Size katılmıyorum Roger Cohen!

Mois GABAY Köşe Yazısı
11 Kasım 2015 Çarşamba

“Erdoğan Türkiye’yi başka bir yöne götürmeden, Türkiye Avrupa Birliğine girmelidir.” Bu sözleri, New York Times gazetesi köşe yazarı Roger Cohen’in cumartesi akşamı Limmud çerçevesinde verdiği konferansta not almışım. İsrail’e yönelik eleştirel tutumu ile tanınan yazarın kimi görüşlerine katılsam da tıpkı ülkem adına söyledikleri gibi Ortadoğu üzerine bazı düşünceleri de Obama yönetimi ile alıştığımız “İyi bir Amerikalı” bakış açısının ötesine geçemiyor. 

Aslında Roger Cohen, bu semineri İstanbul’da herhangi bir sivil toplum kuruluşu veya üniversitede verseydi, eminim İsrail konusunda “hariçten gazel okumaya” meraklı basınımızın birçok kalemi onu yere göre sığdırmazdı. Uzaktan bakıldığında özellikle hem Amerikalı hem de Yahudi olup, İsrail – Filistin sorununu tek tarafı suçlayarak açıklamak her babayiğidin yapacağı bir davranış gibi gözükmüyor. Keza Cohen ve ailesi İsrail’de yaşamını sürdürüp o ülkenin içinden bir ses olarak bizlere konuyu aktarsalardı, bunu da sol görüşlü bir düşünce olarak sineye çekebilirdim. Belki fark etmişsinizdir, bu köşede İsrail konusunda çok fikir beyan etmemeye dikkat ederim. Hatta bunu bir nevi oto-sansür olarak da görebilirsiniz. Nitekim bir süredir bilinçlice İsrail’in şeytanlaştırıldığı bir ortamda “Bir Türk Yahudi’sinin iyi bir vatandaş olmakla birlikte İsrail ile gönül bağı olması” çoğu çevrede kabul edilebilir bir durum olmaktan çıkmıştır. Ancak mezun olduğum okula davetli olarak gelen bir gazeteci Ortadoğu ile ilgili bir buçuk saat konuşup İsrail-Filistin sorununu Güney Afrika’daki apartheid dönemi ile karşılaştırabiliyorsa bir kez daha düşünmemiz gerekmektedir.

Konuşmasına “Ağaçların kökleri, Yahudilerin ise bacakları vardır” sözleri ile başlayan Cohen, ailesinden de verdiği örneklerle Yahudi toplumunun tarih boyunca hep hareket halinde olduğunu, bunun da kimi zaman kültürel kayıplara yol açtığını açıkladı. İsrail’in kuruluş döneminde, yüzyıllardır hareket altında olan Yahudilerin anavatanına dönmesi ile inanılmaz bir başarı öyküsü olduğuna değinen Roger Cohen,  öte yandan bugünkü İsrail’in ise bu devleti kuranların düşüncesindeki Yahudi anavatanı olmadığını iddia etti. Köşe yazarımızın asıl taraşı sözleri ise, Gazze ve Batı Şeria’yı birer açık hava hapishanesine benzetirken, Gazze’den atılan binlerce füzeyi görmezden gelmesiydi. Nitekim konuşmalarının bir bölümünde gerçeklik payı olmakla birlikte tek taraftan fedakârlık bekleyen açıklamaları İsrail analizini ana akım medyamızda görmeye alıştığımız bakış açısının ilerisine taşımayı başaramadı. Netanyahu yönetimini iki devletli bir çözüm için yeterince özveride bulunmamakla suçlayan Cohen, geçmişte Yitzak Rabin’den sonraki dönemlerde de Ehud Barak’ın Kudüs konusunu içine alan çabalarında Filistin tarafının çözüme yanaşmadığı ve mevcut statükoyu korumaktaki ısrarını ise ıskalamaktaydı. İki devletli bir çözüm savunan Kohen, İsrail devleti içindeki mevcut Arap nüfusun akıbeti hakkında da bir açıklama getirmedi. Netanyahu’nun sonradan geri almak zorunda kaldığı ve Holokost’un ayarları ile oynayan tehlikeli sözlerine yönelik eleştirisine katılsam da, bıçaklı terör saldırılarına binaen “Filistinliler kendi geleceğini tayin etmek istiyor” savı ise yine tek taraşı bir bakış açısının dışa vurumuydu. Her iki toplumun yöneticilerinde de “liderlik vasfı eksikliği” olduğunu belirten Cohen, Netanyahu’nun yaşanan terör olayları sonucunda ilk önceliğini ne olursa olsun “kendi halkının güvenliğine” verdiğini ise kabul etmemekteydi. Konuşmasında Amerika’daki İsrail muhalifi Yahudi lobisi J-Street’e de atıfta bulunan Cohen’in sözleri Yahudi toplumu içindeki fikir zenginliği açısından umut taşısa da, İsrail gerçeğine ışık tutmaktan uzaktı.

Konuşma sonrasında asıl şaşırdığım bir diğer konu ise salonda bulunanların zorlayıcı bir soru ile Roger Cohen’i sıkıştırmamasıydı. Bu bir yandan toplumumuzun farklı fikirlere olan saygısını gösterirken, ister istemez taraşı medyanın dezenformasyonuna maruz kaldığımız bir ortamda “İsrail konusunda ne kadar bilgiliyiz?” sorusunu da aklıma getirdi. Tam bu noktada Şalom gazetesinin İsrail haberlerini verirken her kesimden tepki çekebilen objektif bakış açısının doğru bilgilenmek için ne kadar önemli olduğunu da bir kez daha hatırladım. Roger Cohen, tıpkı geçtiğimiz hafta hükümet ile ilgili cesur sözlerinde “Türk halkının önceliklerini ve farklı dinamiklerini” ıskaladıysa İsrail konusunda da fazla iyimser sözleri ile gerçeklere uzak kalmıştır. Arap dünyasında İsrail’i ortadan kaldırma fikri yok olmadığı sürece ne yazık ki kalıcı bir barış çok uzaklarda gözükmektedir. Hepimizin ortak dileği bir an evvel her iki tarafın uzlaşması ve geçmişin hesapları yerine çocuklarımızın geleceğinin inşasıdır. Zira en kötü barış en haklı savaştan daha iyidir.