik ortamda, kan ve şiddetin egemen olduğu bir atmosferde yaşanan hesaplaşma bölümünde taşlar yerine oturur. Tarantino, kafamızda oluşan soruların tümüne cevap yetiştirdiği bu müthiş final sekansında klasını konuşturur. Tarantino ile altıncı işbirliğini gerçekleştiren aktör Samuel L. Jackson ile müzisyen Ennio Morricone devleşirken, aktris Jennifer Jason Leigh, yönetmenin kült kadın kahramanları arasına adını yazdırıyor. Bu üç isim yaklaşan Oscarlarda karşımıza çıkacaklar.

Bazı yönetmenlerin kariyerleri boyunca hep aynı filmi yaptıkları söylenir. Tarantino’ya uluslararası şöhreti getiren ‘Rezervuar Köpekleri’nde (1992), başarısız bir soygun teşebbüsünden sonra, beş soyguncu, peşlerine düşen polisten kurtulmak için sığındıkları bir depoda, kendilerini polise ihbar eden ve aralarında bulunan muhbirin kimliğini açığa çıkarmaya çalışırlar.

Soygunda yaşanan bir aksaklık nedeniyle kan gölüne dönen atmosferde, aralarında bir polis casusunun bulunduğunu öğrenen ekip, çıktıkları kanlı mücadeleden sonra, kendini fiziksel şiddeti anbean artan psikolojik bir savaşın içinde bulur.

Büyük bir kısmı tek bir mekânda geçen klostrofobik film, soyguncuların psikolojisi üzerine odaklanırken, “muhbir kim?” sorusuna yanıt arıyordu.

Tarantino filmografisinin en zayıf halkası ‘Ölüm Geçilmez/Death Proof’ta (2007), yine şiddetin tavan yaptığı, vahşet ve kan dolu görüntüler, popüler kültüre yapılan göndermeler eşliğinde, tahammül edilmez uzunlukta bir giriş bölümü vardı.

Hep erkekleri çekiştiren, hiçbir anlam içermeyen, abuk subuk göndermeler ve çocukça diyaloglarla kafa şişiren, dörtlü iki grup genç kızın, iç baydırıcı, bitmez tükenmez gevezeliklerine katlanmak işkenceden farksızdı.

Filmin son 20 dakikasındaki müthiş hızlı tempolu bölümde Tarantino antolojilere girecek, unutulmaz araba takibi sekanslarıyla filmini kurtarmaya çalışıyordu.

Tarantino’nun son filmi ‘The Hateful Eight’in ilk bir saatinde, kar fırtınası sırasında taşıtların sığındığı bir mola yerinde yolları kesişen sekiz kişinin bıktırıcı diyaloglarını izlerken, ustanın ‘Ölüm Geçilmez’ filmi aklıma geldi.

İç Savaş’ın bitmesinden birkaç yıl sonrasında geçen konusuyla film, yine Kurt Russell’ın canlandırdığı Cellat John’un yakaladığı kaçak katil Daisy’yi (Jennifer Jason Leigh) adalete teslim etmek için kiraladığı yolcu arabasıyla yol alırken yaşadıklarını anlatıyor.

Yolda karşılaştıkları ve arabalarına aldıkları iki yabancıdan biri kötü şöhretli ödül avcısı, zenci eski federasyon askeri Binbaşı Warren (Samuel L. Jackson), diğeri de kasabanın şerifi olduğunu iddia eden güneyli haydut Chris’tir (Walton Goggins).

Tipide yollarını kaybeden üçlü bir dağ geçidinde bir konaklama yerine sığınırlar. Onları mekânın sahibi değil, dört yabancı karşılar: başka bir kasabanın celladı olan Oswald (Tim Roth), eski bir General (Bruce Dern), kötü bakışlı gizemli bir kovboy (Michael Madsen) ve bir ödül avcısı (Demian Bichir).

AMERİKAN BAĞIMSIZLARININ YÜZ AKI

Birbirlerinden şüphelenen sekiz kahramanımız fırtınanın geçmesini beklerken, gerçek kimliklerini keşfetmeye çalışırlar.

İktidarın birkaç kez el değiştirdiği tekinsiz bir atmosferde, bazı karakterlerin topa girmeyip pasif kalmalarının sebebi çok geçmeden anlaşılır.

Konaklama yerinde gizlenen, aslında yolcu arabasının yolunu gözleyen sürpriz karakterlerin devreye girmesi ile ortam kızışır.Tarantino filmlerinden alışık olduğumuz bir kaotik ortamda, kan ve şiddetin egemen olduğu bir atmosferde yaşanan hesaplaşma bölümünde taşlar yerine oturur.

Tarantino, kafamızda oluşan soruların tümüne cevap yetiştirdiği bu müthiş final sekansında klasını konuşturur.

Aynen ‘Rezervuar Köpekleri’nde bir depoya sığınan gangsterlerin hesaplaşmasında olduğu gibi, bu filmde de posta arabasından inen dört seyyahın mola yeri handa karşılaştıkları dört gizemli yolcu ile hesaplaşmalarını, Tarantinesk bir şablon içinde izleriz.

Yönetmen, konusu 1910’larda geçen İç Savaş sonrası westernini altı bölüm halinde 170 dakikada işliyor. Suç ve komedi türlerini harmanlamadaki müthiş becerisini bu filmde de sergiliyor. Ancak ilk yarısında diyaloglara boğulan filmde temponun düştüğünü söyleyebiliriz.

Martin Scorsese gibi suçluların dünyasına olan hayranlığını bir kez daha dile getiren Tarantino, western türüne olan düşkünlüğünü, ‘Zincirsiz/Django Unchained’in (2012) ardından bir kez daha yineliyor. Ancak ‘The Hateful Eight’, ‘Zincirsiz’in devam filmi değil.

‘Ucuz Roman’ ve ‘Zincirsiz’ ile En İyi Özgün Senaryo dalında iki kez Oscar Ödülü kazanan Tarantino, ‘The Hateful Eight’ ile aynı dalda Altın Küre’ye aday gösterildi.

MORRICONE’NİN NOSTALJİK MÜZİKLERİ

28 Şubat’ta dağıtılacak Oscar Ödülleri için Tarantino’nun senaryo dalında, Jennifer Jason Leigh’in En İyi Yardımcı Aktris dalında, Ennio Morricone’nin En İyi Müzik Partisyonu dalında aday gösterilmesi kimseyi şaşırtmayacak. Üç sanatçının da bu filmle Altın Küre Ödülü için adaylığı var.

İdam mahkûmu Daisy rolünde kariyerinin en başarılı performanslarından birine imza atan Jennifer J. Leigh, tıpkı Kill Bill’in gelini Uma Thurman gibi, Tarantino’nun kült kadın kahramanları arasına adını yazdırıyor.

Tarantino’nun fetiş oyuncuları Samuel L. Jackson, Tim Roth, Kurt Russell, Michael Madsen bilinen iyi oyunculuklarını sergilerken, emekli generalde yaşlı kurt Bruce Dern, karanlık bir Meksikalı olan Bob’da Demian Bichir, Kısa Jody rolünde Channing Tatum oyuncu kadrosunun başarısını tamamlıyorlar.

‘Kill Bill 1 ve 2, ‘Ölüm Geçilmez’, ‘Soysuzlar Çetesi’ ve ‘Zincirsiz’in ardından Tarantino ile altıncı işbirliğini gerçekleştiren İtalyan besteci Ennio Morricone altıncı Oscar adaylığına ‘The Hateful Eight’ ile ulaşabilir. Morricone’nin 2007’de bir Oscar Onur Ödülü var. Morricone hayranları western atmosferine uyan nostaljik müziklerinden tat alacaklar.

Eski tüfek kameramanlardan Robert Richardson’ın Panavision 70 mm formatında çektiği nefis görüntüler filme zengin bir görsellik katıyor.

Kar fırtınasına esir düşmüş tekinsiz sekiz haydudun hesaplaşmasını, ustası olduğu geriye dönüşler eşliğinde anlatan Tarantino’nun bu çok parçalı, postmodern filmini tüm western meraklılarına tavsiye ederim.

SİNEMANIN GEVEZE DEHASI

Quentin Tarantino, benim son 25 yılda izlediğim en iyi film olan ‘Ucuz Roman’ın yaratıcısı. Birbirine göbekten bağlı küçücük öykücükleri, kronolojik sıraya itibar etmeden, yenilikçi ve çığır açan bir kurgu anlayışıyla, iç içe anlatmadaki becerisiyle Tarantino, ‘Ucuz Roman’dan sonra çok taklit edildi.

Karmaşık ama özgün kurgusuyla, nefis müzikleriyle öne çıkan, acımasız nükteleri ve ince mizahıyla dikkati çeken ve bağımsız sinema endüstrisine yeni bir soluk getiren bu film, bağımsız yapımların da gişe başarısı kazanabileceğini göstermiş oldu.

Cannes’da Altın Palmiye kazanan film, Tarantino’ya En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar, Altın Küre ve Bafta ödüllerini kazandırıp, 1994 yılına damgasını vuran film oldu.

On filminin de senaryosunu yazan Tarantino, parlak kurmaca karakterleri yaratmadaki becerisiyle, popüler kültürden beslenmedeki hüneriyle, eşsiz ironisiyle, zekice yazılmış diyaloglarıyla, başta kendisini eğlendirmek için film yapan bir yaratıcı.

Tarantino sinemasının en büyük zaafı, lüzumundan fazla geveze olması. Gereksiz ve uzun laf kalabalığı diyalogları yazma şehvetinden kendini kurtaramayan Tarantino’nun, bazı filmlerindeki anlamsız diyalog sağanağı bölümlerine katlanmak zor.

Örneğin II Dünya Savaşı üzerine yapılmış en keyifli filmlerden biri olan ‘Soysuzlar Çetesi’, gereksiz diyaloglarıyla tempoyu düşürdüğü için, ‘ucuz Roman’ seviyesini tutturan bir başyapıt olma şansını yitirdi.

Hitler, Göbels, Göring, Borman gibi Nazi liderlerini Paris’in küçük bir sinema salonunda toplamasının fantaziden öteye gidemeyeceğini Tarantino’nun tarihi deforme ettiğini, Yahudilerin Nazilerden aldığı intikam öyküsünün sorumsuz bir fantezi ürünü olduğunu iddia eden eleştirmenler de çıktı.

Senaryolarındaki seks ve şiddet dolu konularıyla, ustalıkla çekilmiş aksiyon sahneleriyle, dişi ve ölümcül kadın kahramanlarıyla, 70’li yılların sinemasına saygı duruşunda bulunan filmleriyle, Tarantino Hollywood’un son ‘fenomen’i. Kendisini beğenmeyebilirsiniz, ama onun işini bilen, uyanık bir pazarlama ustası, seyircisini eğlendirmeyi ve sürekli şaşırtmayı bilen, becerikli biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Cannes Film Festivali Organizasyon Komitesi, 2008’de Festival Sarayının en büyük salonu olan 2 bin kişilik Lumiére’i ilk kez bir sinema dersi için Tarantino’ya tahsis ederek bir ilke imza atıyordu. Salona girmeyi başaran talihlilerden biri olarak elleri, jestleri ve mimikleriye konuşan, makineli tüfekten çıkmışçasına espri üreten bu komik ve eksantrik adamla geçirdiğim iki saat, en renkli anılarım arasında kalacak.

Fiilmlerinde pop kültürün birçok ögesini barındırmasıyla tanınan Tarantino, bu sinema dersinde hem popüler kültürün, hem de art-house sineması hakkında çok fazla bilgiye sahip olduğunu gösteriyordu.

Aynı oyuncu ve teknisyenlerle çalışmayı seven Tarantino’nun ‘The Hateful Eight’te aktör Samuel L. Jackson’la ve kompozitör Ennio Morricone ile altıncı işbiliğini yapıyor.

Amerikan Bağımsızlarının talihini değiştiren Tarantino, sinema sevgisi dolu bir yaratıcı olarak, son 20 yılda dünya sinemasına damgasını vuran çizgi dışı bir figür.