“İzmir Yahudilerinin birbirine ihtiyacı var”

İzmir’deki sinagogların restore edilip turizme kazandırılması amacıyla yapılan çalışmalarda önemli adımlar atıldı.

Rafael ALGRANATİ Toplum
16 Aralık 2015 Çarşamba

İzmir Musevi Cemaati Başkanı Sami Azar, hem cemaat nezdinde, hem de devlet ve belediye nezdinde yapılan çalışmaları detayları ile paylaşmaya, kültür merkezi yapımı ile ilgili yapılanları anlatmaya devam ediyor.

 

 Büyükşehir Belediyesinin 6-7 yıl önce bir Kemeraltı Projesi vardı ve bu yönde çok ciddi çalışmalar başlatmıştı. Şimdi Yahudi kültür merkezi projesini de bu büyük projeye bağlayacaklar mı, yoksa o ayrı bir çalışma mı?

Projenin tamamı ‘İzmir Tarihiyle Buluşuyor’ adı altındaki Büyükşehir’in projesi. Bu proje 470 hektarlık bir bölümü kapsıyor. Kadifekale’den başlayan, Basmane’den geçen ve bizim Kortejoları da içine alan bir program bu. Buradan tekrar yukarı doğru gidiyor. İkiçeşmelik’ten başlayarak bütün bu bölgeyi içine alıyor. Tilkilik, Kemeraltı da bu bölgenin içine giriyor. Düzgün yönetebilmek için 19 parçaya böldüler bu projeyi; 2 numaralı parçası da bizim havralar bölgesi.

 1 Numaralı bölge hangisi?

Sanıyorum Basmane tarafı ki orada Kortejolar var. Oraları da bizim için çok değerli. Hepsini birbirine bağlayan Dokuz Eylül Üniversitesi ile İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsünün beraberce hazırladıkları mimari projeler var. Nereler istimlak edilecek, nereler toplantı yerleri olacak, hangi sokaklar, geçitler açılacak, turizm enformasyonu nerede olacak vs. Çok ciddi çalışmalar var bu konuda ve bunların yapımını Büyükşehir Belediyesi üstlenecek. Havralarımız için önemli çalışmalar yapmış olan Mimar Dr. Mine Tanaç bu bölgenin önderliğini yaptı. Bizim bölgeyle en çok ilgili olan, sinagoglarımız hakkında bilgisi olan da kendisi. Bütün bu projeleri kendisi yaptı. Hepsini gördüm. Bence çok başarılı bir proje.

 Restorasyon çalışmaları biten parohetleri neden şimdiden sergilemeye başlamıyoruz?

Daha tam olarak bitmediler. Bu son çalışma sezonunda yapılacak çalışmalarla bitecekler. Yılsonu gibi sanıyorum tamamlanmış olacak. Bu projeye İsrail’den Bar-İlan Üniversitesi de katkıda bulunuyor. Üniversiteden bu tekstillerle ilgili bir profesör yorumlarını yapacak, yönlendirmede bulunacak ve resimleri çekilen bu parohetlerin renkli bir kataloğu hazırlanacak. Böylece her birinin renkli bir fotoğrafı ile tarihleri, kimin tarafından yapıldığı, üzerinde ne yazdığı ve belki de üzerlerinde isimleri yazılı olan ailelerin kısa bir tarihçesini de ekleyerek tarihe ışık tutabilecek bir envanter yayın oluşturacağız. 

 Diğer parohetlerin yalnızca korunmaya alınmış olması tabii ki çürümelerinden daha iyi ama yeterli mi? Onlar için de bir şeyler yapılmayacak mı?

Her şey para meselesi. Biliyorsun fikirler, idealler doğar, onları yaşatmak için organizasyonlar kurulur, organizasyonları yaşatmak için ise para gerekir. Başka şekilde olmuyor. Bunları yeniden projelendirebilirsek, elimizde şu senelerden kalma şu değerler var, bunları restore etmek istiyoruz şeklinde sunabilirsek, belki bir miktar kadar daha fon bulup onları da ayağa kaldırabiliriz. Yorulmadan sürekli koşmamız, çalışmamız lazım. Bu projeleri hazırlayabilirsek eminim dünyanın her yerinden buraya fonlar aktarabiliriz.

 Yapılabilenleri teşhir etmeye başlarsak, turizmden elde edeceğimiz gelirle bunları tamamlayamaz mıyız?

Olabilir, ama elde edebileceğimiz gelirin ihtiyacımız olan miktarlara ulaşabileceğini hiç sanmıyorum. Çok ciddi rakamlar gerekiyor restorasyon için. Konservasyon çok daha kolay, olduğu şekilde donduruyorsunuz ve bir kenara koyuyorsunuz. Oldukları şekilde muhafaza ediyorsunuz. Bir güve, bir böcek varsa bile yürümesini önlüyorsunuz, yırtılmalarının önüne geçiyorsunuz. Ama bunları restore ederek yeniden eski şekillerine getirmek, esas para oraya gidiyor.

 Turizmden elde edilecek gelirin çok fazla olmadığını ikinci kez duyuyorum senden. Prag’ı ziyaret ettiğimizde edindiğim intiba, turizmden sağlanacak gelirin, bu gibi giderlere yeteceği ve artacağı yönünde. Nerede yanılıyorum?

Yanılmıyorsun. Ancak Prag’a dünyanın her yerinden yılda dört milyon turist geliyor. Prag inanılmaz bir şehir. Köprüsüyle, kalesiyle, Strahov stadıyla.

Lafı gelmişken gittiğimizde, gerek belediyesiyle gerek Yahudi Cemaati Başkanı ile yaptığımız görüşmelerde öğrendiklerimi anlatayım. Demir Perde çöktükten ve demokrasi geldikten sonra ülkedeki Yahudilere “Buraya gelin, bu mülkler sizin, bunları alın, sahiplenin” demişler. Yahudi cemaati yönetimi de -takdir etmek lazım oldukça ileri görüşlüymüşler- yok demişler, “biz bunları alalım ama buralara bir şey yapamayız, adamımız yok, paramız yok, hiçbir şeyimiz yok. Gelin devletin ve belediyenin de katılacağı üç ayaklı kâr amacı gütmeyen bir dernek kuralım” demişler. Bunların mülkiyeti cemaatte kalsın ama kurulacak olan derneğe kiralansın, onlar da bunları bütün dünyaya açsınlar şeklinde anlaşmışlar.

Şu anda bunun çok başarılı bir sistem olduğunu görüyoruz. Antisemitizme karşı da çok etkili bir sistem. Devlet de bunu anlıyor. Devlete de, belediyeye de, özel sektöre de, Yahudi cemaatine oldukça ciddi paralar düşüyor.

Cemaat yönetimi o üçlünün içinde olmasına rağmen onların işletmesine karışmıyor. Yalnızca yönetimde kararları birlikte alıyorlar. Yahudi cemaatine bu yerlerin kirası olarak yılda yaklaşık 5 milyon Euro düşüyor.

Bu sinagogları ziyaret ücreti buraları gibi 5-10 lira değil. Ciddi paralara ziyaret ediliyor. Ama bunun yanı sıra çok ciddi bakımlar da gerekiyor. Burası içinde aynı şeyler gerekecek.

 Güvenlik masrafları?

Evet, güvenliği de var. Dolayısıyla bizim bu işi cemaat olarak yürütmemiz hemen hemen imkânsız. Muhakkak belediye ve/veya devletle birlikte örneğin Kültür Bakanlığı ile birlikte çalışmalıyız. Dünyanın her yerinde bu tür kültür mirası sergileri her zaman devlet tarafından destekleniyor.

 Son projemiz Şaar Aşamayim’e geçmeden önce, Bet-İsrael Sinagogumuzda ne yaptınız? Neler oldu, biraz özetler misin?

Bet-İsrael’de 2014 başlarında kubbenin altından oldukça büyük bir parça alçı sıva düştü. Aşağıdaki koltukları kırdı. Allahtan o sırada ne bir tören vardı ne de bir dua. Tabii panikledik. Önce kubbenin hemen altına sağlam bir branda gerdik ve başka parçaların düşmesi olasılığına karşı önlemimizi aldık. Sonra gerekli incelemeleri yaptırdık. 110 senelik çatı bir-iki sefer aktarılmış ama artık ömrünü doldurmuş. Kubbe ise özellikle kurşundan yapılmış. Şimdi daha hafif metaller var ama zamanında kurşunla kaplanmış. Onu değiştirememiştik. Kurşun açılmış, su geliyor. Ciddi bir yağmur daha yağarsa tehlikeli bir boyuta gelecek. Hemen olayın üzerine gittik, Anıtlar Kuruluna tespit yaptırdık ve müracaat ederek basit onarım izni aldık. İzni aldıktan sonra Büyükşehir Belediyesine, Kültür Bakanlığına gittim.

 Sonra ne oldu?

Hepsinden aldığım cevap aynı idi:  “Çok güzel bir yeriniz var, hemen bir proje hazırlayın. Ankara’da onaylatalım, sonra ihaleye çıkalım.” Hepsine aynı soruyu sordum: “Bir yağmur daha yerse burası ve çökerse ne olacak?”  Verilecek cevapları yoktu. Prosedür böyle ve uymak zorundalardı.

Bet-İsrael, İzmir için çok önemli ve değerli bir sinagog. Bekleyemezdik. Bu işe kendimiz soyunmalıydık. Önce bu işi mümkün olduğunca ucuzlatmaya çalıştık ama uzun zamandır yapılmayan boyaların ve diğer tadilatların da yapılması gerektiğini gördük. Çok güven duyduğumuz Umart Mimarlıktan Mahir Kaplan ile yola çıktık. En büyük maddi yardımı da İstanbul Türkiye Musevi Cemaati’nden aldık. Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum. Ağustos sonlarına doğru da tamamladık. Çok da güzel oldu. Bir düğün ve bir Bar-Mitsva töreni ile açılışını yaptık.

 Umart’tan memnun kaldınız mı?

Çok. Ets-Hayim’de de Umart’tan destek almıştık. Onlarla birlikte çalışmaktan memnunuz.

RÜYA GERÇEK OLUYOR

 Şimdi gelelim “Bir rüyam var” dediğin hayalinin büyük bir kısmının gerçekleşeceği mekâna: Alsancak’taki Şaar-Aşamayim Sinagogumuz. Orada neler oldu? Neden yıllar önce Onursal Başkanımız Moris Bencuya’nın başlattığı bu proje o zaman gerçekleşmedi de şimdi devreye girdi?

2014 yılı ortalarında bir haber geldi bana. Liga’da bütün binayı taşıyan ortadaki büyük kolonda bir alçı çatlağı var dediler. Sağ olsun mimarımız Alp Esin baktı. Bunun bir sıva çatlağı değil, daha ciddi olduğunu söyledi. Hemen ilgilendik. Konak eski Belediye Başkanı dostumuz Muzaffer Tunçağ’ın beton ölçme ve gerektiğinde güçlendirme şirketi var. Onu çağırdık. Yapılan incelemeler sonucunda binanın hakikaten çürümüş olduğu ortaya çıktı. Ne yapılabilir diye araştırmaya başladık. Önce güçlendirme yapılabilir şeklinde bir teklif aldık. “Fakat” diye ilave ettiler; “Sonuçta bu yüzde 100 bir emniyet tedbiri değildir. Belli bir açıdan belli bir şekilde bir deprem olursa yıkılma olasılığı yüksek” dendi. Durduk!

Binayı yıkıp, yeni baştan yaparsak ve yıl sonuna kadar yürürlükte kalacak olan yasaların verdiği imar izni olanaklarını da kullanırsak çok önemli avantajlara sahip olabileceğimizi gördük. Hemen çalışmalara başladık.

Güvenliği üst seviyede bir bina olacak. Büyük bir bodrum katımız oluyor. Üstündeki zemin ve birinci katı sinagog olarak planlıyoruz. Sinagogun üzerindeki üç kat, birçok ihtiyacımızı karşılayabilecek büyük bir alan sağlıyor. Orası tüm gereksinimlerimizi karşılayacak, İzmir’in gurur duyacağı bir Yahudi kültür merkezi olacak.

Bu proje 1,1 milyon dolarlık bir proje. Bir kısmını biz ve kurumlarımız karşılayacak. Geriye kalanını temin etmeye çalışıyoruz. İnsanlarımızla birebir konuşup katkıya davet ediyoruz. Senin vasıtanla da bu projemize destek olabilecek herkesi katkıya davet ediyorum. Bu işin altından da kalkacağımıza yürekten inanıyorum. İnanmak da zaten işin yüzde 50’si, değil mi?

 Bu işe soyunurken bu fonu tamamlamak için cemaate ait olan bazı gayrimenkullerin satışını düşünüyordunuz? Ancak duyumlarıma göre görüşmelerinizden o kadar iyi sonuçlar alıyorsunuz ki… 

Doğrudur. Bir iki mülkü satmayabiliriz. Satmamak için çok çalışıyoruz. Bu inşaat işleri zaten hiç belli olmuyor. Aniden öngörülemeyen masraflar çıkabiliyor. Bu mülklerin her olasılığa karşı elimizin altında kalmaları için büyük çaba sarf ediyoruz.

 Başarabilirseniz bu inşaatı istemeyen kesime çok iyi bir cevap vermiş olacaksınız diye düşünüyorum. Gayrimenkullerimizi satmadan bu binaya sahip olur ve bütün dindaşlarımızı toparlayıp kucaklayacak bir mekâna kavuşabilirsek büyük bir başarı olacak.

Öyle olacak diye umuyorum. Karşı çıkanlar, sen de duymuşsundur, “Zaten azalmakta olan bir toplumuz, 20-30 sene sonra kaç kişi kalacağız, ne gerek var bu yatırıma?” düşüncesi içindeler. Ben ise tersini düşünüyorum. Benzetmek gibi olmasın; bir kanser hastasının kurtuluşu olmadığını bile bile son anına kadar elimizdeki bütün imkânları seferber etmiyor muyuz? Biz daha buradayız, yaşıyoruz ve bizim bu binaya ihtiyacımız var. Çocuklarımız!.. Sayıca az olsalar bile çocuklarımızın da birlikte olacakları bu binaya ihtiyaçları var. Birbirimize ihtiyacımız var ve birlikte olabilmek için de bu binaya ihtiyacımız var.

 Hiçbir gayrimenkulümüzü satmadan bunu yapabiliyorsak zaten yoktan var etmiş sayılacağız.

İşte tam bunun için İzmir’den, İstanbul’dan, İsrail’den, dünyanın her tarafındaki İzmirlilerin desteklerine ihtiyacımız var açıkçası.

 Bu konuda kulağıma gelen bir eleştiri daha var. Bu proje çok daha ucuza mal edilebilirdi görüşünü savunan bir kesim var. Bu konuda bir açıklama yapmak ister misin?

Teknik bir adam değilim. Bana anlatıldığı kadarı ile kullanışlı bir bodrum katı elde edebilmek için çok ciddi bir kazı ve izolasyon işi gerekiyor. Maliyetin büyük bir kısmı bundan kaynaklanıyor. Sonra kaba inşaatı var. Kaba inşaatın yanında güvenlik için çok gerekli olan çepeçevre özel yapım yan duvarlar ve binanın üstündeki çelik koruma ağı var. İkide bir bozulmayacak kaliteli asansörler var. Biz herkesin keyifle geleceği, mütevazı, fakat kaliteli bir bina peşindeyiz. Aşağı yukarı 1.100 metrekare inşaat olacak orada. Bugünkü fiyatlarla baktığınız zaman metrekaresi 500-600 TL’ya inşaat yapanlar da var. Ama şimdiki gibi yıkılıp çürümeyecek kaliteli bir inşaat yapmak istiyorsanız, buna güvenliği de ilave etmek istiyorsanız, metrekaresi 2000 TL’dan aşağı olmuyor.

Bir şeye daha çok itiraz edildi, içinin modern olmasına! İç mimari her zaman değişebilir. Önemli olan bu yıl sonuna kadar bu ruhsatı almamız. Büyük bodrumdan faydalanmamız ve zemin artı dört katı elde etmemiz. Bu arada çok ciddi güvenlik sorunları var. Onları da hallediyoruz. Kameralar, kayıtlar, alarm sistemleri, akla gelebilecek her şey bu rakamın içinde. Sadece kaba inşaat ya da basit bir iç mimariyle halledilecek şekilde değil.

 Sinagog dışındaki katları ne şekilde kullanmayı düşünüyorsunuz?

İlk başladığımızda Sunday School’un faaliyette bulunduğu daire ile bizim cemaat ofisinin bulunduğu daireyi satıp buraya fon temin edecektik. Ama projede yol aldıkça bunları satmaya ihtiyaç kalmadığını görüyoruz. İnşallah öyle olur. Bir katın dörtte üç gibi bir bölümünü cemaat ofisi olarak kullanabiliriz. Diğer kısmını da arşiv yapabiliriz. Diğer yarısı da Sunday School olarak kullanılabilir. Bilemiyorum, oralara gelmedik henüz. Yaşlılarımızı da düşünüyoruz. Gelip toplanabilecekleri, sohbet edecekleri, çay-kahve içecekleri bir bölüm oluşturmak istiyoruz.

 Şimdi yapılmakta olan bayanların Salı Toplantıları gibi mi?

Gibi. Bunun giderek artan bir ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Teva’nın ortada yer alacağı modern sinagog dizaynı, şimdi toplantı ve konferanslarımızı yaptığımız Şaar Aşamayim gibi bu faaliyetlerimize uygun olamayacak. Yeni binanın bir katını sinema, konferans ve benzeri faaliyetlere ayıracağız. Bir katını da Liga gençlerimize tahsis edeceğiz. Bütün bunlar inşaatın kabası bitmeye yakınken istekleri değerlendirerek karar vereceğimiz konular.

 Sinagogun üstünde tuvalet olmaz derler, bu konuyu dikkate aldınız mı?

Tabi ki aldık. Bize ciddi bir metrekare kaybına neden olmasına rağmen özenle dikkate aldık. Giriş bölümünde yangın merdivenleri de yapmamız gerekiyordu. Projede merdivenleri binanın yola bakan kısmına aldık. Buralara sinagogun üzerine gelmeyecek şekilde kat tuvaletlerini koyduk. Çok gelişmiş bir güvenlik sistemi de bu masrafın içinde. Çok güzel bir proje.

 Sinagogda Teva ortaya alınıyormuş doğru mu?

Evet, evet. Öyle bir proje var. Çizilen proje o şekilde. Güzel ve modern olsun dedik. Sağ olsun Roni Ruso yaptı projeyi. 2002 yılında başlamıştı çalışmaya.

 O konuya da değinebilir miyiz? Bu proje Onursal Başkan Moris Bencuya döneminde gündeme gelmişti, değil mi?

2002 yılında cemaat yönetimine Lucien Arkas’tan okul arazisiyle ilgili ciddi bir teklif gelmiş. Satıştan alınacak para ile bir Jewish Center inşası düşünülmüş. Sonra satıştan vazgeçilmiş ama Avrupa’da yaşayan bir İzmirli konuyu sürdürmüş ve bu Jewish Center projesi için kendi isminin koyulması kaydı ile büyük bir para teklif etmiş. Başkaları da aynı teklifte bulunmuş. Çekişmeli bir ortam oluşmuş. O zamanlar Roni henüz yeni mezun olmuştu. Bu projeyi o zaman kendisi yapmıştı sonrasında da hep üzerinde çalışmıştı. Çok zeki, güzel görüşleri olan bir arkadaşımız. Bana göre çok güzel, modern çizimler yaptı. Sanırım sona geldiğimizde güzel bir şey çıkacak ortaya.

İZMİR’DE KAŞERUT

 Kaşerut’ta bir problemimiz var mı?

Kasabımızı sübvanse etmeye devam ediyoruz. Ama satışlar eskiye oranla arttı. Daha fazla et alan oluyor. Bu arada Alsancak’ta bir bakkal ya da market de Denet Gıda’nın Kaşer etlerini satıyor. Oranın da müşterileri var.

 Denet Gıda’nın etlerini biz mi getiriyoruz?

Hayır, hiç alakası yok. Doğrudan Denet’ten alıyorlar.

 Bu durum kasabımızın, dolayısı ile cemaatin gelirini etkilemiyor mu?

Çok tartıştık bu konuyu. Önceleri çok istiyordum bu etleri bizim kasabın satmasını. Olmadı. Bir miktar aldık. Bizim buradaki elemanların ayak diremeleri, kasabın satmak istememesi, ‘ben daha güzelini satıyorum’ gibi yaklaşımlarından dolayı olmadı. Sadece bir parti geldi.

 Bundan dönülebilir mi? Denet’in etlerini de bizim kasap taze etlerin yanında satamaz mı?

Bilemiyorum. Denet’in isteği bütün etlerini kendilerinden almamız. Biz size aldığımız fiyata karkas gönderebiliriz diyorlar. Dondurmadan gönderebiliriz diyorlar. Bunu burada kimseye kabul ettiremiyorum. Bu arada bizim etlerimiz hakikaten daha lezzetli. Benim dünürlerim İstanbul’dan geliyor. Onlar da kaşer et yerler. Bizimkinin çok daha lezzetli olduğunu söylüyorlar.

 Uzun seneler İzmir’e hizmet eden Hazan Moti Katan buradayken, Kaşerut belgesi verirdi ve cemaate parasal bir katkı sağlardı. Devam ediyor mu?

O işlerde hızlanma var. Kendimizi kabul ettirmeye ve İzmir Hahamı olarak Rav’ımızın imzasını kabul ettirmeye başladık. Ama çamur atan çok tabi. Bunun gibi üzerinde çalışmamız gereken birçok konu var. Geçenlerde bazı rakamlar geldi önüme: Bir Şabat sabahı Beth-İsrael’de 11-12 kişi, Alsancak’ta 20 kişi, Algazi veya Bikur-Hulim’de 11-12 kişi ile dua yapılıyor. Şabat sabahı İzmir’de duaya gidenlerin sayısı 40 - 50 kişi. 1.400 kişilik bir cemaatte yüzde olarak çok düşük, yüzde 5 bile değil. Bu tabi birlikteliği, dayanışmayı azaltıyor gibi geliyor bana. Adetlerimizin ve geleneklerimizin koruması gerektiğine inanıyorum. Sunday School’umuz, Liga’mız olsun istiyorum. Gençlerimizin biraz daha ilgili olmalarını istiyorum. Fanatik, dindar olarak değil ama Yahudi olarak. Ne demek istediğimi anlatabildim mi?

 Türkiye Cemaat Başkanımız İshak İbrahimzadeh’in güzel bir sözü vardı, “Uygulamak istemiyorsan uygulama, ama öğren!” demişti bir konuşmasında.

Çok doğru söylemiş. Bunlar öğrenilmeli. Ben de uygulamıyorum birçoğunu.

 Okurlarımıza bir mesaj ulaştırmak istiyor musun?

Din kardeşlerimizin dayanışmasına, birlik beraberliğine çok önem veriyorum. Kendine “Ben Yahudi’yim” diyorsan, dünyanın neresinde olursa olsun bir Yahudi’nin sorunu senin de sorunun olmalıdır. Mutlaka dayanışma içinde olmamız ve birbirimize destek vermemiz lazım.

Yazının 1. bölümü

https://www.salom.com.tr/haber-97379-Izmir_sinagoglari_yeniden_canlaniyor.html