Kızıllar

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
16 Aralık 2015 Çarşamba

Tarih öğrenmeye hiç merakı olmayan insanların ağzına kurgu filmlerle bir parmak bal çalmak son yıllarda moda oldu. Onları gerçeği araştırmaya teşvik ettiği için mutluyum. Ancak gördüklerinin tamamını doğru addedip hiçbir gerçek belgeye dönüp bakmayanların sayısı oldukça fazla. Bu yüzden de tarih, yapımcıların ve hikâyecilerin elinde gittikçe form değiştiriyor.

Spielberg’in Casuslar Köprüsü kurgu açısından gerçeğe epey yakın. Bu yüzden üzerinde tartışılmayı hak ediyor. Soğuk Savaş yılları ile ilgili gerçek bir kitaptan yola çıkarak Coen Biraderler bir senaryo oluşturmuşlar. Malum, yakalanan İngiliz asıllı Sovyet casus önce adil bir mahkemede yargılanıyor, sonra Sovyetler Birliği tarafından tutulan bir Amerikalı pilotun hayatı karşılığı kaldıraç olarak kullanılıyor ve takas gerçekleşiyor.

Bu filmde ilk bakışta müthiş bir Amerikan propagandası var sanılabilir. Amerikalıların nasıl da hak ve özgürlük savunucusu olduğunu dünyaya yaymaya çalışıyorlar diye düşünebilirsiniz. Ancak biraz dikkatlice bakınca aslında müthiş bir yergi ve hatta alay olduğunu gözlemledim.

Amerikan halkı 2. Dünya Savaşı sonrası cahilce bir komünizm paranoyası geliştirdi. ‘Reds under the beds’ diye bir terim vardı mesela: Çocukların yataklarının altındaki öcülerden korktuğu gibi halk ‘kırmızı’lardan yani komünistlerden korkuyordu. McCarthy adlı senatörün adıyla anılan dönemde yerli yersiz pek çok vatandaş komünizm propagandası yapmak veya casusluk yapmaktan içeri tıkılıyordu. Sonuçta, sıradan halkı da Soğuk Savaş’ın içine çeken bir endişe ortamı yaratılmıştı. Filmde de adil yargılama yapacağını iddia eden sistemin içinde, fazlası ile ‘istisnacılık’ göze çarpıyor. Ajanı savunmakla görevlendirilen avukat, halk tarafından hatta yargıç tarafından ihanetle suçlanıyor. Zira kendi mantıkları, komünizme hizmet eden bir suçlunun adil yargılanmasını kabul etmiyor. Hâlbuki Amerika’nın çelişkisi herkesin eşitliğini savunması. Günümüzde Donald Trump’ın dile getirdiği ırksal ayrımcılığa çok benzeyen mantıksız cahilce bir paranoya tarif ediliyor.

Komünizme korkutucu bir olgu olarak bakmaya artık bir son verme günlerine geldik sanırım. Zira dünya yüzünde kapitalist düzene dahil pek çok ünlü, örneğin Demokrat Parti adayı Bernie Sanders, Bill Gates, Brad Pitt ve hatta Papa artık geleceğin komünizmde olduğunu ifade etmeye başladılar. Hatta Türkiye’de Ali Koç bile komünizm taraftarı konuşmalar yaptı. Bunu yaparken muhtemelen kapitalist kaygılar da barındırıyorlar. Muhtemelen kıyamet benzeri bir son yerine yumuşak iniş için. Zira bildiğimiz şekli ile Batı medeniyeti daralıyor. Kendini kapitalist düzende koruduğunu sanan Batı, kendi kalbinde bombalara maruz kalıyor.

Dolayısı ile, bir dönemin en korkulu ‘öcü’sü gibi gösterilen komünizm gelecek 10 yılın yükselen trendi olmaya aday. Zor bir şey değil, rekabet yerine dayanışma… Tek başına değil, hep beraber…  Ece Temelkuran’ın Tedx İstanbul konuşmasındaki bir tavsiyesini yazarak bitireyim: “Bu yaz sahillerde elinize kişisel gelişim kitapları alacağınıza sosyalizmi anlamaya yarayan bir şeyler okuyun, zira önümüzdeki seçenek o gibi görünüyor.”

Kısacası, Soğuk Savaş yıllarının ürküttüğü şekli ile sona eren komünizmin sosyalizm şeklinde tekrar canlanması uzak olmasa gerek.