Kimlik meselesinin çeşitli boyutları

Umut UZER Köşe Yazısı
29 Temmuz 2015 Çarşamba

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki zenci haklarını savunan en önemli kuruluşlardan olan NAACP’nin (National Association for the Advancement of Colored People) Washington eyaletindeki Spokane şehrindeki temsilciliğinin başkanı Rachel Dolezal’ın etnik kökeni, geçen ay Amerika’da yoğun bir şekilde tartışıldı. Kendisini zenci, en azından melez olarak tanıtan Dolezal’ın ailesi kızlarının kendileri gibi beyaz olduğunu ifade ettiler. Buna karşılık Dolezal, kendisini siyahi olarak hissettiğini söyledi. Tartışmaya katılan NBA’in efsanevi basketbolcularından Kareem Abdul Jabbar, Dolezal için “İstiyorsa bırakın kendisini zenci olarak tanımlasın” dedi. Bununla birlikte, NAACP’te siyahilerin hakları için başarılı bir şekilde mücadele eden Dolezal’ın, ancak son yıllarda kendisini zenci olarak tanımlamaya başladığı ortaya çıktı ve sonrasında ‘bir insanın kimliğinin ne kadarının doğuştan, ne kadarının ise sonradan tercih ile edinebileceği’ üzerine tartışmalar, ülkemizin kendine has yoğun günlük tartışmaları arasında kendisine yer bulamasa da ABD gündemini uzun süre meşgul etti.

Aslında Amerikan Başkanı Barack Obama için de, kimliği üzerinden yoğun tartışmalar yapıldı. Ancak Obama, annesinin beyaz, babasının ise Kenyalı olduğunu hiç inkâr etmedi. Fiziksel özellikleri sebebiyle beyaz olduğunu zaten iddia edemezdi. Nitekim Obama kendisini gençliğinden beri siyahi olarak tanımladı ve günümüze kadar da bu kimliği sahiplendi.

Bunların dışında, Obama’nın aslında Müslüman olduğuna dair iddialar da ortaya atıldı, ancak, annesinin beyaz olması ve anneannesi tarafından büyütülmesi, beyaz Amerika’yı da tanımasını ve onlarla da rahat ilişkiler kurabilmesini mümkün kıldı. Siyah ve beyaz Amerikalılar arasında böylelikle önemli bir köprü oldu. Ancak kendi iktidarında birçok Afrikalı Amerikalının polislerce çeşitli şekillerde öldürülmesi kendisi açısından şanssızlık oldu ve Amerika’da hâlâ ırklar arasındaki ilişkilerin sorunlu olduğunu gözler önüne serdi.

Son olarak ABD’nin Güney Carolina eyaletinde bir zenci kilisesine saldırıyı yapan kişinin ırkçı bir nefretle bu katliamı gerçekleştirmiş olması ve Amerikan İç Savaşında köleliği savunan, dolayısıyla ırkçılık ile özdeşleştirilen Güney kuvvetlerinin bayrağı (Confederate flag) ile pozlarının bulunması, Güney Carolina’nın eyalet meclisinde dalgalan bu bayrağın kaldırılması sonucunu getirdi.

Tarihte köle olarak Afrika’dan Amerika’ya getirilmiş olan zenciler, sömürülmüş, baskıya maruz kalmışlar ve tecavüze uğramışlar bunun da sonucu olarak, Afrikalı-Amerikalı denilen grubun mensuplarının kökenlerinde yüzde 35 oranında beyaz bir dede veya büyükbaba mevcuttur. Bütün bu ayrımcılığa ve ırkçılığa rağmen günümüzde zenci olmanın bazı beyazlarca havalı bir şey olarak algılandığı, eğlence dünyasında, rapçi Vanilla Ice örneğinde olduğu gibi, onlara benzemeye çalışan insanların olduğunu da hatırlamalıyız. Yani polis şiddetinin zencilere karşı çok daha şiddetli olarak devam ettiği doğru olsa da NBA’de, Hollywood’da veya müzik dünyasında zencilere benzemeye çalışanların veya onların kültüre ve spora katkılarını takdir edenlerin oldukça fazla olduğunu söylemeliyiz.      

Aslında Amerikan toplumunda kimlik tartışmaları yeni değildi. 1960’da John F. Kennedy başkanlığa adayken, Katolik kökenli olması sebebiyle Vatikan’dan emir alabileceğine dair hâlâ Protestan bir toplum olan Amerika’da endişeler ifade edilmişti. Buna karşılık Kennedy Houston’da Protestan papazların önünde yaptığı bir konuşmada Amerika’ya bağlılığının kendi dini inancı sebebiyle sorgulanamayacağını ve adaylığını engellenemeyeceğini ifade etmişti. Asıl meselenin kendi dini olmadığı ve gerçek sorunların Sovyetler Birliği’nin Karayip’lerde artan askeri varlığı ve Amerika’daki mevcut ciddi fakirlik olduğunu söyledi. Ne tür bir dine inandığından çok nasıl bir Amerika’ya inandığının daha önemli olduğunu vurgulayan Kennedy, bugün kendisine yapılabilecek bir ayrımcılığın ileride başka mezheplere veya Yahudilere yapılabileceği uyarısında bulundu. Hayalinin kilise ile devlet işlerinin kat’i bir şekilde ayrıldığı ve dini özgürlükleri tam olan ve kimsenin siyasi haklarının inandığı din sebebiyle elinden alınmadığı bir ülke olduğunu vurguladı. 

Böylelikle Kennedy, Amerika’nın bugüne kadar tek Katolik kökenli başkanı seçildi.1 Tabi burada vurgulanması gereken nokta, Amerika’nın yakın zamana kadar beyaz Protestan (WASP) bir ülke olduğu ve özellikle ondokuzuncu yüzyılda Katoliklere ciddi ayrımcılık yapıldığıdır. Ama zamanla Katolikler ve Yahudiler, beyaz halkın parçası olarak görülmeye başlamış, fakat zencilere karşı resmi ayrımcılık politikası 1950’li ve 1960’lı yıllara kadar devam edebilmiştir.  

Bütün bu tartışmalar, aslında kimlik meselesinin ne kadar kompleks ve çok katmanlı olduğunu göstermektedir. İstediğimiz kadar bir kimliğe ait olduğumuzu iddia edelim, eğer toplumun çoğunluğu bu iddiayı reddediyorsa o toplumun tam ve eşit parçası olmak mümkün olmamaktadır. 20. yüzyılda Alman Yahudileri kendilerini Alman olarak görmelerine rağmen toplumun çoğu ve özellikle 1933 yılında iktidara gelen siyasi parti bu durumu kesinlikle reddediyordu. Dolayısıyla geniş toplum bir gruba dışlayıcı bir yaklaşımda bulunursa o grubun milletin asli unsuru olması mümkün olamamaktadır.  

Kim olduğumuzu kendimiz kadar, hatta daha fazla bir şekilde geniş toplum belirler. Kimliğin temel unsurları Amerika’da olduğu gibi ırk olabildiği gibi, din, mezhep ve konuşulan dil de olabilir. Bu bağlamda Avrupa’da din savaşları ya da daha doğru bir ifadeyle mezhep savaşlarını (Katolik-Protestan) hatırlamakta fayda vardır. Günümüzde mezhep olgusu Avrupa’da önemini kaybetmişken, yabancı düşmanlığı ve ayrımcılık daha çok Yahudilere ve Müslümanlara odaklanmıştır. İslam Dünyasında ise, Şii-Sünni çekişmesinin sıklıkla kanlı sonuçları olmaktadır.

Dolayısıyla, 21. yüzyılı yaşadığımız günümüzde bile, hâlâ kimliğin çeşitli yansımaları husumet unsurları olarak karşımıza çıkabilmektedir.   

 

1   Burada Ronald Reagan’ın babasının da İrlanda kökenli Katolik olduğunu hatırlamakta fayda var ama kendisi annesinin Protestan inançlarına bağlı kaldı ve bu mezhebin mensubu olarak hayatını sürdürdü.