Yangın var!

Küçüklüğümde misafirperverliği ile övünen, aza kanaat getiren, tevazu sahibi toplumumuz artık yok; insanlarımız, birbirlerinin kuyusunu kazar hale gelmiş. Naif olan, romantik olan hiçbir şey yok artık. Masumiyet bitmiş. Cehaletle yoğrulmuş küstahlık, sosyal karakter olmuş çoktandır. Değerler karanlığa gömülmüş… Doğru olan, iyi olan eksilmeye başlamış, hem de hızla.

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
7 Ekim 2015 Çarşamba

Açıktan bakmak gerekir bir resme ifade ettiği bütünü anlamak için. Fotoğrafçının deklanşöründen çıkanın keyfine varabilmek için uzaktan bakmak gerekir. Bir senfoninin derinliğine varabilmek, tüm sesleri duyabilmek, enstrümanlar arasındaki uyuma varabilmek için onu uzaktan dinlemek gerekir.

Aynı şekilde gelişen olaylar karşısında doğru değerlendirmeler yapabilmek için, onları adil bir şekilde adlandırabilmek için de, uzaktan, olabildiğince uzaktan bakmak, kişiyi sağlıklı sonuçlara götürür.

İki haftadır evden uzaktaydım. Ne gazete okudum, ne de haber dinledim. Sosyal medya paylaşımları bu açığımı etkin bir şekilde kapattı... Memleket hallerini uzaktan takip etmenin rahatlığı ve daha da fazla, huzursuzluğu insanı kıvrandırıyor, nafile şekilde…

Duyduklarım, izlediklerim, okuduklarım kan dondurucu… Detaylar çok önemli değil: Memlekette yangın var!

Toplumu bir arada tutan güven çökmüş, insanlar birbirlerini öyle veya böyle yaftalar hale gelmişler. “Durumdan vazife çıkarma” üzerine inşa edilen çetecilik almış yürümüş. Sosyal yapının her katmanında saflar tutulmuş, erk sahibi olduğuna inanan, gücü yettiğine saldırıyor.

Uzun süreden beri sözlüklerden çıkmış saygı ve sevgi, yerini kin ve nefrete bırakmış. Küçüklüğümde misafirperverliği ile övünen, aza kanaat getiren, tevazu sahibi toplumumuz artık yok; insanlarımız, birbirlerinin kuyusunu kazar hale gelmiş. Naif olan, romantik olan hiçbir şey yok artık. Masumiyet bitmiş. Cehaletle yoğrulmuş küstahlık, sosyal karakter olmuş çoktandır. Değerler karanlığa gömülmüş… Doğru olan, iyi olan eksilmeye başlamış, hem de hızla.

Toplumları karşılaştırmak doğru değildir. Hepsinin ayrı bir tarihi, ayrı bir hafızası vardır ki, tepkileri ve davranışları bunlardan çok etkilenir. Yine de insan düşünmeden edemiyor, Batılı nasıl becermiş diye… Ne yapmış ki, biz yapamamışız. Sorgulamış. Önüne konanı doğru diye kabul etmemiş. İnandırılmaya set çekmiş. Birey hakları, adalet, eşitlik gibi ilkeleri öne çıkartmış. Hesap vermiş, çifte standart uygulamamış. Hatasının karşılığını ödemiş, hem de ağır şekilde ödemiş. “Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” diye efelenmemiş kimseye. Düzenin önemini, kanunun vazgeçilmezliğini özümsemiş. Sorunları olmuş tabii. Ancak bunları belli çizgiler içinde, ahenk ile çözmüş. Biz de mış gibi yapıyoruz, dolayısıyla sıfırla başlıyor ve sıfırla bitiriyoruz. 

İçinde yaşadığımız ortamı üç sözcük ile tanımlayın deseler, kâğıdın üstüne kaleminiz hangi harfleri dizerdi? “Kaos, cangıl, savrulmuşluk” bir öneri olabilir. “Bölünmüşlük, bıkkınlık, çaresizlik” başka bir öneri… Eminim ki, bu üçlülerden başka yığınla kombinasyon çıkartmak olası, düşünenler için… Endişeli olanlar için…

Tanınıyoruz. Herkes biliyor son demlerde yaşadıklarımızı. Uzaktan izliyor ve değerlendiriyorlar. Ancak, eskiden olduğu gibi, Türkiye dediğimizde hayranlık nidaları atılmıyor artık. Kibarlıktan, İstanbul’un ne kadar güzel olduğundan, burayı ziyaret ettiğinden ya da etmek istediğinden falan söz ediyor insanlar. Tam ‘şiş kebabı - rakı’ muhabbeti yapıyorlar. Oysa bizler bunları çoktan aşmıştık. Duruşumuz ile tutumumuz ile gurur duyuyorduk kendimizden, çok değil beş on sene öncesine kadar. Şimdi ise dudak bükülür hale gelmişiz. Yani fıssss’lamışız.

Dünün politikaları bugünün, bugününkiler yarının tarihidir. İleride tarih ne yazacak? Ego odaklı siyaset memleketi çürüttü mü diyecek? Atatürk’ün gençleri, sizler cahil bir kalabalık oldunuz mu diyecek? Beceriksiz, basiretsiz, kişiliksiz bir insan topluluğu ancak bu kadarını hak eder mi diyecek? Ne diyecek?