Nilgün Sabar’ın ‘Gizli Pencere’si

Tuvallerine kat kat sürdüğü ince boya alanları, adeta bilinçaltımızı uyarıcı nitelikteki psikolojik anlatımlarıyla görenleri bir rüya alemine sürükleyen ressam Nilgün Sabar, ‘Gizli Pencere’ sergisi ile Armaggan Art & Design Gallery’de.

Miryam ŞULAM Sanat
30 Aralık 2015 Çarşamba

İzledikçe daha derine götüren, düşündüren birbirinden çarpıcı yağlı boya yapıtlarının gezilebileceği  ‘Gizli Pencere’ adlı sergi, 16 Ocak 2016 tarihine kadar Armaggan Art & Design Gallery’de. Sabar ile resim sanatını konuştuk

 

16 Aralık’ta, açılışa katılan Sabar’ın sanatsever dostları büyük bir kalabalık oluşturdu. Sergi, gezenler tarafından yoğun ilgiyle karşılandı. 

Sekiz yıldan beri Nilgün Sabar’ın atölyesindeki şanslı öğrencilerinden biriyim. Ondan sadece resim yapmayı öğrenmedim. Kimi zaman felsefi, kimi zaman psikolojik boyutta sohbetlerimizle, yaşamımın birçok alanına dokunan bir insan. Şimdi onu, kişisel sergisi vesilesiyle, Şalom okurlarıyla tanıştırmanın heyecanını yaşıyorum. Şu kısa sohbetimizi okurken bile, onun mükemmel bir sanatçı kişilik olduğunu anlayacaksınız.

Nilgün Sabar’ın portresi bize kendini nasıl anlatırdı?

Söz söylemek zorunda olmadan karşılıklı huzur ve empatiye dayalı bir dünya arzusu, yeşili bol, geniş alanları olan, duygularımızı daha coşkulu ve doyum alarak yaşayabileceğimiz bir evren düşleyen bir insanım. Farkındalık, insanın en temel arzusu olmalı ve farkındalık sayesinde dünyayı cennete çevirebilirsiniz. Sanat bu farkındalığı arttıran başlıca araçlardan biridir. Sanat sayesinde evriliriz, daha insan oluruz. Kendi portremi yapsaydım, belki tüm bunlara dikkat çeken bir çığlık olurdu bu, belki daha da fazlasını anlatırdı, çünkü resim her zaman yazılandan fazlasını anlatır.

Bu yıl, Armaggan Art & Design Gallery sanatçıları arasında,  İstanbul Contemporary Art’ta da bazı eserlerin sergilendi. Çağdaş sanat hakkındaki düşüncelerini bizlerle paylaşır mısın?

Çağdaş olan, güncel ve popüler olandan öte zamanın ruhunu yansıtan ve belki de o dönemin ihtiyacı olan bir fikri verendir. O çağda yaşanan tüm olumsuzluklardan sanatçı muhakkak etkilenir ama ben kendi adıma sanatın sublime etme (yüceltmek) gücünü kullanarak daha çok ihtiyaç olana odaklanırım. Sevgiyi ve birliği arttırmak, insanların kalplerini açmamızla gerçekleşebilir.

Bize sergiye hazırlık aşamalarından bahseder misin?

Sergiye hazırlanma aşamasında, aklıma gelen ilk imajla çalışmaya başlarım. Bu heyecan verici bir süreçtir. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Kendi içimdeki izleri takip ederim, ki bu oldukça eğlencelidir. Bir resim diğerini doğurur. Karşıtlıkları beraber sunmak daha önce de söylediğim gibi, elbette kendi ihtiyaçlarımdan da yola çıkarak ve zamanın ruhunda var olanı değil eksik olanı tespit ederek, romantik bir bakış açısı belirledim kendime.

Sergideki eserlerin, semboller aracılığıyla bizi iç dünyamıza göndermeye çalışır gibi; gerçekten de öyle mi?

Kimseyi iç dünyasına döndürmek öyle kolay değil ama ben kendi iç dünyamı paylaşırken, izleyenle bazı ortaklıklar kurma çabam sayesinde insanlara küçük bir an için bile olsa, içerdekini düşündürmektir arzum. Zaten önemli olan içerideki değil, içerde olanı dışarıdakiyle birleştirmektir.

‘Gizli Pencere’ adını seçerken neler geçti aklından?

Elbette sergide anlattıklarımla ilgili kavramlar kafamda dönüp duruyordu ama işlerin bitmesine yakın, işler bana serginin ismini fısıldadı. Güneşin doğması gibi doğal bir şekilde çıktı. Gizli pencere benim için ruh altının dışarıya açılan penceresi ama kapı gibi de değil, ev sahibinin sadece hava almak için açacağı özel bir alan.

Bu sergide,  diptik (iki kanatlı) tuval çalışmaların da var. Bunlar bazı ikilemlere dikkat çekmek istiyor olabilir mi?

Kesinlikle öyle. Dualite, zıt kavramlar  ve bu kavramların yarattığı ironi insanın, hayatın, doğanın,  kısacası bütünlüğün içindeki zıtlığa bir atıf olsun istedim.

Eserlerinde kullandığın ince katmanlar, insanda şefkat duygusu uyandırıyor. Ressamın fırça darbeleri,  eseri izleyenlerin bilinçaltına, bilinçli yapılan bir gönderme midir?

Bilinçli ama bilinçsiz de diyebiliriz. Evet, benim için insan birçok katmandan oluşur. Derinlik duygusunu o katmanlarla ifade etmeye çalıştım ama bu planlayıp da yapılabilecek bir şey değil; biraz da öyle olmanız gerek.

Yağlı boyanın yanı sıra heykellerin de var; onlar da bize iletmek istediğin bazı mesajların üç boyutlu hali mi?

Heykellerim, bir iki tanesi dışında, bir önceki sergide sergilenen işler, fakat bağlantılı bulduğum için bu sergiye de dâhil ettim. Üç boyut olaya farklı bir gerçeklik katıyor bence; heykeller, resimlerin söylemek istediği şeyleri daha sert bir şekilde tamamlıyor kanımca.

Mitolojiye de özel bir ilgin var. Abraxas’ın, Tanrı’yı ve şeytanı, aydınlığı ve karanlığı içinde barındırdığını söylemişsin. Ruhsal gelişimimiz için gerekli olan şifayı, kullandığın sıcak renklerden alabilir miyiz dersin?

Bence şifa, aydınlık olanın karanlık olanla birlikte kabulünde gizlidir. Abraxas kadim bir Tanrı’dır.  Olayı metaforik  olarak anlatıyor. Jing & Jung gibi, onları birbirinden ayırdığınızda denge bozulur. Tümüyle iyi ya da tümüyle kötü yoktur; her şey bir bütündür. Aydınlığı karanlık ortaya çıkarır, sıcağı soğuk kıymetli yapar. İkili tuvalleri tüm bunları düşünerek kullandım. Ayrı durduklarında yüzyılın insanının ikiye ayrılmış ruh haline de gönderme yapıyorlar, beraberken ise tema, siyah ve beyazın milyonlarca yıldır süren müthiş uyumu ve dansıdır.

Sanat aslında nasıl tanımlanmalıdır?

Sanatçılar sanatı yapmalı, sanat tarihçiler tanımlamalı belki de ama bence yaratıcılığın ortaya çıkmasıdır sanat. Bunu farkedip kullanabilen insanlar, sanatçı olmuştur ama yaratıcılık kolektif bir duygudur, herkes kendi içinde bunu keşfedebilir. Sanat, yaratıcılığı sürekliliğe dönüştüren kişinin işidir diyebiliriz.

Çağa damgasını vuran sanatçılar sana göre kimler ve feyiz aldıkların hangileri?

Çağa damgasını vurmuştur demeyeceğim çok iddialı olur, ama Gerard Richter beni çok etkiler, özellikle portreleri. Kahlo ve Paula Rego; kadın sanatçılar arasında pentür ve konu olarak Kahlo, bireysel psikolojik çağrışımlarından yola çıkarak yaptığı acılı iyileşme uğraşı resimleri ve eskizleri beni çok etkilemiştir. Romantik ressamların neredeyse hepsini severim, sembolistleri ve sürrealistleri de. Soyut akımdan Pollock beni çok etkiler, Orhan Peker ve Mahmut Cuda’ya bayılıyorum, bu liste bayağı uzar gider.

Elmadağ’da, kendi atölyende yıllardır resim eğitmenliği yapıyorsun. Resim sanatını aktarırken, nasıl bir yol çiziyorsun?

Eğitmenlik bambaşka bir iş. İnsanlara bir şeyler öğretmek için sanatçı egonuzu kenara bırakıp tamamen onlara kendinizi adamanız gerekiyor. Öğrencilerimle bireysel çalışırım; herkesin farklı bir yönelimi vardır, bunu keşfetmeye ve o yönde elimde ne varsa öğretmeye çalışırım, tüm sanatsal sırlarımı ve sanatçı mutfağımı paylaşırım onlarla. Öğretmenlik, öğretirken öğrenmek ve işin içinde sanat olduğu için feyiz almak aynı zamanda. Öğrencilerimle çalışırken ve yaratıcı enerjiyi arttıracak workshop’lar yaparken ben de çok şey öğrenirim, ilham alırım onlardan. Atölyemde son derece yetenekli bir grubum var; gerek yaptıkları işler, gerekse açtıkları sergilerle ayrıca gurur kaynağım oldular.

Yağlı boya ve heykel dışında ilgi duyduğun farklı alanlar  var mı?

Müziğe ilgi duyuyorum. Annem ve babam opera sanatçısı, dolayısıyla çocukluğum müzikle dolu geçti, sahne performanslarım oldu. Çocukken birkaç sene piyano bölümüne gittim ama resim daha ağır bastı. Özellikle empresyonist müziğe bayılıyorum, onun dışında güzel olan her müziği dinlerim.