Esnaf ‘aslında’ kimdir?

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Elif Uluğ, ‘esnafların’ tarihi sürecini de açıklayarak günümüzde esnafın fakirleşmesinin nedenlerine ışık tutmaya çalışıyor.

Perspektif
22 Nisan 2015 Çarşamba

Bugünün konfigürasyonunu anlamak için tarihe bakmalı, aksi olduğunda sırıtıyor, anlamsızlaşıyor. Karda arkadaşlarıyla eğlenirken, yanlışlıkla dükkân camına denk gelen kartopu yüzünden öldürülen Nuh Köklü cinayeti gibi bizi şaşkınlıklara, derin üzüntülere boğuyor. Oysa meselenin altında sadece kartopu olmadığı, Köklü’nün eylemlere katıldığı mahallede kendisine bilenen esnaf tarafından öldürüldüğünü öğrenince, bir cinayetin anatomisini daha rahat okuyabiliyorsunuz, azmettirenleri de.

Aslında hiç de güncel değilken bu korkunç olayı neden hatırlatıyorum biliyor musunuz? Çünkü hemen her gün önünden geçtiğimiz mahalle pasajlarının pek çoğu kapandı ya da kapanmaya yüz tuttu. Hani şu ilk dükkânından son dükkânına kadar tamamı yün satan, kitap satan ya da aksesuar satanları gibi… Tamamıyla günümüz pazar ekonomisine aykırı olup yaratıcı düşünceden uzakmış gibi duran. Oysa “Yahu neden en başından sonuna dek tüm dükkânlar aynı malı satıyor?” diye küçümseyerek sorgulamak yerine bunun nedenini geçmişimizde aramak gerekli.

Geçmişte aynı malı satan esnafların aynı yapı içinde, bir arada bulunduğu yapılar içinde esnaflık yapmaları gerektiği düşünülürdü. Günümüz dünyasının neo-liberal; günümüz ‘yeni Türkiye’sinin ise neo-Osmanlıcı mı yoksa ne idüğü belirsiz amorf ekonomik düzeninde günümüz esnaflığı, bütün gün dükkânında oturup “İçeri bir müşteri girse de, bir şey satsam;  satmasam bile iki çift laf ederim” diye bekleyen tuhaf bir meslek dalına dönüştü. Ve ne yazık ki atıl durumda kalan bu büyük enerji, sokak hareketlerini bastırmak için bir kaynak olarak görülüyor, ‘işlerin kesatlığının’ sorumlusu genç eylemciler olarak gösterilip ekonomi yönetimindeki yanlış uygulamalarla esnaf arasında perde çekiliyor.

Bugünkü anlamıyla meslek odaları sayılabilecek ‘ahilik’ teşkilatına biraz bakmak gerekirse, ahilik, fütüvvetin Anadolu’daki adıdır, yani 8. asırdan itibaren sufiler tarafından ‘genç, yiğit, cömert’ anlamında kullanılır. Bu kavramı biraz daha açmak gerekirse, gençliğe yönelen fütüvvet teşkilatı gençleri toparlamış ve belli mesleklere yönlendirmişti. Yapılan programlar dâhilinde gençler belli zamanlarda camii, medrese ve tekkelere giderek gereken dini bilgilerin yanı sıra, meslek öğrenmiş ve mesleklerini icra etmek için toplumda yerlerini almışlardı. Nüfusun yoğun olduğu şehirlerde bulunan ahi birliklerinin kendilerine has tekkeleri vardı. Nüfus yoğunluğu olmayan kentlerde ise bir tekke çatısı altında çeşitli meslek grupları bulunurdu. Tekkeler, yamak, çırak ve usta ilişkilerine, baba-oğul sıcaklığında manevi ve samimi bir ortam sağlıyordu. Ahiler mesela şehirlerden köylere kadar kurdukları zaviyelerde sanat, kültür, konaklama servisi veriyor ve en önemlisi de sivil toplum örgütlenmesini gerçekleştirerek esnafın hizmetlerinde verimliliğin artması ve halkın ihtiyaçlarının ucuz ve kaliteli olarak karşılanmasını sağlıyorlardı.

Evliya Çelebi’nin lonca adını verdiği esnaf teşkilatları köklerini de ahilik kavramından alır. Ahilik, Osmanlı’da esnaf, sanatkâr ve meslek sahibi insanların zaman zaman müderris veya kadıların bile içinde yer aldıkları bir teşkilatlanmadır. Amacı toplumda barışı, huzuru; insanların sağlıklı ve temiz bir yaşam düzeni içinde devleti ile barışık yaşamasını sağlamaktır. Yani, günümüzde pompalanmaya çalışıldığı gibi gerektiğinde (ki bu gereklilik de nasıl bir gereklilik anlamak mümkün değil) toplumsal olaylarda polisin rolünü üstlenmesi, gerektiğinde(!) barışı sağlaması beklenen bir güç olmasının beklenmesi anlamsızdır. Çünkü bu zaten tarihsel süreçteki varlığına aykırıdır. “Benim esnafım alperendir, polistir, savcıdır” falan derseniz çok tehlikeli alanlara girersiniz. Çünkü bu sözlerin kültürde karşılığı olması gerekir. Aksi halde içi boşalır.

Kendi içerisinde son derece ciddi ve disiplinli bir yapı olan bu teşkilat 1924’te tamamen ortadan kaldırıldı. Hani şu ‘Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu’ olarak lise tarih derslerinde ezberletilen bu bilginin içeriğini bilmeden; ne anlama geldiğini kavrayamadan büyüyen nesiller için; yöneticinin “Esnaf bizim alperenimizdir, polisimiz, askerimizdir!” çıkışı, “E, öyledir herhalde” diyen bir insan topluluğunun ve hatta esnafların da zımnen(!) onayıyla sonuçlanıyor. Tarih derslerinde sadece kapatıldığı için adını öğrendiğimiz bu ‘zaviyeler’, esnafın ahlaki ve mesleki bilgilerin verildiği, dini eğitimin yapıldığı, genç insanların kendilerini esnaf kimlikleriyle tanımladıkları, tamamlandıkları eğitim kurumlarıydı. Cumhuriyet’in onları kapattığı 1924 yılında ise tam anlamıyla amacından uzaklaşmış, kendi kendini yenileyemeyen ve bu nedenle de tasfiye edilmesi gereken yapılar haline dönüşmüştü.

Ekonomik yapının değişmesiyle esnaf teşkilatları çökerken, özellikle 80’den sonra büyük sermayeyi kayıran ekonomi politikaları esnafı üretimden tümden kopardı. Ahiler eskiden üretim ahlakını belirleyen bir otoriteyken; bugün sadece büyük sermayenin ara sokaklardaki bürosu haline geldi. Klasik anlamda bildiğimiz esnafı ara sokaklara hapseden, gittikçe küçülmesine, kaybolmasına sebep olan da daha büyük sermayeler ve onun dayattığı kurallar oldu, bir bakıma açılan her AVM mahallelerdeki küçük dükkânları kuruttu.

Sözün özü, esnafın asıl derdi Gezi gibi sokak hareketleri değil, Gezi’nin karşı çıktığı düzendir. Ama ne hazindir ki farkında değiller, çünkü ağır propaganda altındalar.