Netanyahu’nın tespiti: Hafif bir dokunuş

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
4 Kasım 2015 Çarşamba

Geçtiğimiz haftalarda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Holokost’un  ilham kaynağı hakkındaki tespitleri manşetlere düşünce, yeni yeni okumuş olduğum bir kitabı tekrardan önüme aldım: ‘Nazis, Islamists and the Making of the Modern Middle East.’

Netanyahu, Filistin Mandasının ilk Britanyalı Genel Valisi Sir Herbert Samuel tarafından Kudüs Müftüsü olarak atanan Hacı Emin El Hüseyni’nin 1941 Kasımında Hitler’le yaptığı görüşmelerde, ‘Son Çözüm’ hakkında telkinde bulunduğunu ve bu konuda kendisini etkilediğini iddia etti.

Esas itibarı ile bu bir hata değildi. Ama izaha muhtaç bir ifadeydi. Gerçekten de, söz konusu görüşmede olsun, Müftü’nün, bunun öncesinde Duçe Mussolini ile Roma’da yaptığı görüşmelerde olsun, Yahudilerden hiç iyi söz edilmemiş, Filistin’in bir Yahudi vatanı haline gelmesine ön ayak olan Britanya’ya karşı bölgede mutlaka savaşılması gerektiği görüşünde mutabık kalınmıştı.

El Hüseyni, Yahudileri kendisine can düşmanı ilan etmişti çoktandır. Filistin’e gerçekleşen Yahudi göçü, burada satın alınan topraklar, kurulan yerleşimler, yeşeren Yahudi geleceği Müftüyü, onların ortadan kaldırılmasının, ‘denize dökülmesinin’ mutlak çözümü getireceği noktasına getirmişti.

Müftünün bu fikri yeni değildi. Elbette ki Hitler’in de Yahudiler hakkında geliştirdiği nefret de, 1941 Kasımında Berlin’deki görüşmelerinde pat diye ortaya çıkmamıştı. Henüz 1922’lerde, El Hüseyni’nin yeni yeni Kudüs Müftüsü olarak atandığı yıllarda, kaleme aldığı Kavgamın sayfaları arasından, Yahudi düşmanlığının en rafine hali fışkırmaktaydı adeta.

Burada şu tespiti yapmakta fayda var: Hitler’in Yahudi nefreti tamamen ırkçı bir kaynaktan beslenmekteydi. El Hüseyin ise siyasi bir noktadan hareket etmiş ve düşmanlığını seneler boyunca bileyerek ırkçılık seviyesine taşımıştı. Antisemitizmin dibine vuran bu iki kişinin bir araya gelmesi ancak nefretlerinin teyidi olmuştur.

Görüşmenin yapıldığı dönemin kendine özgü konjonktürünü hatırlamakta fayda var: Öncelikle Alman ordularının o dönemde Rusya’nın derinliklerine doğru hızla kaydıklarını, Ukrayna üzerinden gözlerini Kafkasya’ya diktiklerini anımsamak gerek. Benzer şekilde Kuzey Afrika’da da Kahire istikametine hızla ilerlemektedirler.

İşte El Hüseyni açısından kilit nokta burasıdır. Avrupa’da ve Kuzey Afrika’da Britanya ile savaşan Almanları, Ortadoğu’ya, daha doğru bir tanımlamayla, Filistin’e sarkmaya ikna edebilir miydi? Hitleri böylesi bir coğrafyaya çekmek Müftüye zafer kazandırabilir, Nazi ölüm makinesi önce buradaki Yahudileri yok eder, sonra da Filistin’in anahtarını kendisine verebilirdi.

Muhtemelen El Hüseyni’nin Hitler’e bir nebze ilham kaynağı olan önerisi bu olabilirdi. Esas itibarı ile II Wilhelm’den bu yana Almanların Ortadoğu’ya giderek artan bir ilgileri vardı. Petrolün öneminin artması ile doğru orantılı gelişen bu ilgi birinci savaşta Osmanlı’ları, ikinci savaşta Arapları Almanların değneği haline getirmişti. Bu aşamada, Yahudi düşmanlığı hem Hitler hem de El Hüseyni için yan üründü… En azından ilk başlarda.

Konjonktürden devam edecek olursak, Hitler – El Hüseyni buluşması gerçekleştiğinde Ukrayna ve Doğu Avrupa’nın steplerinde Yahudiler katledilmeğe başlanmıştı bile. “Bir Kurşuna Bir Yahudi”… Eylül 1941 sonlarında Kiev yakınlarında gerçekleşen Babi Yar kıyımı ve benzerleri, yeni yeni yaşanıyordu. Ve El Hüseyni’yi etkileyen, kendisini Hitler’e hayran bırakan buydu: Yahudileri yok etmedeki kararlılığı…  Dikkat etmek gerekir ki, o tarihlerde henüz Wansee’de toplanılmamış, Nihai Çözüm üzerine emirler yağmaya başlamamış, Varşova Gettosu boşaltılmaya başlanmamış ve toplama kampları ölüm kampları haline gelmemişti.

Hitler El Hüseyni’nin kendisine lojistik destek teklifini askeri olarak değerlendirme kararı aldığında aklında Holokost’u Filistin’e taşımak var mıydı? Elbette evet! Her ikisi de bir taşla iki kuş vurmanın hesaplarını yapan iflah olmaz Yahudi düşmanlarıydılar. Yapılan anlaşma uyarınca Müftü’nün kontrolünde kurulan Berlin’deki Arapça radyo, çıkartılan gazeteler ve diğer propaganda araçları ile Müslüman gençler hızla etki altına alınıyor, Bosna’da, Kafkaslarda, Arapça konuşan coğrafyada oluşturulan Müslüman SS Birlikleri ile Almanlara çok değerli bir destek veriliyordu. Daha doğrusu destek verilebileceği planlanmıştı.

Gelin görün ki planlar tutmaz. İlk önce İngilizlerin El Alameyn’de Almanları durdurmaları Filistin’e giden yolun kapanmasına neden olur. Sonra da Sovyetlerin Stalingrad’da aldıkları zafer Hitler’in Kafkasya üzerinden Ortadoğu’ya inme hevesine son verir. Ne Kafkas ne de Ortadoğu petrollerine geçiş yoktur.

Avrupa Yahudileri Nazi ölüm makinesi tarafından kırılırken Filistin’dekiler kurtulmuşlar, El Hüseyni’nin buraları Yahudi’den temizleme arzusu ileri tarihlere taşınmıştır. Son tahlilde, El Hüseyni’nin bu ihtirası günümüzde etkin olan siyasi İslam antisemitizminin kurumsallaşmasının önünü açar. Bunda Müftü’nün savaştan sonra uzun süre yaşamasının ve İslamcı Arap milliyetçiliğinin şekillenmesinde aktif rol almasının da aetkisi olacaktır.