İsrail ve Kudüs’te tabuları yıkmak

Kayseri Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İbrani Dili ve Edebiyatı öğrencisi Belkıs Kübra Afşar, gerçekleştirdiği İsrail gezisinin ardından, ülkenin sosyal ve demografik yaşamına dair gözlem ve izlenimlerini Şalom ile paylaştı

Perspektif
15 Nisan 2015 Çarşamba

İsrail Devleti kurulalı yaklaşık 67 yıl oldu. İsrail, bu kısa zaman zarfında ülkede birçok yenilik ve değişim yapmış; çöl halinde olan eski Filistin topraklarını düzenli bir ülke haline getirmiş. Ülkede birçok milletten insan var. Çok kozmopolit bir yapıya sahip olan İsrail en fazla göçü, bilindiği gibi, II. Dünya Savaşı sonrasında almıştı. İsrail, özellikle Avrupa’da baş gösteren antisemitizm sonrası burada yaşayanlar için sığınak ülke, kaçacak yer olmuştu.

Bunun yanında, günümüzde, Yahudilere yönelik herhangi bir saldırı olayı sonrası, saldırıya uğrayan topluluğun İsrail’ e göçü baş gösteriyor diyebiliriz. Bunun en yakın örneği geçtiğimiz aylarda Fransa’daki Yahudilere saldırılmasıydı; bu saldırı sonrası Fransa’dan İsrail’e göç edenlerin sayısı arttı. Bu, her saldırının İsrail’e göç etmenin bir tezahürü olduğu fikrini doğuruyor. Dünyadaki tek Yahudi devleti olan İsrail’i ülkede biraz zaman geçirerek tanımak, önemli bir gereklilik.

İSRAİL’DE ARAP OLMAK

Özellikle, İsrail’de yaşayan 1,5 milyon Arap halk konusunda yakın bir gözlem yapmak ve İsrail’in Araplara bakış açısını, Arapların İsrail halkına bakışını belki de en iyi içeriden görerek tespit etmiş oluruz.

Aynı babadan farklı anneden amca çocukları olan Yahudi ve Araplar birbirlerine karşı sert, iki düşman ırk olarak tanınıyor. Bu durum, İsrail’in Filistin topraklarını almasıyla ortamın daha fazla gerginleşmesine, iki üvey kardeş olan ırkın birbirine karşı düşmanlıklarının daha fazla artmasına sebep olmuş. Birbirleri arasındaki buzları eritemeyen bu iki millet dünya gündeminin neredeyse yarısını kaplayacak hale gelmişler.

İsrail’den Arapların durumuna baktığımızda aslında Filistin’de ve İsrail’de yaşanan gerginliklerin Hamas yönetiminde olan Gazze’de başladığını ve buradaki gerginliğin gözle görülür olduğunu fark edebiliyoruz. Tabii bu durum, Kudüs içinde de görülebiliyor.

Yahudilerin hakim olduğu bölgelerdeki Arapların durumuna baktığımızda herhangi bir gerginlik söz konusu değil; Araplar, Yahudilerin sahip olduğu haklara sahip; aynı iş yerinde aynı haklarda çalışabiliyorlar, aynı yerlerde eğlenip aynı sahilde denize girebiliyorlar. Hatta Yahudiler daha çok Arapların işlettiği kafe ve restoranları tercih ediyorlar ve Arap kültürünün fazlaca etkisi altındalar. Füzelerin en fazla düştüğü bölgede yer alan, sahibi ve çalışanları Arap olan bir restoranda müşterilerin yüzde doksanı Yahudi ve düşen füzeler onların ilişkilerini etkilemiyor. Çalışan Arap kızlar, son derece modern giyimleri, makyajları, güler yüzlülükleri ile dikkat çekiyorlar. Bir Yahudi bölgesinde çalışan iki Arap işçiyle karşılaşıyoruz; birbirleri Arapça konuşuyorlar. Şartlarını ve memnun olup olmadıklarını sorduğumuzda, hiçbir sorun yaşamadıklarını, Filistin’den buraya çalışmak için geldiklerini, haftada bir eve, ailelerinin yanına gittiklerini ve Yahudi işçiler hangi haklara sahipse kendilerinin de aynı haklara sahip olduklarını söylüyorlar. İsrail bölgesinde yaşayan Arapları, lüks arabalarda pahalı kıyafetlerle görmek mümkün.

ETİYOPYA’DAN GELEN YAHUDİ YERLEŞİMCİLER

Bazı bölgelerde Etiyopya’dan gelen Yahudi yerleşimcilerin ve Arapların daha çok temizlik, bulaşıkçılık işinde çalıştıklarına sıkça rastlıyorum.

İsrail hükümetince hayata geçirilen 1984’deki Musa Operasyonu (Operation Moses) ve 1991’deki Süleyman Operasyonu (Operation Solomon) ile on binlerce Etiyopyalı Yahudi İsrail’e getirtilerek Etiyopya’daki iç savaş ve kıtlıktan kurtarılmıştı. Buradaki Yahudilerin Süleyman’ın eşi olan Seba (Etiyopya) Melikesi Belkıs’ın soyundan olduğu bilinmektedir. Ne var ki İsrail Devleti onlar için çabalasa da İsrail halkı Etiyopyalı Yahudileri uzun süre kabullenememiş, sürekli uyum sorunundan yakınmışlardı. Artık bu sorun ciddi anlamda ortadan kalkmaya başlamış; Etiyopyalı Yahudiler çalıştıkları iş yerlerinde müdürlük statüsüne kadar yükselmişler. Ancak yine de temizlik ve bulaşıkçılık işinde Etiyopyalılar çoğunluk oluşturuyor; onlardan sonra Araplar bu tür işlerde daha fazla çalışıyorlar.

İSRAİL’DEKİ KOZMOPOLİT HAYAT  VE TÜRKLER

İsrail’e göç etmiş birçok milletten insan, burada yaşamaktan memnun; pek çoğu siyasal ya da ekonomik nedenlerden dolayı buraya göç etmişler. Birçoğu birkaç dil biliyor. Bunlara Türk Yahudileri de dahil; yani Sefarad Yahudileri, İspanya’dan Türkiye’ye göç etmiş Yahudiler. Türkiye’de en iyi okullarda okumuş, birkaç dil bilen Türk Yahudileri, İsrail’in resmi dili olan İbraniceyi öğrenmekte biraz zorlansalar da burayı ikinci vatanları olarak çoktan kabul etmişler. İlk zamanlar iş bulma konusunda zorlansalar da, dil sorununu halledenler için durum daha kolaylaşabiliyor; ama birçoğu Türkiye’yi, Türkleri özlüyor ve fırsat buldukça Türkiye’ye ziyarete, tatile geliyorlar. Bununla birlikte İsrail’de azınlık olmamalarından dolayı çok mutlular. Ama söyledikleri ilk şey “Biz öncelikle Türk’üz sonra İsrailliyiz.” Buradaki kozmopolit yapıyla bağdaşmaları uzun zaman almış; bazıları ilk zamanlar geri dönüp dönmeme konusunda tereddüt etmişler. Durum her ne kadar kendileri için zor olsa da çocuklarının artık İsrailli olduğunu, ülkeye adapte olduklarını, İsrail’in onların vatanları olduğunu söylüyorlar. Türkiye ile İsrail arasında yaşanan politik gerginliğin onları çok etkilediğini, tedirginlikle olayları takip ettiklerini ve evlerinde sadece Türk kanallarının izlendiğini ısrarla yineliyorlar. Bir de Türk dernekleri mevcut; İsrail’de yaşayan Türkler sık sık buralarda bir araya geliyorlar. Dil kurslarının yanında dikkati çeken husus, Türk Sanat Müziği topluluğu kurmuş olmaları. Birçoğu evde Türkçe konuşuyor ve çocuklarına öğretmeye çalışıyor, yemekleri de Türk usulü. Türk geleneklerinden kopamayan Türk Yahudileri İsrail’de her şeye rağmen mutlu.

KUDÜS VE DATİLER (YAHUDİ DİNDARLAR)

Kudüs (İbranicede Yeruşalayim) Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar için kutsal bir bölge; üç dinin mensupları tarafından vazgeçilemeyen yer. Ağlama Duvarı (Süleyman Mabedi), Mescid-i Aksa ve Hz. İsa’nın yattığı yer olarak inanılan Mukaddes Kabir Kilisesi veya Kıyamet Kilisesi’nin olduğu yer. Üç din içinde kutsal sayılan bu bölge, bu üç dinin taraftarları tarafından oldukça geliştirilmiş. Ağlama Duvarı’nın çevresinde bulunan din adamlarının yetiştirildiği ‘Yeşiva’ okulları birçok yerde mevcut. Ultra-Ortadoks Yahudilerin yaşadığı Kudüs’te, Yahudi dininin gereği sayılan kadınların örtü kullanması hükmüne rastlamak mümkün; ya peruk takan ya da örtü kullanan kadın sayısı çok fazla. Bunun yanında, dindar erkekler de çoğunlukta. Dindar erkeklerin askerlikten muaf olduklarını ve devletin yeşiva okullarında okuyan dindarlara maddi destek verdiğini duyunca şaşırıyoruz. Bununla beraber dindarlarda çocuk sayısı İsrail’de normal ailede bulunan çocuk sayısından epey bir fazla. Yahudi nüfusunun artması için çaba harcadıkları aşikâr.

Gözümüze çarpan çeşitli mücevher dükkanları, dualık örtüler satan yerler, sanatsal eserlerin olduğu dükkanlar, dindar Yahudilerin kullandığı giysi dükkanları ve hemen yanı başında bulunan birkaç dükkan hariç tamamına Arap esnafların sahip olduğu büyük pazar alanı ile çeşitli Hıristiyan okullarının olduğu ve Hıristiyan dindar kadınlarının rahibe kıyafetleriyle buralarda gezmesi Kudüs’ün her daim canlı olduğunu gösteriyor bize.

Ağlama Duvarı’nın büyük bir güvenlik çemberine alındığı, çevresinin askerler tarafından korunduğu, içinde hem modern hem de Kudüs’ün dokusuna uygun yapılar inşa edilen, bazı Yahudi Kongresi merkez binaları gözümüzden kaçmıyor. Ağlama Duvarı’nda çocuk-yetişkin, yediden yetmişe herkesin büyük bir şevk içinde dua ettiklerini görüyoruz. Özellikle turistlerin ilgisini çeken başka bir durum ise, Duvarın, acemi askerlerin yemin törenlerini yaptıkları yer olarak kullanılan bölgesi. Bunun, İsrail Hükümetinin Ağlama Duvarı’na verdiği önemin bir başka göstergesi olduğunu düşünüyoruz.

MESCİD-İ AKSA

Müslümanların ilk kıblesi. Araplar tarafından korunan Mescid-i Aksa ve peygamberimizin miraca yükseltildiği yer olarak bilinen Kubbetü’s Sahra’nın içine girmek sanıldığı kadar kolay değil. Arkadaşlarım ve ben ziyaret için kapısına geldiğimiz Mescid-i Aksa’da Arap görevliler tarafından durduruluyor ve bir dizi soru yağmuruna tutuluyoruz. Türk ve Müslüman kimliğimizi gösterdiğimiz halde kılık kıyafetimizden, geldiğimiz yer ve elimizde taşıdığımız poşetlerimize kadar sorgu sual bölümünü nihayet geçip caminin avlusuna adım atıyoruz. Cami beklediğimden daha az ihtişamlı; avlusu çok büyük ve yeşillikler içinde, caminin içine biraz bakım gerekiyor. Tarihi bir bina olduğu her halinden görünen caminin cemaati oldukça fazla. Aynı avlu içinde olan Kubbetü’s Sahra’ya doğru yürürken 14-15 yaşlarında bir genç yaklaşıyor yanımıza, Türk olduğumuzu duyunca öğrendiği birkaç Türkçe kelimeyi bir çırpıda söylüyor ve bize gönüllü rehberimiz olabileceğini söylüyor. Biz de gülümseyerek müsaade ediyoruz. Kubbetü’s Sahra’ya geldiğimizde başka bir soru yağmuruna tutuluyoruz, şaşkınlık içinde cevaplıyoruz. İçeriye girdiğimizde Mescid-i Aksa’dan daha bakımsız olduğunu görüyoruz, üzülerek ve biraz da şaşırarak.  Hz. Muhammed (S.A.V.)’in miraca yükseldiği yer olarak bilinen kısma geldiğimizde şaşkınlığımız biraz daha artıyor; içine atılmış çöpler olduğunu görüyoruz üzüntüyle. Çıkışta bulunan bağış kutusuna Türkçe açıklama da eklenmiş. Dışarı çıktığımızda bize gönüllü rehberlik yapabileceğini söyleyen gence bahşiş veriyoruz. Gencin bahşişin yeterli olmadığı yönündeki cevabı şaşkınlığımızı biraz daha artırıyor.

Kudüs gezisinin sonuna gelirken dindar mahallelerden geçtiğimizde tıpkı Müslümanların İsmailağa Cemaati gibi mahallelerin olduğunu, bu mahallelerde dindarların kıyafetlerinin, kipalarının ve din kitaplarının satıldığını, Yahudilerin dindarlara özgü giysilerle dolaştığını görüyoruz. İçimizden, şekil itibariyle ne kadar çok birbirimize benzediğimizi söylemeden edemiyoruz.

İSRAİL VE DEMOKRASİ

İsrail’deki sosyal hayata döndüğümüzde buradaki insanların demokratik bir hayat tarzı olduğunu görüyoruz. Kimse kimsenin ne giydiğine ne yediğine karışmıyor; ama her yerde askerlerin olması, bazılarını tedirgin ediyor, bazıları ise bölge güvenliği için bunun gerekli olduğunu söylüyorlar.

Neredeyse herkes evinde köpek besliyor; çocuktan çok köpek var. İsrail’de yeşil alanları, ağaçları ve hayvanları çok seviyorlar; hatta güvercinlerin ve diğer hayvanların insanlardan kaçmamasını hayvan severliklerine bağlıyoruz. Trafik kuralları son derece katı, yaya haklarına çok fazla dikkat ediliyor. Yaya geçidine adım attığımız an bütün trafik duruyor.

Son olarak, buradakilerin söylediği “Politika bizi bağlamaz, biz bireysel anlamda birbirimizi seviyoruz, her daim insan olarak birbirimizi seveceğiz” söylemini, ‘barış daim olsun, kardeşlik daim olsun’ sözünün tezahürü kabul ediyoruz.