Bu hafta ağımıza takılanlar

Edirne’nin meşhur çukur bakkalı... Rıfat Mitrani’nin geçmişi, babasının o dükkânından bağımsız değil. Edirne’deki son kalan Musevi aynı zamanda şehrin en tanıdık marketlerinden birinin de sahibi... Rıfat Mitrani, “Biz ticarette başarılı olduk çünkü fazla seçeneğimiz yoktu” sözleriyle sürdürüyor. “Musevilere memuriyet verilmedi, bu nedenle ticari hayatı denedik. Yaşam alanımız bu kadardı. Ben de babamın yolunda gittim, çerçilik yaptım. Elektrik olmadığı yıllarda köylere çikolata ve ufak tefek malzemelerle birlikte pil götürdüm. Mahalle bakkallarına mal satmaya çalıştım. Düzgün çalıştık, işimizi doğru yaptık, belki çok zengin olmadık ama Edirne’de marka sayılırız. Hiç kimseyi incitmedik...” ERK ACARER - CUMHURİYET

İzak BARON Diğer
8 Nisan 2015 Çarşamba

 

  •  “ESKİ GÜNLER GÜZELDİ. KOMŞULARIMIZLA İYİ ANLAŞTIK. BEN ÇOCUKKEN CEMAATİMİZ DE KALABALIKTI. ÜÇ BİNE YAKIN MUSEVİ VARDI O ZAMAN. 20 KİŞİLİK BAYRAM SOFRALARINI, HEP BİRLİKTE GİDİLEN KIRKAĞAÇ MESİRELERİNİ ANIMSIYORUM”

Edirne’nin meşhur çukur bakkalı... Rıfat Mitrani’nin geçmişi, babasının o dükkânından bağımsız değil. Edirne’deki son kalan Musevi aynı zamanda şehrin en tanıdık marketlerinden birinin de sahibi... Rıfat Mitrani, “Biz ticarette başarılı olduk çünkü fazla seçeneğimiz yoktu” sözleriyle sürdürüyor. “Musevilere memuriyet verilmedi, bu nedenle ticari hayatı denedik. Yaşam alanımız bu kadardı. Ben de babamın yolunda gittim, çerçilik yaptım. Elektrik olmadığı yıllarda köylere çikolata ve ufak tefek malzemelerle birlikte pil götürdüm. Mahalle bakkallarına mal satmaya çalıştım. Düzgün çalıştık, işimizi doğru yaptık, belki çok zengin olmadık ama Edirne’de marka sayılırız. Hiç kimseyi incitmedik...”

Konu tam bu noktada geçmiş günlere, kalabalık sokaklara, büyük sofralara geliyor... “Eski günler güzeldi. Komşularımızla iyi anlaştık. Ben çocukken cemaatimiz de kalabalıktı. Üç bine yakın Musevi vardı o zaman. 20 kişilik bayram sofralarını, hep birlikte gidilen Kırkağaç mesirelerini anımsıyorum. İnsanlar bir bir eksildi. Düğünüm, 1976’da şimdi restore edilen sinagogda gerçekleşti. O zamanlar artık sayımız yüze kadar düşmüştü.”

Mitrani şehirdeki Musevi cemaatinin sayısının gün geçtikçe azalmasını ekonomik nedenlere bağlıyor: “Museviler buradan göç etmek zorunda kaldı çünkü iş imkanları çok azdı. Parası olmayanlar İsrail’e göç etti. İşlerini büyütmek isteyenler ve çocuklarını görece daha iyi okullara göndermek isteyenler büyük şehirleri seçti. İki kızım ve eşim İstanbul’da. Evet, Edirne’nin son kalan Musevisi benim. Askerden döndükten sonra rahatsızlandım. Bir bacağıma kemik nakli yapıldı. Ayrılamazdım. Paraya da tamah etmedim, burada kaldım.”

Erk Acarer

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/243207/Edirne_de_son_Musevi.html#

 

  • “YEGANE OĞLUMU FECİ BİR UÇAK KAZASINDA KAYBETMİŞ BAĞRI YANIK BİR ANNE OLARAK SİZ GENÇLERE HİTAP EDİYORUM. HAYATTA TEK KALAN VARLIĞIM KOCAMDIR. ONSUZ HAYATIMIN HİÇBİR MANASI KALMAYACAKTIR. LÜTFEN KOCAMI SERBEST BIRAKIN…”

Nişantaşı Baytar Ahmet Sokağı’ndaki Hamarat Apartmanı’nın 8 numaralı dairesine kapıyı kırarak giren polisin bir divanın üzerinde elleri bağlı, sağ şakağından üç kurşunla vurulmuş olarak cesedini buldukları 60 yaşındaki adamın adı Efraim Elrom’du.

İsrail’in İstanbul Başkonsolosu’ydu. Bu görevi 19 aydır yürütüyordu. Ama dünya çapında esas şöhretini bundan önce yaptığı işle elde etmişti.

Efraim Hofstadter adıyla. Bir Polonya Yahudisi olan Hofstadter, İsrail devletinin Nazi suçlularını takip eden güvenlik birimi Büro 6’da görevli bir komiserdi. 11 yıl önce Arjantin’de yakalanan Nazi Kasabı Adolf Eichmann’ı  sorgulamış, dünyayı dolaşıp Eichmann’ın işlediği suçların izini sürmüş, bulduğu filmler, fotoğraflar, belgelerle hazırladığı dosya Eichmann’ı idama götürmüştü.

Güvenlik nedeniyle soyadlarını değiştiren Elromlar, 3 yıl önce oğullarını bir uçak kazasında kaybetmişti. Bu şok üzerine Efraim Elrom emniyet teşkilatındaki görevinden ayrıldı. İsrail hükümeti bu acı olayı unutmaları için onları, sakin, güzel bir şehre İstanbul’a başkonsolos olarak gönderdi.

19 aydır İstanbul’da yaşayan Elrom, 17 Mayıs günü Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından “Filistin’le dayanışma” için kaçırıldı. Beş gün elleri bağlı rehin tutulurken eşi Elsa Elrom, militanlara seslenen bir mektup yazmıştı:

“Yegane oğlumu feci bir uçak kazasında kaybetmiş bağrı yanık bir anne olarak siz gençlere hitap ediyorum. Hayatta tek kalan varlığım kocamdır. Onsuz hayatımın hiçbir manası kalmayacaktır. Lütfen kocamı serbest bırakın…”

Bu çağrıların hiçbiri işe yaramadı. Kaçırılma olayı yüzünden sıkıyönetim ilan edilen şehirde bütün evler için arama kararı çıkarılmıştı.

Ne olduğunu dönemin İngiliz konsolosluğu belgelerinden okuyalım:

“İsrail istihbaratı, Başkonsolos Elrom’un öldürülme planının bir yıl önce Irak ya da Ürdün’deki bir kampta yapıldığını düşünüyor. İsrail Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Laor, şu detayları da anlattı: Konsolosu kaçıran altı kişi uzun bir tartışma sonucunda Elrom’u serbest bırakmaya karar verdi. Ancak daha sonra örgüt lideri ve bir arkadaşı gelip karara karşı çıktı. Sert bir tartışma yaşandı. Altı kişi ortamı terk etti. Bunun üzerine örgüt lideri ve arkadaşı yazı-tura atarak Elrom’u öldürüp öldürmeyeceklerine karar verdi.”

Öldürüp, evden ayrıldılar. Ne tesadüftür ki öldürüldüğü 22 Mayıs 1971 günü, Eichmann’ın Mossad tarafından Arjantin’den uçakla İsrail’e getirilişinin yıldönümüydü.

Yıldıray Oğur

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/585597.aspx

 

  • BU SÖZLER ANTİSİYONİST, İSRAİL KARŞITI SÖZLER DEĞİL, ÖYLE OLSAYDILAR İTİRAZ ETMEZDİM. BUNLAR, DOĞRUDAN DOĞRUYA YAHUDİLERİ HEDEFLEYEN, YAHUDİLERİN ‘KAVİM HUSUSİYETLERİ’NDEN, ‘HİYANET RUHUNU DÖLLEŞTİR’MELERİNDEN, ‘İNSANLIK VÜCUDUNA MİKROP GİBİ YERLEŞ’MELERİNDEN SÖZ EDEN KATIKSIZ YAHUDİ DÜŞMANLIĞIDIR

Kısacası nefret söylemlerinden hangisine karşı çıkacağımızı, hangisine kayıtsız kalacağımızı seçemeyiz. Hepsine karşı çıkmalıyız, çünki nefret söylemleri insanların akıllarını ve gönüllerini istilâ eden bir zehirdir, kime karşı yöneldikleri önemli değildir, birinin yerine bir başkasını geçirmek kadar kolay bir şey yoktur.

Şimdi çuvaldızı kendimize batırmak adına biraz da Türkiye’deki nefret söylemlerinden söz edelim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Benim için afedersiniz Ermeni dediler” gibi inanılmaz derecede hakaretamiz bir söz söylediğinde acaba siyaset mi yapıyordu, yoksa içselleştirdiği ırkçılığı mı dışa vuruyordu, bilinmez. Ama o sözü uzun bir geleneğin içine gayet güzel oturuyordu, bu da bir gerçek.

Örneğin Türkiye’de İslâmcı siyaseti destekleyen insanların çok tuttuğu “üstad” Necip Fazıl Kısakürek, 1967’de Büyük Doğu dergisinde şöyle diyordu: “Yahudi, öteden beri kendi dışındaki insan topluluklarının olanca birlik ve bütünlük müesseselerine düşmandır... İşte onun içindir ki, Yahudi, topyekûn insanlık vücuduna mikrop gibi yerleşirken, kendi gizli tesir şebekesini hâkim kılmak için… insanlığın illet bünyesini kıyamete kadar beslemek ve hastalık kıvamında tutmak borcu altındadır... Yahudi, ilk hiyanetini kendi Peygamberine ve daha nice Peygamberlere gösterdikten sonra, bu hiyanet ruhunu dölleştirmiş, asırlar boyunca bu dölü geliştirmiş, örnekleştirmiş, nihayet ondan ibaret kalmış. Follukta yumurta gibi daima yerini muhafaza eden bu ruh vâhidi etrafında da, Yahudi, renk renk ve çizgi çizgi, kavim hususiyetleriyle üreyip gitmektedir.” Bu sözler antisiyonist, İsrail karşıtı sözler değil, öyle olsaydılar itiraz etmezdim. Bunlar, doğrudan doğruya Yahudileri hedefleyen, Yahudilerin “kavim hususiyetleri”nden, “hiyanet ruhunu dölleştir”melerinden, “insanlık vücuduna mikrop gibi yerleş”melerinden söz eden katıksız Yahudi düşmanlığıdır.

Necip Fazıl yalnız değildi malesef. Millî Görüş’te de Yahudi düşmanlığı önemli bir yer tutmuştur yıllar boyunca. Necmettin Erbakan, 1996 yerel seçimleri öncesinde Kahramanmaraş'ta yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: “Refah Partisi'ne oy veren bu dünyada ve ahirette ihya olur. Vermeyen ise heba olur. Refah Partisi dışındaki partilere oy verenler Ermeni ve Yahudilere oy vermiş sayılırlar.” Aynı seçim öncesinde Antalya’da yaptığı bir konuşmada ise şöyle demişti: “2 Haziran’daki seçimin Yahudiye yaramasını istemiyorsanız Refah Partisi’ne oy verin.” Sıklıkla “siyonizm” anahtar kelimesini kullanmakla birlikte Erbakan’ın hedefi İsrail değil, dünyayı ele geçirmeye çalıştığını iddia ettiği Yahudilerdi.

Eğer İslamofobiden şikâyet edeceksek, İslamofobiyle nasıl mücadele edebiliriz diye birbirimize soracaksak, bu tür ırkçılığı, bu tür Yahudi yahut Ermeni düşmanlığını da kayıtsız şartsız kınamamız, reddetmemiz gerekiyor. Yoksa “afedersiniz Ermeni” diyen biri hangi yüzle İslamofobi’den şikâyet edebilir? Yalnız İslamofobiye karşı değil, Yahudi ve Ermeni düşmanlığına karşı da cephe almak gereklidir, hattâ bütün nefret söylemlerine karşı topyekûn savaş açmalıdır.

İRVİN CEMİL SCHICK

http://t24.com.tr/k24/yazi/charlie-hebdo-islamofobi-nefret-soylemleri,129

 

Netten okumalar

 

  • AMERİKALILAR TİRE'NİN EL SANATLARINI ÖĞRENECEK

http://www.hurriyet.com.tr/ege/28658713.asp

 

  • TALMUD VE MİDRAŞ ÜZERİNE – PAULO COELHO

http://www.haberturk.com/yasam/haber/1062077-eger-isiramiyorsan-dislerini-hic-gosterme

 

  • İSRAİL İLE İLGİLİ BİLİNMEYEN GERÇEKLER: GETT

http://tr.euronews.com/2015/04/03/israil-ile-ilgili-bilinmeyen-gercekler-gett/

 

  • BU BESTELERDE NAZİ SUBAYLARININ AYAK SESLERİ VAR

http://www.sabah.com.tr/pazar/2015/04/05/bu-bestelerde-nazi-subaylarinin-ayak-sesleri-var

 

  • ALFRED KANTOROWİCZ – İZGE GÜNAL

http://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/alfred-kantorowicz-112635

 

  • BALKANLARDAKİ YAHUDİ YAŞAM MERKEZİ-EDİRNE SİNAGOGU-TUNCER GÜL

http://izlekler.com/balkanlardaki-yahudi-yasam-merkezi-edirne-sinagogu-tuncer-gul/