İki kardeş, iki dünya

Bu hafta biri çok ünlü, iki erkek kardeşin gerçek hayat hikâyelerini yazdım. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı ama hayat yolları tamamen zıt yönlere yuvarlanmış, elveda buluşmalarını ise bir cezaevinde gerçekleştirmiş iki insanı yazdım.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
27 Mayıs 2015 Çarşamba

Biri, tarihin en karanlık sayfalarına adını yazdırmış olan iki erkek kardeş 1945’in mayıs ayında Augsburg/Almanya’daki bir cezaevinde hayatlarında son kez bir araya geliyordu. Tutuklu olan Hermann ve Albert kardeşler yolun sonuna geldiklerini anlamışlardı. Hermann, cezaevinin avlusunda kardeşi Albert’e sıkı sıkı sarılacak ve “Üzgünüm Albert, benim yüzünden buradasın ama emim ol, yakın zamanda sen serbest kalacaksın. Özgürlük günlerinde eşim ve çocuklarımla ilgilenmeni rica ediyorum. Elveda Albert” diyecekti.

Bu son görüşmeden tam 14 ay sonra Hermann’ın öngördüğü gibi, Albert cezaevinden çıkacak, 22 ay sonra ise Hermann insanlığa karşı işlediği suçlardan dolayı idama mahkum olacaktı…

***

27 Şubat 1933 gecesi Berlin’de Alman parlamentosu Reichstag’ın önünde Nazi tutanaklarında belirtildiği gibi, Yahudi görünümlü ve komünist sloganlar atan bir takım sivil giyimli kişiler meclisi yakmaya çalışırlar. Yangın görkemli binaya fazla zarar vermeden söndürülür ama o geceden sonra Hitler’in eline büyük bir koz geçer. Bu yangın sayesinde Yahudiler hedef tahtasına konulurken, Almanya’yı ele geçirmede en büyük engel görülen komünistlerden de kurtulmanın yolu açılır. Nitekim yangını çıkardıkları savıyla ülkenin neredeyse tüm komünist yöneticileri tutuklanır. Lakin Reichstag’ı yakan onlar değil, Gestapo’nun başındaki Hermann’dı. Tam adıyla Hermann Goering. Diğer bir deyişle, Hitler’in ünlü bir numaralı sağ kolu, Gestapo’nun başı, Alman Hava Kuvvetleri Komutanı ve Holokost’un, yani ‘nihai çözüm’ün mimarı ile toplama kamplarının mucidi Hermann Goering…

Peki, bu ünlü katilin kardeşi Albert kimdi? Ağabeyi dünya tarihinin en azılı katiliyken, o niye unutulmuştu?

İki kardeş aristokrat ve varlıklı bir Alman diplomatının, birbirlerini çok seven çocuklarıydılar. Hermann, kendine aşırı güven duyan, mahalledeki çocuklara liderlik yapan bir karaktere sahipken Albert ise genelde durgun, üzüntülü, sessiz ve ‘dokunsan ağlayacak’ bir yapıdaydı. Bu zıt karakterler, onların çok farklı yollara gideceklerinin işaretiydi velhasıl.

Hermann, askeri akademiye giderken Albert mühendislik eğitimi alır. Daha sonra ise Hermann, I.Dünya Savaşı’nda gösterdiği üstün başarılarından dolayı ilk önce savaş pilotu olur ve giderek yükselerek Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilir. Hitler onu yanından ayırmaz ve Gestapo’yu kurması için görevlendirir. SS teşkilatı başkanı Heinrich Himmler ile birlikte ‘Yahudi sorunu’nun çözümüne odaklanıp tarihin en büyük soykırımına imza atar. Albert ise ağabeyinin Yahudilere karşı giriştiği bu büyük soykırım planlarına karşın kendisini Yahudilerin hayatını kurtarmaya adar. 1933’de Nazizm’i protesto ederek Viyana’ya yerleşir. Büyük bir riske girerek Avusturyalı kimi Yahudi doktor ve akademisyen arkadaşlarının hayatını kurtarmayı başarır. Misyonunu gerçekleştirmek için hem soyadının gücünü kullanır hem de kaderin cilvesi olarak Yahudi düşmanı ağabeyi Hermann’dan yardım alır. Bununla kalmaz; ölüm kamplarına, oradan Yahudi işçi istihdam etme yalanıyla kamyonlar gönderir, ölümden kurtardığı yüzlerce Yahudi’yi yolun ortasında özgürlüklerine kavuşturur.

İtalya’ya gider ve orada Yahudiler ve komünistlerin direniş hareketlerine cebinden maddi kaynak da sağlar.

1939’da Naziler tarafından tutuklanma talebiyle aranmaya başlayınca ağabeyinden yardım ister ve Hermann ağırlığını koyarak yakalama kararını kaldırtır.

Savaşın sonuna doğru Ağustos 1944’te kendisinin görüldüğü yerde vurulmasına karar verilir. Albert bu kez yardım istemez ama saklanmayı da başarır. Hermann ise Hitler’e bir mektup yazarak, savaşın kaybedileceği bir gidişat içinde onun yerine geçme isteğini bildirir. Lakin Hitler tarafından vatan hainliğiyle suçlanır. Naziler tarafından yakalanacağını beklediği gün savaş biter, 7 Mayıs 1945’te Amerikalılar onu tutuklar. Son isteğinin kardeşi Albert ile cezaevinde görüşüp vedalaşmak olduğunu söyler. Buluşurlar…

Nüremberg Mahkemesi süreci başlar. 16 Ekim 1946’da idam cezasının infazından iki saat önce intihar eder…

Albert ise tam 16 ay boyunca Amerikan istihbaratçılarına suçsuzluğunu ispat etmeye çalışır. Nihayet hayatlarını kurtardığı kimi Yahudilerin tanıklığı ile özgürlüğüne kavuşur. Ancak, kolay yolu seçmeyi reddedip aile soyadını muhafaza etmeye karar verdiği için herhangi bir işte çalışma imkânı bulamaz, zira Goering ismi duyulduğu an kapılar yüzüne kapatılır.

Depresyona düşer, alkolik olur. Eşi ve kızı onu terk ederek Peru’ya yerleşirler ama onları kendisini terk ettikleri için hayatının sonuna kadar affetmez.

Albert hayatının geri kalan yıllarını, Salzburg’da daha sonra Münih’te yoksulluk içinde kimi Yahudi dostlarının gıda ve parasal yardımlarıyla bir devlet bakımevinde depresif bir şekilde sürdürmeye çalışır.

1966’da beş parasız bir şekilde, pankreas kanserinden hayata veda eder.

Sadece insani bir dürtüsünden yola çıkarak binlerce insanı Nazilerin elinden kurtaran sessiz kahraman Albert Goering, çocukluğunda olduğu gibi üzgün ve sessiz bir şekilde, ağabeyi Hermann Goering’in korkunç ve acımasız tarihinin ancak bir dipnotu olarak göçer bu kahpe dünyadan, onca insanlığına rağmen.

Adalet’ mi demiştiniz?