Üç vasat film

Nicloux’nun ve Çinli Jia Zhang-Ke’nin filmlerinin ödül almamalarına kimsenin itirazı olmadı

Viktor APALAÇİ Sanat
29 Temmuz 2015 Çarşamba

Bombadan da Ağır’da, ünlü bir kadın fotoğrafçının trafik kazasından ölmesinden sonra, arkasından bıraktığı sırları ailesi çözmeye çalışıyor. Ancak genç Norveçli J.Trier adını umut vaat eden yönetmenler arasına  yazdırıyor. İntihar etmesinden altı ay sonra, oğullarından ‘Ölüm Vadisi’nde’ buluşmalarını isteyen bir mektup alan karı koca, ‘Aşk Vadisi’nde mistik bir yolculuğa çıkıyorlar. Yeni Çin Sinemasının öncü auteur yönetmeni Jia Zhang- Ke, Çin toplulumunun 25 yıllık bir zaman dilimi içinde yaşadığı değişikliği mercek altına alıyor.

 

1-GİZEMLİ BİR AİLE DRAMI

Akira Kurasawa’nın başyapıtı ‘Raşomon’ı anımsatan yapısı ile ‘Bombadan da Ağır/Louder than Bombs’ bir annenin ölümünün ardından, aile bireylerinin olaya bakış açılarını ayrı ayrı perdeye yansıtıyor. Cannes’da dört yıl önce ‘Oslo 31 Ağustos’ adlı ikinci yönetmenlik denemesiyle büyük beğeni kazanan genç Norveçli senarist-yönetmen Joachim Trier, bu kez uluslararası yarışmada kabul görüyor.

1974 Kopenhag doğumlu Trier, bu üçüncü filmi olan Fransız- Amerikan-Alman ortak yapımında uluslararası bir oyuncu kadrosuyla çalışma fırsatını buluyor. ABD’li Gabriel Byrne, Jesse Eisenberg, David Strathairn ve Fransız İsabelle Huppert.

Trier’in İngilizce çevirdiği film, uluslararası bir üne sahip bir kadın savaş fotoğrafçısının ani ölümünden üç yıl sonra, eserlerinin sergileneceği bir etkinliğin hazırlık safhasında yaşananlara odaklanıyor. Fotoğrafçı annenin İsabelle(İsabelle Huppert) arkasında bıraktığı sırları, ailenin diğer bireyleri, kocası Gene(Gabriel Byrne),evli oğlu Jonah(Jesse Eisenberg)ve erkek kardeşi çözmeye uğraşıyorlar.

 İsabelle’nin iş arkadaşı ve editörü Richard’ın(David Strathairn)devreye girmesiyle, gizemli bir aile dramına tanıklık ediyoruz. Bu samimi kılı kırk yaran(ama biraz geveze)film, bir annenin ölümü ardındaki hesaplaşmayı işleyen konusuyla, İtalya adına yarışan Moretti’nin ‘Annem’i ile akrabalıklar taşıyor.

Danimarkalı meslektaşı Lars Van Trier ile isim benzerliğinden başka ilgisi olmayan Joachim Trier, ülkesi Norveç’in ismini 36 yıl aradan sonra Cannes’da temsil ettiği filmiyle umut vaat eden genç yönetmenler arasına girerek yazdırıyor. Karısı İsabelle’in bir trafik kazasında ölümünden sonra eski aktör Gene, iki oğlunun istikbalini garanti almayı hayatının amacı yaparak, kariyerini sonlandırmıştır. Evli ve karısı yeni doğum yapan Jonah, eski nişanlısından yakınlık görünce kendisiyle yatağa girmekten geri kalmaz. Yeni yetme kardeşi, büyüme sorunlarıyla boğuşurken, annesinin ölümünün, basit bir trafik kazası mı, yoksa bir intihar mı olduğunu sorgulamaktadır.

 İsabelle ile savaş alanlarında sürekli  beraber olan Richard’ın Gene’e karısıyla eski yıllarda bir ilişki yaşadığını itiraf etmesi, durumunu büsbütün karıştırır. Trier ve üç filminde senaryosunu birlikte yazdığı Eskil Vogt’un özenli senaryosu, ilgiyi sürekli ayakta tutan sinema dili, ustalıklı oyuncu yönetimi ile bu ilk Cannes deneyiminden yüzünün akıyla çıkıyor.


2-MİSTİK VE FANTASTİK BİR YOLCULUK

68. festivalin yarışma filmlerinden, Gus Van Sant’in ‘Ağaç Denizi/The Sea of Trees’ kahramanlarını Japonya’daki ‘İntihar Ormanı’na götürüyordu. Yarışmaya son dakika da dâhil edilen iki filmden biri olan ‘Aşk Vadisi/Valley Of Love’da Fransız Guillaume Niclou, karı koca kahramanını ABD’deki ‘Ölüm Vadisi’ne götürüyor. Gérard Depardieu ile İsabelle Huppert’i ‘Loulou’ adlı filmden tam 35 yıl sonra tekrar bir araya getiren ‘Aşk Vadisi’,oğullarının intiharından altı ay sonra, önceden düzenlenen bir mektupta ‘Ölüm Vadi’sinde buluşan bir karı kocanın öyküsünü anlatıyor. Depardieu Cannes’da 1990’da ‘Cirano De Berjenac’ ile En İyi Erkek Oyuncu, Huppert ise 2001’de Haneke’nin ‘Piyanist’inde ve 1978’de Chabrol’un ‘Violette Noziére’inde iki kez En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazanmıştı. İki ünlü oyuncu olarak tanışan, birbirlerini seven ve evlenen İsabelle ile Gerard’ın sonradan yolları ayrılmış ve birbirlerini uzun yıllar hiç görmemişlerdir. Yalnızca kariyerlerine odaklanan ikili ABD’de yaşayan müşterek oğulları Michel ile hiç ilgilenmemişlerdir. Michel’in intiharından altı ay sonra aldıkları mektupta, Michel’in onları affetmesinin yolunun ‘Ölüm Vadisi’nde buluşup, çizdiği programa uymaktan geçtiğini öğrenirler. Durumun saçmalığına rağmen, ikisi çölün ortasındaki bir motelde bir araya gelirler, öldürücü bir sıcak altında her gün mektupta yazılı yerlere giderler. Bu mistik yolculukta, birbirlerinden kopan eski karı-kocanın suçluluk duygularıyla yüzleşmesini, Guillaume Nicloux’nun kaleminden çıkma nefis diyaloglar eşliğinde izleriz.

1966 doğumlu yazar-yönetmen-aktör Guillaume Nicloux’nun kariyerinde dokuz roman ve on film var. Bir önceki filmi ‘La Religieuse’de birlikte çalıştığı İsabelle Huppert ve yapımcısı Sylvie Pialat (Maurice Pialat’nın eşi) sayesinde filmde yer alan Gérard Depardieu ile sağladığı uyum sayesinde, Nicloux, Cannes’daki bu ilk filminde, mistik ve fantastik bir melodrama imza atıyor.

 

3- ÇİN’DEN İNSAN MANZARALARI RESMİ GEÇİDİ

2005 yılına kadar filmleri ülkesinde gösterilmesi yasaklanan 45 yaşındaki Çinli yönetmen Jia Zhang-Ke, iki yıl önce Cannes’da ‘A Touch Of Sin’ ile senaryo ödülünü kazanmıştı.19 filmlik kariyeriyle Yeni Çin Sinemasının öncü auteur yönetmenleri arasında yer alan Jia Zhang- Ke, bu yıl Cannes’a beşinci gelişinde, ‘Mayıs Gidişi Dağları/Mountains May Depart’ ile 1990’da başlayıp, yakın bir geleceğe (2025) uzanan üç bölümlük bir öykü anlatıyor. Bir önceki filminde, yozlaşma ve şiddetin, Çin ekonomisinin baş döndürücü yükselişinde, birer kanser tümörü gibi büyüdüklerini anlatmıştı. Bu son filmi zenginleşen Çin’den ilginç bir insan manzaraları resmigeçidi sunuyor.

 İlk öyküde aynı genç kızı seven çocukluk arkadaşı iki erkekten zengin olanın genç kızı evliliğe razı edişini anlatıyor. Zang, sahibi olduğu maden şirketinde çalışan Liand’ın sevgilisini elinden almakla kalmıyor, onu işinden de kovuyor.

Orta direk bir ailenin güzel kızı olan Tao, tüm enerjisini paragöz babasının Dollar adını verdiği oğlunun eğitimine harcıyor, evliliğini sürdüremeyince, çocuğunun velayetini de Zang’a kaptırıyor. İş bulmak, evlenmek ve kendine yeni bir hayat kurmak için Liand yaşadığı şehri (Shanxi) terk edip Moğolistan’a göç eder. Evlenip çocuk çocuğa karıştıktan sonra hastalanan Liand, ameliyatı için gereken parayı bulmak için Shanxi’ye geri dönüyor.

Filmin15 yıl sonraki ikinci bölümünde Liand’ın karısının Tao’ya ulaşıp kocasının ameliyat parasını sağlamasını  izliyoruz. 25 yıllık bir sıçrama yapıp, 2025 yılında fütüristik bir öngörü ile Çinli zengin iş adamlarının yatırımlarını Avustralya’da sürdüreceklerini ileri sürüyor. Frapan bir kadınla evlenen Zang servetini artırmıştır, ama mutsuzdur. Bir kumarhanede çalışan, babasından kopan Dollar,annesi yaşındaki bir kadınla yaşamaya başlar.

Film dört başkarakterinin, umutlarıyla, aşklarıyla, düş kırıklarıyla, yazgılarının çizdiği yoldaki yalpalamalarını anlatıyor.

Jia Zhang Ke, bu tarihi politik ve sosyolojik fresk ile Çin toplumunun, 25 yıllık bir zaman dilimi içerisinde yaşadığı değişikliği mercek altına alıyor. Yazdığı senaryonun boşluklar barındırması, mizansenin dağınıklığı, müthiş bir oyuncu olan, ilham perisi karısı Tao Zhao’nun varlığına rağmen, filmin sıkıcı olmasını engellemiyor.

2006 Venedik Film Festivalinin Altın Aslan Ödüllü (Still Life)sanatçısı, bu yılın düş kırıklığı yaratan yönetmenleri arasındaydı.