Sizi en iyi Yahudiler anlar!

“Avrupa’da Yahudiler için gelecek yoktur.” Bu sözleri Paris’te yaşanan elim terör olayları sonrası Belçika’da verilen alarm nedeni ile 2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez Şabat günü sinagoglarını açamayan Brüksel Cemaati Baş Hahamı’nın ağzından işittik.

Mois GABAY Köşe Yazısı
25 Kasım 2015 Çarşamba

Avrupa’da Yahudiler için gelecek yoktur.” Bu sözleri Paris’te yaşanan elim terör olayları sonrası Belçika’da verilen alarm nedeni ile 2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez Şabat günü sinagoglarını açamayan Brüksel Cemaati Baş Hahamı’nın ağzından işittik. Nitekim Rav Avraham Gigi, The Jerusalem Post’a verdiği demeçte Belçika sokaklarında korkunun hâkim olduğunu, insanların sinagoglar yerine küçük gruplar halinde evlerinde dua ettiklerini, buna ekonomik olumsuzluklar da eklenince artık Avrupa’da gelecek göremediklerini aktardı. Okuduğum bu yazı bana daha çok 2003 sinagog saldırıları sonrası ibadethanelerimizin bir dönem güvenlik nedeni ile kapandığı ve cemaat büyüklerinin evlerinde toplanıp dua ettiğimiz günleri hatırlattı. Bugün neredeyse tüm dünya terörün odağı haline gelmişken, eğer siz bir Türk Yahudi’si iseniz bu zaten doğumdan itibaren hayatınızın her evresinde kabullendiğiniz, kodlarınıza işlenmiş korkunun ta kendisidir.

Bilinmedik bir yer ve zamanda yok edilme korkusu, bunun ortaya çıkardığı yoğun güvenlik önlemleri Yahudiler için tarihsel bir gerçeklik olarak yerini korurken, bunun artık sadece Yahudilere özel bir durum değil de, çoğu Avrupa toplumu için yeni bir yaşam düzenine döndüğü bir dönemi yaşamaktayız. Alınan onca önlemin zihinler temizlenmedikçe işe yaramayacağının farkına varması gereken birçok ülke için bu zamanlar bir fırsat olabilecekken, faşizmin sevgi ve empatiye galip geldiği, her ülkenin kendi azınlıklarına kulaklarını tıkamaya başladığı, anlayıştan uzak bir iklimde yaşıyoruz. Bu bazen bir ülkede yaşanan vahim saldırıdan sonra kendini kaybetmiş faşist ve eğitimsiz bir Fransız gencinin “Faslılar kendi ülkeleri İstanbul’a dönsün” söyleminde açığa çıkar. Diğer bir ülkede ise, bir basketbol maçını bile sabote etmeyi marifet sayıp, ülkenin milli marşı okunurken sahaya cisimler fırlatıp, yuhalayan “Biz sadece kâfir ve katillere karşıyız” diyebilen zihniyette kendini gösterir. Bir basketbol maçında karşı takımın milli marşını ıslıklamak, oyuncularına pet şişe fırlatmak, atanları alkışlamak o takımın “İsrail” olduğunu öğrenince sizi haklı çıkarır mı? Ne zaman statlarda terör saldırıları sonrası hayatını kaybedenlerin anısına bir saygı duruşuna bile tahammül edemeyecek hale geldik? Her şeyin normalleşmesini umut ettiğimiz bir dönemde içi nefret dolu kitlelerin yarattığı kaygı sadece bir Türk Yahudi’si olarak değil bu ülkede barış içinde yaşamaya özlem duyan hepimizi düşündürmüyor mu? Avrupa Yahudilerinin bile gelecek göremediği bir iklimde, İspanya ve Portekiz gibi devletlerin verdiği vatandaşlık hakları sayesinde ileride bir gün bu baskı dayanılmaz hale gelirse, kendimize bir alternatif olarak bu ülkeleri görebilmemiz bile, ne kadar vahim bir ortamda yaşadığımızı anlatmaya yetmez mi? Biz ne zaman başkalarının acılarından keyif alıp, neredeyse “onlar da bunu hak etmişti” safhasında insanlığımızdan çıkabilecek kadar kötü olduk? Keşke, tüm Avrupa ülkelerinin azınlıklarını nasıl koruyacaklarını planladığı bir dönemde, yaşanan bu üzücü olay sonrasında ülkeyi yönetenlerden birinin çıkıp “Biz bunu tasvip etmiyoruz, yaşananları kınıyoruz” şeklinde bir açıklamasını duyabilseydik. Demokrasilerin, azınlıkların haklarını korumak için var olduğunun unutulup, kendi içimizde yarattığımız ortak düşmanlara saldırmanın prim yaptığı yeni bir düzeni yaşıyoruz. Ak­lın ye­ri­ne inan­cı, bi­li­min ye­ri­ne di­ni, ger­çe­ğin ye­ri­ne var­sa­yı­mı alan bu anlayış, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın bir kısmının yaşadığı ge­ri­de ka­lış­la­rın, yıkım ve yok oluşların asıl sebebiyken, biz neden her gün biraz daha ahlaki değerlerimizin uzağına itiliyoruz?

Neyse ki, her şeyin simsiyah olduğu bir dönemde toplumunun aynası olup, geleceğe umutla bakabilen liderlerimiz var. Pazar sabahı Alef salonunda büyük bir keyifle dinlediğim Hahambaşı Rav İsak Haleva ile Yazar Zülfü Livaneli’nin bol anekdotlu sohbeti, bir din adamı ile bir entelektüelin akıl çerçevesinde aynı düzlemde buluşabileceklerinin en güzel göstergesiydi. Dileğim, bu ülkede Yahudi toplumunun, Avrupa’daki cemaatlerin aksine geleceği adına umut taşıyan liderleri varken, birilerinin bu dostluğa gölge düşürmeden, barış çerçevesinde dost meclislerinin devam etmesidir. Güvenlik kaygılarımızın yerini gelecek umutlarımızın alacağı günler dileğiyle…