Hayal kırıklığı yaratan üç film

Cannes’da evvelce iki kez Jüri Büyük Ödülü kazanmış İtalyan Matteo Garrone’nin 17. asır fantastik öyküsü ‘Masalların Masalı’ yarışmanın en kötü filmiydi. Konusu insanların intihar etmek için geldikleri ‘İntihar Ormanı’nda geçen ‘Ağaç Denizi’nde Gus Van Sant metafizik düşünceler eşliğinde ‘ölüm’ü sorguluyor. Yönetmenin Cannes’da ıslıklanan ilk filmi. Ensest ilişkili konusuyla skandal yaratması beklenen, Valerie Donzelli’nin ‘Marguerite ve Julien’den fiyasko bir film çıktı.

Viktor APALAÇİ Sanat
22 Temmuz 2015 Çarşamba

UNUTMAK İSTEDİĞİM BİR FİLM

Bu yıl Cannes’da en büyük düş kırıklığı yaratan film, evvelce festivalde iki kez Jüri Büyük Ödülü kazanmış Matteo Garrone’nin ‘Masalların Masalı/İl Racconto dei Racconti’siydi.

‘Napoli’nin Shakespeare’i olarak anılan Giambattista Basile’nin popüler masallarının bu sinematografik adaptasyonu, günümüzün en yetenekli 3-5 İtalyan yönetmeni arasında yer alan Garrone için vakit kaybından başka bir şey değildi.

Napoli Mafya’sı üzerine cesareti ve cüretiyle hepimizin hayranlığını kazandığı ‘Gomora’, Fellini’nin ‘Tatlı Hayat’ı ile Sergio Leone’nin ‘İyi, Kötü, Çirkin’ filmlerinden esinlenerek yaptığı ‘Reality’ gibi seviyeli filmlere imza atmış bir yönetmenin, bu masallar yerine vaktini ve enerjisini başka projelere ayırması gerektiğini düşünüyorum. Her ikisi de Cannes’da 2008 ve 2012 yıllarının Jüri Büyük Ödüllerini kazanan filmlerin ilkinde Mafya’nın tehdidi ile Garrone Napoli’yi terk etmek zorunda kalmıştı. ‘Reality’ filminin baş aktörü Aniello Arena adlı mahkûm, mahkemeden alınan özel izinle filmde oynayabilmişti.

Yönetmenin sekizinci uzun metrajlı filmi olan ‘Masalların Masalı’ barok ve fantastik bir dönemde geçen konusuyla, seks düşkünü bir kral, gizemli bir hayvanın esiri olan bir başka kral, takıntılı bir şekilde çocuk yapmak isteyen bir kraliçenin yollarının kesişmesi ve yazgılarının değişmesini anlatıyor.

Müziklerini Fransız Alexandre Desplat gibi Oscar, Cesar, Bafta, Altın Küre Ödüllü bir bestekârın yaptığı, Meksikalı Selma Hayek’in, Fransız Vincent Cassel’in, Amerikalı John C. Reilly’nin İngiliz Toby Jones’un, İtalyan Alba Rohrwacher’in rol aldığı bu son derece iddialı yapım, ne yazık ki sıkıntı içinde izlenen bir film olmuş.

Konusunu fantezi dünyasından alan film odağına hayali krallıkları, perileri, büyücüleri, dev yaratıkları alıyor. İngilizce çekilen film Basile’nin üç farklı öyküsünden yola çıkarak, Garrone’nin de içinde bulunduğu dörtlü bir ekip tarafından senaryolaştırılmış.

Görkemli şatolarda oturan, birbirine komşu üç krallık, gizemli bir yaratığın esiri olan bir kral, prensler, prensesler, soytarılar, saray entrikaları…

Bu yıl jüride yer alan Guillermo del Toro masal dünyasında yer alan fantastik filmleriyle ünlü bir yönetmen. Ancak Garrone’nin bu konudaki yeteneğinin çok sınırlı olduğunu gördük, izlenmesi işkence bu filmin bir an evvel bitmesine dua ettik.

17. asırda yaşamış Basile’nin, dev bir böceğe âşık olan bir kralın (Toby Jones), yanlışlıkla, görmediği doksanlık bir kadına umutsuzca âşık olan bir başka kralın (Vincent Cassel) garip masalları, festivali izleyen eleştirmenlerden kötü not aldı. Screen ve Film Français’deki yıldız değerlendirmesinde Garrone sonunculuğu kimseye kaptırmadı.

SKANDAL BEKLENİYORDU, FİYASKO ÇIKTI

Ensest bir ilişkiyi anlatan konusuyla skandal yaratması beklenen, Valérie Donzelli’nin ‘Marguerite ve Julien’i IV. Henry Fransa’sında geçen konusuyla, gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor. Yeni yetme iken aileleri tarafından birbirlerinden uzak düşürülen iki kardeşten Marguerite, kendisinden 32 yaş büyük bir adamla zorla evlendirilmiştir. Marguerite, sevdiği kardeşi Julien tarafından kaçırılınca, kocası ensest suçuyla tutuklanmasını ister. Truffaut’nun ‘Jules et Jim’ ve ‘L’Enfant Sauvage’ında Resnais, Téchiné, Godard ve Rivette gibi prestijli yönetmenlere senaryo yazarlığı yapmış Jean Gruaut’nın fikir babalığını yaptığı, Donzelli ve filmin aktörü Jérémie Elkaim’in yazdığı senaryonun tutar tarafı yok. Nice Matin gazetesi filmi, ‘Çocuklara Ensest Öyküsü’ başlığıyla yerden yere vurdu.

Yetim çocukların barındığı lüks bir yetimhanenin yatakhanesinde, bir eğitmenin çocuklara uykudan önce okuduğu Marguerite ile Julien’in ensest aşkının kahramanlarını, son yıllarda Fransa’da yıldızı süratle yükselen Anais Demoustier ile genç aktör-yönetmen-senarist Jérémie Elkaim canlandırıyor.

Mimar kökenli, 42 yaşındaki aktris-senarist-yönetmen Valérie Donzelli, dört yıl önce Cannes’da ‘Savaş İlan Edildi/La Guerre est Déclarée’ ile keşfedilmişti. İlk kez uluslararası yarışmaya iki kardeşin çocukluktan başlayıp mahkemede biten ensest ilişkisini anlatan bu filmle katılan Donzelli şansını iyi kullanmadı.

Jean Gruaut’nun 1973’te François Truffaut için yazdığı senaryo üzerine filmini bina eden Donzelli, bugün 90 yaşında olan yazarı ve kendisini Truffaut’nun sinemadaki mirasçısı gibi gören eleştirmenleri fena halde düş kırıklığına uğratıyor.

13 yaşındayken oynadığı Haneke’nin ‘Kurtlar Zamanı/Le Temps de Loups’dan bu yana Cannes’a altıncı gelişinde, Anais Demoustier’nin Marguerite rolündeki başarılı oyunu filmi kurtaramıyor.

ALTIN PALMİYELİ YÖNETMENDEN BİR FİYASKO

Dördü uluslararası yarışmada olmak üzere, Cannes’a beş kez gelen Amerikan Bağımsız Sinemasının prestijli ismi Gus Van Sant, 2003’te ‘Fil/Elephant’ ile hem Altın Palmiye’yi kazanmış, hem de En İyi Yönetmen seçilmişti.

63 yaşındaki Kentucky’li yönetmenin son filmi ‘Ağaç Denizi/The Sea of Trees’in konusu, insanların intihar etmeye geldiği Japonya’daki ‘İntihar Ormanı’nda geçiyor.

Fuji Dağı eteklerindeki Aokigahara ormanındaki yolculuklarında, buranın hayatını sonlandırmak için eşsiz bir yer olduğuna kanaat getiren, birbirlerine yabancı iki adamın karşılaşmaları, yazgılarının değişmesinin başlangıcı olur.

İntihara meyilli Amerikalı ve Japon iki erkek, hayatta kalmanın özünü kavradıkları, hayata bir kez daha bağlandıkları özel bir yolculuğa çıkar.

Geriye dönüşlerle anlatılan filmde, güzel eşi Joan’un (Naomi Watts) ölümünden sonra intihar etmeye karar vermiş Arthur (Matthew Mc Conaughey) uyku haplarını yutmaya başladığında, uzaklarda kendinden geçmiş yaralı bir adam görür. Karşı konulmaz bir insancıl içgüdü ile yardımına koşar.

Onuru için intiharı seçmiş Japon Takumi (Watanabe Ken) Arthur’un müdahalesiyle ölümden döner. Ölmeye karar vermişken, Arthur kendini bir insanın hayatını kurtarma paradoksu içinde bulur. Geriye dönüşlerle, kötü bir evliliği olan Amerikalının, beyin tümöründen ölen Joan’a kötü davrandığı ve onu anlamaya çalışmadığı için pişman olduğunu, hayatta bir amacı kalmadığı için intiharı seçtiğini öğreniriz.

Kocasıyla sürekli kavga ettiği için teselliyi alkolde bulan Joan ile hayatı bir başarısızlıklar manzumesi olan Arthur’un mutsuz hayatı senaryodaki klişe yöntemler eşliğinde anlatılıyor. Gus Van Sant 2002 tarihli ‘Gerry’de, dostluklarını sorgulayan iki erkeğin Ölüm Vadisi’ndeki aç, susuz yolculuğunu anlatmıştı. Bu kez hayatın anlamını metafizik düşünceler eşliğinde sorgulamayı deniyor. Cannes festivallerindeki beş filmini de izlediğim Gus Van Sant’ın ıslıklandığına ilk kez tanık oldum. Oscar ödüllü Matthew McConaughey’e, Avustralyalı Oscar adayı Naomi Watts’a, karizmatik karakter oyuncusu Japon Watanabe Ken’e yazık olmuş.