Kaleiçi’nde Kal Kadoş Agadol Sinagogu´na mimar gözünden bakış

Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesi ile dünyanın dört bir yanına dağılan farklı cemaatler vatanlarıyla beraber, yaşamlarıyla biçim verdikleri binalarını da geride bırakmışlar, geldikleri yer hakkında sadece belleklerindeki imgelerle yetinmek zorunda kalmışlardı.

Perspektif
2 Nisan 2015 Perşembe

Y Mimar Büke Uras


İtalo Calvino’nun ‘Görünmez Kentler’ kitabında Çin’e doğru seyahatiyle yıllardır Venedik’ten uzak kalan Marko Polo, ziyaret ettiği değil yola çıktığı şehri anlatmasını isteyen Kubilay Han’a şöyle der: “Belleğin imgeleri bir kez dile vurulup sözlerle sabitleşti mi silinip gider. Belki de Venedik’i kaybetmekten, konuşarak onu bir çırpıda kaybetmekten korkuyorum. Kim bilir, başka kentlerden konuşurken azar azar onu kaybettim bile.”

Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesi ile dünyanın dört bir yanına dağılan farklı cemaatler vatanlarıyla beraber, yaşamlarıyla biçim verdikleri binalarını da geride bırakmışlar, geldikleri yer hakkında sadece belleklerindeki imgelerle yetinmek zorunda kalmışlardı.

İşte bu sahibini yitirerek yıkıma uğrayan binaların en güzellerinden Edirne Kal Kadoş Agadol Sinagogu, uzun bir terkedilmenin ardından restore edilerek 26 Mart 2015 günü bir törenle ikinci yaşamına başladı.

 

Kaleiçi’nde Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük sinagogu

Edirne, ismini aldığı Roma İmparatoru Hadrian’ın, Tunca Nehri kıyısında dikdörtgen formda inşa ettiği bir kale olarak kurulur. I. Murat tarafından Osmanlı topraklarına katıldığında şehir sınırları sadece bu kaleden ibarettir. Daha sonra şehir oldukça büyümüş, başta Selimiye Camii olmak üzere anıtsal yapılar hep bu ilk kalenin dışında yer alan yeni mahallelerde inşa edilmiştir. Bu merkez şehir büyüdükçe bir içkale haline gelmiş ve savunma fonksiyonunu tamamen kaybetmiştir. Sınırlarını belirleyen duvarlar 19. yüzyılın ikinci yarısına eksiksiz ulaşmış, sonrasında yer yer yıkılmış olsa da içinde yer alan semt ‘Kaleiçi’ olarak anılmaya devam etmiştir.

1905 yılında çıkan ve ‘Harik-i Kebir’ olarak anılan büyük yangında çoklukla gayrimüslimlerin oturduğu Kaleiçi semtinin büyük bölümü yok olur. Bu felaket öncesinde çarpık ve çıkmaz sokaklardan oluşan bölge, Belediye Başkanı Cezzar Dilaver Bey tarafından, modern şehirciliği ve hijyen standartlarını öne çıkartacak şekilde dikdörtgen yapı adalarının oluşturduğu düzenli bir ızgara sistemden oluşan imar planı ile yeniden yapılandırılır.

Yangında, 20 bini bulan nüfusuyla Edirne’nin yaklaşık beşte birini oluşturan Yahudi cemaatinin yaşadığı mahalleler ve beraberinde on üç sinagog da tamamen yok olmuştu. II. Abdülhamid’in 1906 seneli bir fermanı ile yangında harabeye dönen Mayor ve Pulia isimli iki sinagogun temelleri üzerinde, tüm Yahudi cemaatinin ihtiyacını karşılayacak büyüklükte tek bir sinagog yapılmasına izin verilir. Fransız Mimar France Depré tarafından hazırlanan proje, Viyana’daki iki önemli sinagogdan ilham alır. Bunlar, II. Abdülhamid himayesinde Türk Seferad Cemaati için Mimar Ritter von Weidenfeld tarafından 1885 senesinde tasarlanan sinagog ile Leopoldstädter Sinagogu’dur. Her iki yapı da, 1938 senesinde yaşanan Kristal Gece’de Nazi yandaşları tarafından yakıldığı için, Edirne Sinagogu ile aralarındaki tasarım benzerliklerini günümüzde ancak arşiv fotoğraflarından izleyebilmek mümkün.

Edirne Sinagogu 1909 senesinde, ‘Kal Kadoş Agadol /Büyük Kutsal Sinagog’ ismiyle ibadete açılır. 900 erkek ve 300 kadın, toplam 1200 kişilik kapasitesi ile tüm Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük, Avrupa’nın da sayılı sinagog yapılarındandır. Ne Kudüs, ne Selanik, ne İzmir, ne de başkent İstanbul, Edirne Sinagogu’nun görkemine ve büyüklüğüne erişemezler.

 

Izgara planın temsil ettiği modernizme dahil olmak

Alliance Israélite Universelle gibi Batılı kurumların eğitim çabaları ile kalkınan ve ekonomik anlamda da önemi gittikçe artan Yahudi cemaatinin, Harik-i Kebir sonrasında bir ızgara plan ile yeniden şekillendirilen merkezde nasıl temsil edileceği elbette önemliydi. Bu nedenle tüm Edirne Yahudi Cemaati’ni kucaklayacak simge yapının kamusal alandaki konumu yani diğer cemaatler önündeki görünürlüğü tartışılmış olmalıdır.

II. Abdülhamid döneminde modern yaşamın tahayyülü kentsel anlamda, İstanbul’da Beyoğlu, İzmir’de Alsancak ve Selanik’te Hamidiye semtleri ile her zaman tarihi merkezlerin dışında vücut bulmuştur. Edirne’nin modernleşme senaryosu ise Harik-i Kebir sonrasında merkezin bütünsel yenilenmesini öngördüğünden Avrupalı örneklere yakındır. 20. yüzyıl başı Osmanlı İmparatorluğu’nda sadece Edirne’de, surlarla çevrili tarihi merkez, şehrin geri kalanı için bir kentsel cazibe alanı yaratabilmiştir. Bu anlamda Osmanlı için bir istisna teşkil eder.

Hollandalı mimar Rem Koolhaas 1972 tarihli ‘Exodus ya da Mimarinin Gönüllü Tutsakları’ isimli çalışmasında, Londra’nın bir semtini yüksek duvarlarla çevrili hayal eder. Bu duvarların tanımladığı iç mekan, şehrin geri kalanından fiziki olarak kopuktur. İçeride mimari inovasyonun ve şehirli modern yaşamın hüküm sürdüğü yeni bir gerçeklik oluşur. Bu kurgu, Soğuk Savaş yıllarında tasavvur edildiği için doğal olarak, kuşatılmış komunist Doğu Avrupa içinde duvarlarla çevrili bir vaha olarak yaşamaya devam eden Batı Berlin’e öykünür. Koolhaas, şehrin geri kalanının gönüllü olarak bu kısıtlı alana taşınmaya heveslendiği bir ütopya kurgular.

20. yüzyıl başında Edirne’de, duvarların sınırladığı Kaleiçi semtinde de, modernizmin baskın çıktığı, planlı ve ölçülü bir dinginlik hüküm sürerken, surların dışında yer alan kentin diğer semtleri, tarihi anıtsal başyapıtlar ile bunların etrafındaki çarpık konut adalarının düzensiz beraberliğinde yaşamaya çalışırlar. Ayrışma ve tecrit Edirne’de modern hayatla birleşir.

İnşa edilecek yeni sinagog da yeni imar planının öngördüğü ızgara plana uyularak inşa edilir. Edirne Sinagogu belki de tüm Osmanlı coğrafyasında ızgara plana uygun inşa edilmiş tek anıtsal dini yapıdır. Edirne Yahudi Cemaati, biçim verdikleri yeni sinagog ile, Kaleiçi’nde ızgara planın simgelediği modern kentli yaşam ile bütünleşir.

 

Sinagog mimarisinin çağrıştırdıkları

Sinagogun konumu yanında diğer bir mesele sinagogun nasıl görüneceği yani nasıl bir stil ile inşa edileceğidir. İsrail’in kurulması öncesinde bir binanın Yahudi kimliği çok tartışılmıştı. Mimaride Yahudi kimlik yapının planından mı kaynaklanırdı, kullanıcısının ya da tasarımcısının kimliğinden mi, binanın programından mı yoksa yapının bilinçaltında çağrıştırdıklarından mı? Özet olarak bir Yahudi mimarisinden bahsedilebilir miydi?

18. yüzyıldan itibaren tercih edilen neo-klasik tutum, kökünü Yunan ve Roma metinlerinde arayan seküler bir aydınlanmayı işaret ederdi. Her millet, her ülkeden topluluk için klasik kolonlardan oluşan evrensel bir mimari dil hedeflenmişti. Nitekim Amerika’dan, Batı Avrupa’ya, Osmanlı’dan Mısır’a, birçok yapı, kullanıcısının etnik kökeninden bağımsız olarak bu yeni kozmopolit dil ile şekillendi. Klasik kolonların oluşturduğu yapılarda artık ne Hıristiyanlığın ya da Müslümanlığın ne de Yahudiliğin net belirleyici rolü vardı. Ancak Fransız Devrimi sonrası yaşanan siyasal krizlerle ortaya çıkan Romantizm akımıyla evrensel düşler yerini, milletlerin ya da dinlerin tekrar mimariyi biçimlendirici konumuna geldiği arayışlara bıraktı. Yükselen milliyetçilik ile her ulus kendi geçmişini gururla sergilediklerini düşündükleri tasarımlara yöneldiler. Kozmopolit ve aydınlanmacı ortak dil yok oldu. Etnik kökenin önem kazandığı bu ortamda Yahudi mimarisinin nasıl olması gerektiği de sorgulanmaya başladı. Örneğin bir İngiliz kilisesi kendi geçmişini ortaya koyan neo-gotik ile ifade ediliyorsa, bir sinagog nasıl kurgulanmalıydı? İmdada Yahudiliğin altın sayfalarından Endülüs dönemine öykünen neo-mağribi yetişti. New York’tan, Floransa’ya, Budapeşte’den Berline’e bu yeni eklektik oryantalist dil sinagogları şekillendirmeye başladı. Gerçi mağribi algısı dünya fuarlarının verdiği Elhamra ile Tac Mahal karışımı uydurma örneklere dayalıydı ve bu formlar çoklukla yahudilikten ziyade müslümanlığı çağırıştırıyordu. Ancak ortak fikir, Maimonides’leri yaratabilmiş, kimliğini kaybetmeden başarılı bir beraber yaşam örneği sunabilmiş bir Yahudi tarihsel döneminin, geleceğe de ışık tutabileceğiydi. 19. yüzyılın ikinci yarısında, politik destek, ekonomik bağımsızlık ve eğitimde ilerleme ile kazanılan güvenin bir yansıması sonucu ulaşılan bu estetik tanınırlık, 2. Tapınak döneminden itibaren yahudilerin ilk kez bir ‘Yahudi estetik’ ile inşa ettikleri dönemdir.

Oysa Edirne Sinagogu bu tip akımlardan uzak durur. Zamanının modernizm fikrini içselleştirmiştir ve mimarisine sade bir klasisizm hakimdir. Sinagog yapısı bu anlamda, II. Abdülhamid’in modernleşme yolunda gerçekleştirdiği eğitim reformlarının aracı olan okul yapıları mimarisi ile paralellik içerisindedir. Örneğin aynı döneme ait Edirne Lisesi, Kal Kadoş Agadol cephesi ile büyük benzerlik gösterir. Her ikisi de modern şehirli yaşama aittir ve aydınlanmacıdır.

Yığma tuğla ve demir pütrel konstrüksiyonun beraberce kullanıldığı dikdörtgen sinagog bazilikal planlıdır. Sokak kotundan birkaç basamakla ulaşılan revaklı bölümden yapıya girilir. Revak kolonları, üst kotta pilastırlar olarak devam ederek cepheyi hareketlendirirler. Ortodoks ritüele göre kadınlara tahsis edilen üst kata ulaşımı sağlayan merdivenler iki kule şeklinde sokak cephesini çerçevelerler. Ortada geniş bir kubbenin aydınlattığı iç mekan mükemmel bir akustiğe sahiptir. Bağdadi teknik ile inşa edilmiş tavan, alçı kabartma etkisi yaratacak şekilde trompe l’oeil kaset döşemeler ve gökyüzünü betimleyen mavi fon üzerine sarı yıldız figürleri ile süslenmiştir. İyon sütun başlıkları Magen David’ler ile bezenmiştir.

Sinagog kompleksinde, ana yapı yanında ayrıca küçük bir ibadethane yapısı ile dini eğitimin verildiği okul binası (midraş) inşa edilmiştir.

 

Restorasyon ve yeniden doğuş

1934 Trakya Olayları sırasında yaşanan yahudi karşıtı şiddet eylemleri sonucu Edirne musevileri büyük ölçüde İstanbul’a taşınmış ve kalan az sayıda cemaat üyesi de 1948 senesinde İsrail’in kurulması sonrasında göç etmiştir. Sinagog 1983 senesinde cemaat yokluğu sebebiyle kapanmış, yıllar süren terkedilmişlik sonucu 1997 yılında çatısı çökmüş ve sonrasında tamamen harabe haline dönüşmüştü.

Günümüzde devlet yöneticilerinin olumsuz açıklamalarına ve artık varolmayan cemaate rağmen, Edirne Kal Kadoş Agadol Sinagogu tekrar ibadete açıldı. Kozmopolit ve modern Kaleiçi’nin belleklerde dahi kaybolan imgeleri yaşantımızı zenginleştirmek üzere tekrar aramıza katılıyor.

* Bu yazı ‘Istanbul Art News’ aylık gazetesinin Nisan 2015 tarihli sayısında yayınlanmıştır.”