Sulardan gelen bebek

Sevgili okurlarım, mutlu geçen bir Pesah döneminin ardından sizlere, sulardan çıkartılmış olan ve İbrani ulusunu yaratan, Moşe Rabenu’nun, Firavun’un sarayında henüz üç yaşında iken başından geçen bir hikâyeyi nakletmek istiyorum. Henüz çok küçükken annemden duyduğum bu öyküyü, benim annem de, anneannemden dinlermiş… Okuduğum bir kitapta aynı öyküyle karşılaşınca, gözlerim geçmişe daldı, annemin incecik sesi kulaklarımı doldurdu ve…

Sara YANAROCAK Kavram
15 Nisan 2015 Çarşamba

 

Firavunun buyruğu ile Mısır’da yaşayan bütün İbranilerin yeni doğan erkek bebekleri, askerler tarafından öldürülüyordu. Yoheved, yeni doğan erkek bebeğinin canını kurtarmak için onu örtülere sardı, bir sepete yatırdı ve büyük kızı Miryam’a sepeti kıyıdan takip etmesini söyleyerek, Nil Nehri’ne bıraktı…

Moşe Rabenu’nun hayatının ilk perdesi bu öykü ile açılıyordu… Akan nehrin kıyısından aşağı giden sepeti gören Prenses Batya’nın hizmetçileri sepeti kıyıya çekip Prenses'e verdiler. Çok güzel bir bebek, gözlerini kırpıştırarak, Batya’ya bakıyordu.

Batya Mısır ülkesinin firavununun kızıydı. Eşi ölmüştü ve hiç çocuğu yoktu. Prenses bebeği görünce içi aydınlandı, onu bağrına bastı ve evlat edindi. Adını ‘Moşe’ koydu. Bu ismin anlamı; ‘sulardan çıkarılmış’ demekti.

Moşe bebek sarayda bir asil gibi büyütülmeye başlandı. Çok güzel, neşeli ve hareketli bir çocuktu. Çok eğlenceliydi. Saraydaki herkesin neşe kaynağıydı. Zamanında tüm İbrani erkek bebeklerin öldürülmesi hükmünü veren zalim Firavun bile onu çok seviyordu. Firavun'un danışmanları ve rahipleri, daha Moşe henüz yeni yürümeye ve konuşmaya başladığı zaman, Firavun’la oyun oynarken, keskin zekâsının farkına varmışlardı. Firavun’u bu konuda uyarmışlar ve çocuğun ileride, devlet için tehlikeli olabileceğine dair, kralı uyarmışlardı. Bunları duyan Prenses Bayta onlara gülmüş, Firavun babası da, söylenenleri önemsememişti.

Moşe üç yaşına geldiği zaman, Batya ona bir yaş günü eğlencesi düzenledi. Şölen çok görkemliydi… Firavun, kraliçe ve tüm saray erkânı da eğlenceye davetliydi. Moşe masanın en başına oturtulmuştu. Kocaman açılmış gözleriyle her şeyi dikkatle gözlemliyordu. Gördüğü her şey, ona gülünç derecede görkemli bir dini tören gibi görünüyordu. Koltuğunda uslu uslu oturuyordu ama ona kalsa, yere oturup yuvarlanır veya sandalyelerin tepesine tırmanırdı. Ama annesi ona o gün uslu durmasını tembihlemişti. Moşe yanında oturan Firavun’a,

“Söyle bana bütün bunlar nedir?” diye sordu, ardından Firavun’un sivri sakalını çekiştirmeye başladı. Sarayın baş danışmanı Bilam dehşetle haykırdı,

“Haşmetli kralım buna engel olun, bu bir oyun değil!” Prenses Batya Firavun babasına dönerek,

“Sevgili babam, lütfen bu laflardan etkilenmeyiniz. Bilam sürekli olarak bu konuda saçmalıyor. Onun her dediğini dinleyecek olsanız, sarayda hiç birimize, bir saniye bile rahat vermezdi. Lütfen bebeğimi kucağınıza oturtun ve onunla oynayın…” dedi. Firavun kızını kırmadı ve Moşe’yi kucağına aldı. Moşe’nin keyfi yerindeydi. Firavunun giysisindeki değerli taşları elliyor ve çok eğleniyordu. Bir ara başını kaldırarak, kralın yüzüne baktı ve tacını işaret etti:

“Bu nedir?”

Firavun cevap verdi:

“Bu krallık tacıdır” dedi. Moşe gülerek:

“Hayır değil, bu çok komik bir şapka!” dedi. Bilam yine tısladı:

“Dikkatli olun yüce kralım!” dedi. Moşe minik ellerini uzatarak Firavun’un tacını alıp, kendi başına geçirdi:

“Onu bana ver, ben takmak istiyorum” dedi kahkahalarla. Batya ve kraliçe neşeyle gülüşüyorlardı. Bilam’ın bakışları ise bir mezar taşı kadar soğuktu. Moşe taç kendi başındayken neşeyle kıkırdıyordu. Bilam’ın sesi hiddetle titrerken:

“Yüce kralım, bu bebeğin yaptığı aptalca bir oyun değil. Hatırlayın bu çocuk diğerleri gibi değil. Bunun nehirden çıkartıldığını hatırlayın! Bunun bir anlamı olmalı. Önce giysilerinize, sonra tacınıza gözünü dikti. Bu tamamen şeytani bir oyun!” diyerek onu yeniden uyardı. Firavun düşünceli bir şekilde sivri sakalını okşarken, sarayın ikinci danışmanı ve rahibi olan, Reuel’e dönerek:

“Senin fikrin nedir Reuel?" diye sordu.

“Bence bu sadece minicik bir çocuk. Yaptıklarının hiçbir anlamı yok” dedi Reuel. Batya ve kraliçe de onunla aynı fikirdeydiler. İkisi de Reuel’i çok severlerdi. Bilam onlarla aynı fikirde olmadığından çocuğun sınavdan geçirilmesinde inatla ısrar ediyordu. Bilam:

“Ben bütün danışmanların ve rahiplerin lideriyim. Bütün sembollerin ve davranışların anlamlarını en iyi ben çözerim. Bu şeylerin manaları çok derin” diye devam etti.

“Kralım hatırlayın lütfen, bu çocuk İbrani’dir ve sizin verdiğiniz o nihai karardan kurtuldu. Bu oyun bile çok manalı. Eğer onun büyümesine izin verirseniz, o size karşı ayaklanacak ve kanunlarınızı hiçe sayacak. Onu yargılamamız lazım yüce Firavun!” dedi.

“Mantıklı bir düşünce” diyen Firavun, Moşe’yi kendine rakip gibi görerek, hemen saraydan üç yargıç topladı ve Moşe’yi yargılamak gerektiğini ilan etti.

Ertesi gün Moşe, onu alıp, mahkeme salonuna getirdiklerinde ellerini neşeyle çırpıyor ve eğleniyordu. Olanları oyun zannedip, seviniyordu. Arkasında duran Reuel ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama üç yaşındaki çocuk hiçbir şey anlamıyordu.

“Sizlere tekrar ediyorum. O minicik bir oğlancık! O, ateş ile mücevherler arasındaki farkı anlamaktan yoksundur. Eğer mücevherleri avuçlarsa, size göre tehlikeli bir insan, ama ateşi avuçlarsa sıradan bir bebek olacak öyle mi?” diyerek yalvarırcasına, ağlar gibi konuşuyordu. Bilam kollarını kavuşturarak:

“Evet, aynen öyle. Eğer mücevherleri avuçlarsa, suçlu bulunacak ve ölüme mahkûm edilecektir” dedi acımasızca. Yargıçlar ve Firavun, Bilam’ı onayladılar. Moşe’nin önüne hemen iki kocaman tepsi getirildi. Birinde kıpkırmızı olmuş kızgın kömürler vardı. Diğerinde ise altınlar ve değerli mücevherlerle dolu bir yığın vardı. Herkes nefesini tutmuş bebeğin ne yapacağına bakıyordu. Prenses Batya, Moşe’ye uzaktan işaretler yapıyordu. Firavun çok sinirlendi ve kızına bunu kesmesini emretti. Reuel ağlayan Batya’nın yanına gitti ve onun gözyaşlarını sildikten sonra, prensese değerli bir taştan yapılmış olan bir asa uzattı:

“Bu asa, Adam(Adem) cennetten kovulurken ona Tanrı tarafından verilmişti. Daha sonra asa sırasıyla Enoh ve Noah’ın(Nuh) eline geçti. Onların ardından, Avraam’ın(İbrahim),Yaakov’un(Yakup),ve Yosef’in(Yusuf) oldu. Daha sonra bana ulaştırıldı. Şimdi onu elinize alın, siz ne dilerseniz Moşe onu yapacaktır” dedi. Batya asayı eline alıp dudaklarına bastırdı ve fısıltıyla:

“Sudan kurtardığım minik yavrumun, kızgın kömürleri tercih etmesini diliyorum” dedi.

Moşe dizlerinin üzerinde doğruldu ve kızgın bir kömür parçasını avuçladı. Acıyla bir çığlık atarak, ellerini ağzına götürdü, bu kez dili yandı, Bebek acı ve dehşetle haykırmaya başladı. O günden sonra Moşe’nin dili peltek kaldı. Batya yerinden fırladı ve Moşe’yi ağlayarak göğsüne bastırdı. Reuel kadının elindeki asayı aldı ve,

“Asayı bana geri verin. Şimdilik bunu saklayıp bu çocuğu her türlü tehlikeden korumalıyım. Sonra Prenses Batya’ya sordu:

“Asanın üzerinde yazılı olan kelimeyi öğrenmek ister misiniz?"

“Hayır!” dedi Batya. Reuel:

“O zaman bu asa asla sizin olmayacak” dedi.

“Bu kelimeyi okuyacak olan, her şeyi anlayabilecek. Hatta hayvanların ve kuşların düşüncelerini bile… Sakın Moşe için endişelenmeyin, gelecekte bu asa Moşe’nin olacak” dedi.

Aradan yıllar geçti. Moşe sarayda bir Mısır prensi olarak büyüdü. Genç bir adam olduğunda Mısır’dan kaçtı. Reuel’ın kızlarından biri olan Tsipora ile evlendi. Reuel İbrani oldu. Adını ‘Yitro’(Şuayip) olarak değiştirdi. Reuel asayı kendi bahçesine dikmişti. Moşe bir gün bahçedeki asayı gördü. Üzerindeki kelimeyi okudu. Asayı topraktan çekti ve çıkardı. Eline aldı ve bahçeden dışarı çıktı. Daha sonra Moşe bu asa ile Mısır’da muhteşem işler yaptı. Kutsal Tevrat kitabında yazdığı gibi bu asa ile Kızıldeniz’i yardı ve İbrani kardeşlerini, kölelikten kurtararak özgür bir ulus haline getirdi.

Kaynak: Stories From Aunt Naomi/Gertrude Landes-1919