Ortam ve yaratıcılık

Avram VENTURA Köşe Yazısı
1 Temmuz 2015 Çarşamba

Kalabalığın ve gürültünün en yoğun olduğu zamanlarda, özellikle yazlıkların mevsimsel dağdağasında yaşarken, bir an oluyor sessizliği, yalnızlığı özlüyorum. Kimsenin olmadığı, seslerin sürekli kulaklarımı tırmalamadığı bir yere gitsem… Daha çok kitap okumaya zaman ayırsam, yazılarıma yoğunlaşsam… Kendi içime dönsem, düşüncelerimle baş başa kalsam, diyorum. Bunlar yalnızca zaman zaman aklımdan geçen, ama hiç dile getirmediğim sözler! Belki de tümüyle bir beklenti, bir özlem, yapamadıklarım için ortaya sürdüğüm birer neden aslında. Nitekim aradığım bu ortamı bulduğumda, o an mutlu olduğumu sanırken, kısa bir süre sonra sıkıldığımı, yalnızlaştığımı duyumsuyorum. Çevremden el ayak çekildiğinde, kafam da sanki tümüyle boşalıyor. O kalabalık ve gürültü arasında aklımda uçuşan düşünceleri, yalnız kaldığımda toparlamakta zorlanıyor, sözcükleri bir araya getiremiyorum.

Kuşku yok ki tüm bu söylediklerimi genellemek gerekmiyor. Ayrıca bu konuda sanatçı, düşünür ve bilim adamlarını diğerlerinden ayırmalıyız. Bu güne değin özgeçmişlerini ya da anılarını okuduğum, yakın çevremden tanıdıklarım arasında öyle insanlar var ki, bulundukları en yoğun ortamlarda olsun, hiç etkilenmeden çalışabiliyorlar. Kimi de tümüyle insanlardan kaçarak, bir başlarına kendi içlerine dönüyor, ancak öyle üretebiliyorlar. Kısacası, koşullar kişiyi nereye ve nasıl yönlendiriyorsa, insan da o ortama ayak uydurarak yaratıcı yanını beslemeye çalışıyor.

Bir yerde okumuştum. Victor Hugo, ünlü yapıtı Notre Dame de Paris’i yazmaya koyulduğunda, bir türlü çalışmasına odaklanamıyormuş. Bunun üzerine tüm giysilerini bir sandığa doldurup saklaması için bir dostuna vermiş. Kitap bitmeden bunları getirmemesi için de sıkı sıkıya tembihte bulunmuş. Bu güzel romanı okuduğumuzda, ünlü yazarın odaklanma yönteminin ne denli başarılı olduğunu görebiliyoruz.

Orhan Kemal ise ortam ve koşullar ne olursa olsun yazabiliyormuş. Ekmek parasını kazanma zorunluluğu, en kalabalık ve gürültülü yerlerde olsun onu etkilenmeden çalışmaya yönlendirmiş. Nurer Uğurlu’nun kaleme aldığı İkbal Kahvesi’nde, ünlü yazarın bu yaşam savaşımını okuyabiliyoruz.

Aslında tüm sanatçıların çalışma koşulları bizim için birer örnek oluşturabilir. Bu yöntemlerle ilgili gerek bizde, gerekse batı yazınında yayımlanmış farklı kitaplar bulabiliriz. Sanatçılarla yapılan söyleşilerde de, bu konu sıkça ortaya atılır. Bana göre önemli olan üretebilmek! Nerede, nasıl, ne zaman çalışmış, bu süre içinde neler yapmış, bunlar biz okuyucular için birer ayrıntıdır yalnızca; ama benim gibi birçoğumuzun, her zaman merakını  kışkırtmıştır.

Konuya ortam ve yaratıcılıktan girmiştik…

Kendi payıma sözü şuraya getirmek istiyorum:

Sessizlik, yalnızlık her zaman üretici yanımı tetiklemiyor!

Bir yenilenme, dinlenme, yaptığım işe odaklanma, kendimi dinleme zamanı olarak böyle bir ortam mutlaka gerekli; ancak bunun süresini dozunda tutturarak…