´Yeni Kız Arkadaşım´

François Ozon burjuvaziyi eleştirdiği ‘Yeni Kız Arkadaşım/Une Nouvelle Amie’ de kimlik arayışı ve ölüm acısı temalarına odaklanıyor. İspanyol yönetmen Alex de Inglesia ‘Messi’ belgeseli ile futbolseverlere müthiş bir görsel şölen sundu. Altın Ayı Ödüllü ‘Taksi’de, direksiyon başına geçen İran’ın yasaklı yönetmeni Jafar Panahi bizleri Tahran sokaklarında keyifli bir yolculuğa götürüyor. Taksiye binen her yolcu İran toplumunun bir kesiminin temsilcisi. Festival defterini düş kırıklığı yaratan bazı filmlerle kapatıyoruz.

Viktor APALAÇİ Sanat
6 Mayıs 2015 Çarşamba

İran Yeni Dalga’sının en etkili isimlerinden biri olan Jafar Panahi (55), 6 yıldır ev hapsinde yaşıyor. İranlı yetkililer yurt dışına çıkmasını yasakladıkları sanatçının suçunu bir türlü açıklamıyor.

Panahi, “Şimdiye kadar rejim aleyhine film yapmadım” demesine rağmen, İran İslam Cumhuriyeti aleyhine film yaptığı gerekçesiyle suçlandığı biliniyor.

Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan, Berlin’de Gümüş Ayı ödüllerini kazanan Jafar Panahi’nin 34. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ‘Taksi/Taxi’si, iki ay önce Berlin’den Altın Ayı ödülü ile dönmüştü.

Bir önceki filmini evinde çeken Panahi bu kez Tahran sokaklarına çıkıp taksi şoförü olarak volta atıyor. Kardeşinin kızını okul çıkışı alıp evine götürmek bahanesiyle şoför mahalline oturan sanatçı, Tahran’ın canlı ve renkli caddelerinde dolaşıyor.

Yol üstü inip binen farklı yolcular Panahi ile söyleşmekte ve hayatın her alanında fikirlerini ifade etmektedir. Kapkaççı olduğunu gizlemeyen genç bir yolcu, kanuna karşı gelenlerin muhakkak asılması gerektiğini savunmaktadır.

Buna karşı çıkan bir kadın öğretmenin insancıl fikirlerini umursamaz. Elindeki DVD dolu çanta ile taksiye binen ‘eve teslim’ korsan DVD’ci, bir müşterisine arabayı kullanan Panahi ile yaptığı işte ortak oldukları yalanından rahatsız olmaz.

Uyanık korsan kasetçi gösterime yeni giren filmlerin DVD’lerine sahip olduğunu iftiharla dile getirir. “Hatta çekilmekte olan filmlerin DVD’lerini getirebilirim” diye takılır.

Panahi’nin okuldan aldığı ve müthiş bir laf ebesi olan sevimli kız yeğeninin uzun monologları filmin en keyifli anları.

Bu yeni filminde Panahi kendisini de içine katarak İran toplumunun sosyal katmanları arasında geziniyor. Taksiye binen her yolcu İran toplumunun bir kesiminin temsilcisi.

“Ben bir sinemacıyım. Sinemadan başka hiçbir şey yapamam” diyen yönetmen bir kez daha sinema yapmasına engel olmaya çabalayan ülkesiyle hesaplaşırken, bir toplumu anlatması için başrolü bir taksiye veriyor. Senaryosunu yazıp, yönetmenliği ve yapımcılığını üstlendiği ‘Taksi’ 34. festivalin en keyifli ve renkli filmlerinden biriydi.

FORMUNDA BİR FRANÇOİS OZON

Fransız Yeni Dalga akımının yeni temsilcileri arasında en önde gelen yönetmen François Ozon’dur. Melodram, fantastik, komedi, polisiye, müzikal, kara film ve gerilim gibi zengin ve geniş bir yelpaze oluşturan filmografisinde Ozon, hep aynı şeyi yapmaktan kendini alamaz: Burjuvaziyi hınzırca eleştirir.

34. festivalde gösterilen, psikolojik gerilim türündeki son filmi ‘Yeni Kız Arkadaşım/Une Nouvelle Amie’ kimlik arayışı ve ölüm acısı temalarına odaklanıyor. Ozon, Britanya dedektif edebiyatının buzdan kraliçesi Ruth Rendell’ın romanından senaryolaştırdığı filmde, etle tırnak gibi hayatlarının tüm dönemlerinde birbirlerinden ayrılmayan iki çocukluk arkadaşının öyküsünü anlatır.

Aynı zamanda evlenen Claire (Anais Demoustier) ile Laura’nın (Isıld Le Besco) mutlu birer evlilikleri vardır. Laura ağır bir hastalığa tutulunca, en yakın arkadaşı Claire’den bebeğe ve kocası David’e (Romain Duris) göz kulak olacağına dair söz alır.

Laura’nın ölümü üzerine Claire, David ve bebeği ziyaret etmeye karar verir, ancak evde muazzam bir sürpriz onu beklemektedir: David, bebeğe mamasını, ağır makyajlı, sarı peruklu, dekolte bir kadın kıyafeti ile yedirmektedir.

Transseksüel olduğunu karısının ölümünden sonra açıklayan David, Claire’den Laura’ya verdiği sözü tutup kendisine yardımcı olmasını talep edecektir. Kadın kıyafetiyle yaşamaktan mutlu olan David’in alış-veriş merkezlerinde, trans kulüplerde partneri artık (yakışıklı kocasına sürekli yalan söyleyen) Claire’dir.

‘Yeni Kız Arkadaşım’ erillik ve dişilik etiketleri ve rolleri, dönüşüm, arzu ve cinsellik gibi konularda sorular sorarken aynı zamanda karakterlerin burjuva cilalarını kazıyan oyunbaz bir melodram. Bıçak sırtı konuları yumuşatarak anlatmadaki hünerini bu filmde de tekrarlayan François Ozon’un temel bir kabahati var: transseksüel David rolünü Romain Duris’e vermek.

Fransız sinemasının en itici ve sevimsiz aktörlerinden biri olduğuna inandığım Duris, kadın kıyafetinde oynadığı her sahneyi berbat ediyor.

Eşcinsel olduğunu hiçbir zaman gizlemeyen François Ozon’un çoğu filminde eşcinsel karakterler var. Fassbinder ve Pasolini’nin kaba ve sert filmlerinin aksine, François Ozon günümüz sinemasında bu konunun önde gelen uzmanı.

FESTİVALDE FUTBOL ŞÖLENİ

NTV Belgesel Kuşağı’nda gösterilen ‘Messi’ belgeseli futbolseverler için müthiş bir görsel şölendi. Arjantinli futbol otoritesi Jorge Valdano’nın yazdığı senaryoyu, İspanya’da yaşayan en önemli yönetmenlerden Alex de Inglesia, mükemmel bir arşiv taramasından elde edilen görüntüler eşliğinde sinemaya aktarıyor.

Bilbao doğumlu, 50 yaşındaki Bask yönetmen, Domingo Gonzales’in akıcı kurgusunun yardımıyla, Lionel Messi’yi çocukluğundan günümüze, hayatının önemli aşamasıyla anlatıyor. Bir lokantada, muhtelif masalarda oturan, Messi’nin çocukluk arkadaşları, öğretmenleri, teknik direktörleri, rakip ve takım futbolcuları, efsanevi futbolcuya ait yorumlarda bulunuyorlar.

1978’de Dünya Şampiyonu Arjantin’in teknik direktörü César Luis Menatti, Messi’yi şöyle anlatıyor: “Derin oynuyor, geniş oynuyor, nasıl isterse öyle oynuyor, çünkü tanrılar gibi oynuyor”.

Diğer Arjantinli futbol dehası Maradona, Dünya Kupasında İngiltere’ye eliyle gol atınca: “O Tanrı’nın eliydi” deme pişkinliğini ve riyakârlığını yapmıştı. Napoli ve Arjantin Milli Takımı’na müthiş katkılarına rağmen Maradona uyuşturucunun pençesinden kurtulamamış, gençlere kötü örnek olmuş, istikrarsız bir futbol figürü idi.

Her daim saygılı ve alçakgönüllü olabilen Lionel Messi dünya futbol tarihinde iz bırakacak bir isim. Hollanda’nın yetiştirdiği iki futbol dehası, ‘Sarı Fare’ lakaplı Cruyff ile Galatasaray’daki kariyeri hüsranla sonlanan Rijkaard, günümüz İspanyol futbol figürleri İniesta, Pique, Mascherano masa başında Messi’nin hayatının değişik dönemlerinin tanıkları olarak konuştular.

Küçük Lionel’e destek olan yol göstericilik yapan büyükannesi olduğunu öğrendik. Yine bir futbol dehasının Maradona üzerine bir belgesel hazırlayan Sırp yönetmen Emir Kusturica filmi ile karşılaştırıldığında Alex De La İglesia’nın ‘Messi’si fark atıyor.

Futbol Tanrı’sı Messi’nin en güzel gollerinden, en inanılmaz çalımlarından, en unutulmaz maçlarından oluşan arşiv görüntüleri, filme müthiş bir montajla eklenince ‘Messi’ dört dörtlük bir belgesel olmuş.

Ben kendi adıma, futbol delisi ve Messi hayranı olan torunumla bu keyifli 1,5 saati paylaşmaktan müthiş bir zevk aldım.

NTV’de gösterilecek (ithal edilirse afişlere çıkacak) bu olağanüstü belgeseli izleme keyfinden kendinizi mahrum etmeyiniz.

DÜŞ KIRIKLIĞI  YARATAN FİLMLER

Günümüz Alman sinemasının önde gelen temsilcisi Wim Wenders’in, son filmi ‘Her Şey Güzel Olacak/Everything Will Be Fine’ı niye üç boyutlu çektiğine anlam veremedim. Sıradan bir öyküsü olan bu filmin aralarında ‘Paris, Texas’ başyapıtının da bulunduğu zengin filmografisinin en sönüklerinden biri olduğunu düşünüyorum.

Berlin’de yarışma dışı gösterilen bu film vesilesi ile Wim Wenders’e Onursal Altın Ayı Ödülü verildi. Film, ölümlü bir trafik kazasına neden olan ve 12 yıl boyunca bu kazanın kendi üzerinde yarattığı travmatik etkileri inceleyen bir yazarın (James Franco) hikâyesini anlatıyor.

Yine ünlü bir yönetmenin, Paul Thomas Anderson’un son filmi ‘Gizli Kusur/Inherent Vice’ sanatçının parlak kariyerine yakışmayacak, sönük, parıltısız bir yapıttı. Özel dedektif Larry’nin (Joaquin Phoenix) eski sevgililerinden birinin öldürülmesi planlanan bir emlak zengini olayını takip etmesini istediği, bu karmaşık konulu geveze film, güçlü oyuncu kadrosunun varlığına rağmen tatmin edici olmaktan çok uzaktı.

Geçen yıl Cannes’da ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde gösterilen, Fransız kadın yönetmen Pascale Ferran’ın ‘Kuş İnsanlar / Bird People’ ve Amerikalı usta aktör Ryan Gosling’in ‘Kayıp Nehir/Lost River’ı İstanbul Festivali’nin sıkıcı filmleri arasındaydı.

‘Kuş İnsanlar’ Paris’te bir havalimanı otelinde geçen konusu ile kuşa dönüşen bir kat görevlisinin yaşadıklarını anlatan karanlık bir masal idi. ‘Kayıp Nehir’ evini kaybetmek üzere olan bekâr bir anne ile işiz güçsüz yeni yetme oğlunun yaşadıkları kasabadaki bir çete ile verdikleri mücadeleye odaklanıyor. Son Berlin Film Festivali’nde Charlotte Rampling ve Tom Courtenay’a En İyi Aktris ve En İyi Aktör Ödüllerini kazandıran ‘45 Yıl/45 Years’ hayatlarının sonbaharını yaşayan bir çift üzerinden evlilik müessesesinin karanlık taraflarını anlatıyor. Andrew Haigh’in senaryosunu yazıp yönettiği film, geçmişin can sıkıcı muhasebesini yaparken yeni bir şey söylemiyor. Can sıkıntısı içinde izlediğim bir başka film, senarist yönetmen Quentin Dupieux’nün ‘Gerçeklik/Réalite’siydi.

B filmlerine selam duran, saçma konulu bu film, bilimkurgu, belgesel ve absürd komedi arasında bocalıyor. Fransız komedyen Alain Chabat, korku filmi projesi için yapımcı arayan kameraman rolünde zavallıları oynuyor.