İzmir Gürçeşme Yahudi Mezarlığı’nın satın alınması (1)

Tarihte özellikle salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybeden Yahudilerin gömüldüğü İzmir Gürçeşme Mezarlığı’na kısa bir bakış

Perspektif
2 Nisan 2015 Perşembe

Dr. Siren Bora


İzmir, önemli bir ticaret merkezi olmaya başladığı 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, en öldürücü ve sık rastlanan afetler başlığı altında sınıflandırılmış olan salgın hastalıklar içerisinde ön sıralarda yer alan veba[2] ve sonra kolera salgınlarına maruz kalmıştı. Daniel Panzac’a göre, 1700 - 1850 yılları arasındaki 150 yıllık zaman diliminin 80 yılında, İzmir veba ile birlikte yaşadı.[3] 1812 veba salgınından sonra ise, 1831 yılı, İzmir’in, veba ile birlikte gelen kolera hastalığı ile tanıştığı yıl olarak tarihe geçti. 1831 – 1832 kolera salgını, 19. yüzyılın ilk yarısında başlayıp gitgide sıklaşan kolera salgınlarının ilki olarak tanımlanır.

Aydın Vilayeti Yönetimi’nin, Değirmendağı ve ötesinin imara açılmasına karar verip, Yahudi Mezarlığı’nı (Yahudi Maşatlığı’nı), ‘ilamen müzayede’ye çıkardığı tarihte (1865);[4] İzmir’de Yahudilere ait bir mezarlık daha bulunmakta olup salgın hastalıklardan ölenlerin defin yeri olarak kullanılmaktaydı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki iki belgeden edindiğimiz bilgiye göre, 19. yüzyılın ortalarında, İzmir Yahudi Cemaati’nden Direm Yakoni[5] ve Lion[6] isimli Yahudilerin aileleri tarafından, cemaat mensuplarının defnedilebilmesi için arazi satın alınmış ve bu araziler cemaatin kullanımına bırakılmıştı. Karşılığında ailelerine senelik olarak bir ücret ödenmekteydi. Öte yandan, İzmir Yahudi Cemaati Başkanı N. Tarika tarafından Alliance Israelite Universelle Başkanı’na yazılan 5 Ocak 1921 tarihli bir mektupta, İzmir Yahudi Cemaati tarafından satın alınan bir mezarlık arazisinden söz edilmektedir: “…Önceki yıllarda, Osmanlı yönetiminden bir mezarlık arazisi satın alındı ve salgın hastalıklardan ölen cemaat mensuplarımız bu araziye defnedildi. Arazi kent dışında ve oldukça uzaktadır...”[7] 20. yüzyılın başlarından itibaren İzmir Yahudi Cemaati tarafından kullanıldığı bilinen Gürçeşme Yahudi Mezarlığı’nın açılış tarihi, tahminlerimize göre, 19. yüzyılın ortalarına uzanır. Kanımızca bu alan, 1830 ya da 1840’lı yıllarda Yahudi Cemaati’ne mensup hayırsever bir veya birden fazla kişinin satın aldığı ve mezarlık olarak kullanılmak üzere cemaate bıraktığı arazidir. Cemaat Başkanı N. Tarika’nın mektubunda söz ettiği, Osmanlı yönetiminden satın alınan ve salgın hastalıklardan ölenlerin gömülmesine tahsis edilmiş olan alan ile, Direm Yakoni ile Lion adlı Yahudilerin mülkü olan ve cemaate mezarlık arazisi olmak üzere bırakılan arazi, aynı arazi olmalıdır ve üç belgede de, bugün ‘Gürçeşme Yahudi Mezarlığı’[8] olarak bildiğimiz mezarlıktan söz edilmektedir. Gürçeşme Mezarlığı’nda yaptığımız incelemeler sırasında, 19. yüzyılın ortalarında yapılmış toplu gömüler olduğunu ve mezarlığa 01.01.1850 tarihinde 59 kişinin defnedildiğini, üstelik mezarlar üzerinde defnedilenlerin adlarının yazılı olmadığını saptadık. Söz konusu mezarların kimisinde iki, kimisinde ise üç, dört hatta beş kişi bir arada toprağa verilmişlerdi.[9] İzmir’de 1849 yılında bir veba salgını yaşanmıştı. Gürçeşme Mezarlığı’ndaki 1 Ocak 1850 tarihli mezarlar, veba salgını sırasında ölen Yahudilere aittir. Biliyoruz ki salgın hastalıklarda ölenler, açılmış büyük çukurlara (mezarlara) bir arada defnedilmekteydiler.

Bugün yaklaşık olarak 19 bin metrekarelik bir alana sahip olan bu mezarlıkta, 9478 mezar bulunuyor. Gürçeşme Yahudi Mezarlığı’nın bulunduğu bölge, kent merkezinden oldukça uzaktadır. 19. yüzyılın ortalarından itibaren mezarlık bölgesi olarak isimlendirilen bölgede yer alan Kervan Köprüsü’nün bir tarafında Müslüman Türk mezarlıkları, diğer tarafında da Alman, Hollanda ve İngiliz mezarlıkları yer alıyor.[10] Alman, İngiliz ve Hollanda mezarlıklarının tam karşısındaki alan ise[11] Gürçeşme Yahudi Mezarlığıdır. Direm Yakoni ve Lion isimli Yahudilerin, cemaate mezarlık yapılmak üzere verilen arazilerinden olan alacaklarının ödenmesi ile ilgili yaptıkları başvurulardan; söz konusu mezarlık arazilerinin kullanımı hakkında 1855-1857 yıllarından itibaren sorun yaşandığı ve çözümlenemediği anlaşılıyor. Cemaat o dönemde mali sorunlarla karşı karşıya olduğuna göre, büyük bir olasılıkla borçlarını da ödeyememişti.

Yahudiliğe göre, bulaşıcı hastalıklar ilahi cezalardır. Tora Vayikra’da, ‘Tsaraat Kanunları’ başlığı altında, bulaşıcı hastalıklar, teşhisi ve onlardan korunma yolları ayrıntılı olarak anlatılır.[12] İbranice olan Tsaraat’ın anlamının uzun bir süre, cüzam(lipra) olduğu sanılmıştı. Ancak bu ayette, Tsaraat ile ‘özellikle’ vurgulanan; insanın bedeni dışındaki değil, bedeni içindeki kusurlardır. Söz gelimi bunlardan biri olan ‘Laşon Ara’ (dedikodu, iftira), Tora’da sık sık dile getirilir.[13] Kötü konuşmanın zerresi bile yasaklanmıştır. Laşon Ara’nın büyük bir suç olarak nitelendirildiği, bu suçu işleyen kişilere verilen cezalardan da anlaşılır.[14] Başkası hakkında kötü konuşanın ölümle cezalandırılabileceği dahi ima edilir: “Ölüm ve yaşam dilin gücü dahilindedir”.[15] Öte yandan Vayikra’da ve Devarim’de sıkça vurgulanan hastalık; iki farklı kavram olarak ele alınır: ‘holi – hastalık’ ve ‘madve – illet’.[16] Ancak aralarında eşgüdümsel bir bağ bulunur. Başka bir deyişle, maddi temizlik ile manevi temizlik arasındaki doğrudan ve sıkı ilişki, holi ve madve ile ifade edilir. İnsanların bildiği doğal hastalıklar ‘holi’ olarak; Mısır’dan çıkış öncesi orada görülmüş olan doğaüstü ve alışılmadık rahatsızlıklar (çıbanlar gibi) ‘madve’ olarak tanımlanır (S.B: aslında sözü edilen hastalıklar manevi hastalıklar olup bunun dışa vurulmuş şekli, madve-illet şeklinde kendini göstermektedir). Tora’da sıkça sözü edilen ‘maddi bereket’, fiziksel sağlığın olmadığı bir ortamda hiçbir anlam ifade etmez. Hastalıkların uzak olacağı garantisi de, halkın mitsvalara (şer’i kurallar) uygun yaşaması şartı ile geçerlidir. Ama halk emirlere itaat etmezse tam tersi olacaktır.[17] Burada vebanın ve koleranın, İzmirli Yahudiler tarafından ‘madve’ olarak nitelendirildiği düşünülebilir. Bu konuda sağlıklı bir saptama yapmak olanağına ve bilgi birikimine sahip değiliz. Sadece tahminlerde bulunabiliyoruz. Olasılıklardan biri şu olabilir; eğer hasta tedavi edilemez ve ölürse, illet yani ‘madve’ teşhisi konmakta; en nihayete kadar hastanın ümitsizliğe kapılması engellenir. Ancak ölüm gerçekleştiği zaman salgın hastalık, ceza ya da lanete dönüşür. 19. yüzyılın başlarında İzmir’e gelen Fransız gezgin La Ferte Meun, bu konu ile ilgili izlenimleri şöyleydi: Yahudiler “hastalığı Tanrının kendilerine layık gördüğü bir ceza ya da bir lanet olarak” görmekte ve “bu hastalıktan ölen dindaşlarının adlarının açıklanmasından hoşlanmamaktadırlar.”[18] Salgın hastalıklardan ölen Yahudilerin, ayrı bir mezarlığa gömülme olgusunu ve mezarların üzerine defnedilenlerin adlarının yazılmama geleneğini, bu açıdan değerlendirmek yararlı olacaktır.                                      

 

 


[1] Bu konu, 13-14 Kasım 2014 tarihinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde düzenlenen “Tarih Boyunca İzmir ve Çevresinde Salgın Hastalıklar Çalıştayı’nda sunduğumuz, “18 ve 19. Yüzyıllarda Veba ve Kolera Salgınlarında İzmir Yahudi Cemaati’nin Tutumu” başlıklı bildirimizin küçük bir bölümünü oluşturmaktadır.

[2]Veba hakkında Osmanlı kaynaklarında rastlanan terimler, “taun” ve “veba”dır. Veba çok özel olarak salgın ve öldürücü bir hastalığı ifade etmektedir. Panzac’a göre, muhtemelen diğer salgın hastalıklara da bu isim verilmektedir. Taun ise, daha çok hıyarcıklı vebanın karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bkz. Daniel Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1850), İstanbul (Tarih Vakfı Yurt yay.) Ekim 1997 (çeviren Serap Yımaz), s. 15.

[3] a.e., s. 14.

[4] BOA, BEO Sadaret Defteri/271, (Latin Yahudi ve Kazak Protestan 1280 senesi). İzmir Yahudi Cemaati, hemen devreye girerek müzayedenin ertelenmesi ve yanlışlığın düzeltilmesi için müracaatta bulunmuştur.

[5] BOA,  A.) MKT. UM. 262/99. 11.R. 1273 tarihli belge.

[6] BOA. HR. TO. 431/35. 03.01.1859 tarihli belge. Dipnot 67’de yer alan belge ile bu belgenin, aynı mezarlık arazisinden söz ettikleri görüşündeyiz. Belgelerde adı geçen kişiler akraba olabilir; dolayısı ile belgelerde söz edilen arazi de aynı arazi olabilir. Fakat sonuç olarak anlaşılmaktadır ki; 19. yüzyılın başlarında Yahudi Cemaati tarafından gömü amacı ile kullanılan ikinci bir mezarlık arazisi vardır. Bu arazinin  Değirmendağı’ndaki Yahudi Maşatlığı ile her hangi bir ilişkisi bulunmamaktadır.

[7]AAIU, Turquie II C 8-14 Smyrne, TARICA, “5 Ocak 1921 tarihli mektup”.

[8] Gürçeşme Mezarlığı, Cumhuriyet döneminde de (1928-1934 yılları arasında), defin işlemleri için kullanılmıştır. Altındağ Mezarlığı’nın açılması üzerine 1934’te define kapatılmıştır.

[9] Bu mezarların Varyant ve çevresinde zaman zaman bulunarak Yahudi Cemaati’ne teslim edilen ve Gürçeşme Mezarlığı’na defnedilen eski mezarlığa ait kemiklerle ilgili olmadığını öğrendik. Bahribaba’da bulunan “kemikler”, Gürçeşme mezarlığında tekrar gömüldükten sonra, adeta envanter tutulur gibi, toprağa verildikleri tarih mezar taşlarına yazılmaktadır.

[10]İzmir’deki İngiliz ve Hollanda mezarlıkları hakkında BOA, C. HR. 18/868.  İngiliz askerlerine tahsis edilen mezarlık hakkında BOA, HR. MKT.  136/95. İngiltere, Prusya ve Felemenk mezarlıkları hakkında BOA, İ. DH. 593/41301.

[11] İzmir’de yeni düzenlemeye bağlı olarak bugünkü Yenişehir Pazaryeri Katoliklere, Konak Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü’nün bulunduğu alan da İngiliz, Hollandalı ve Almanlara bitişik parseller olarak mezarlık alanı tahsis edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. İlhan Pınar, Osmanlı Dönemi’nde İzmir’de Bir Cemaat İzmir’de Alman İzleri 1752-1922, İzmir (İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı) Ağustos 2013, s.s. 81-90. Temizlik işleri Müdürlüğü’nün tam karşısındaki alan ise Gürçeşme Yahudi Mezarlığıdır.

[12] Tora Vayikra 13:37-44, s.s. 213-239.

[13] Kitabı Mukaddes, Levililer 19:16, s. 119. “Kavminin arasında çekiştiricilik edip gezmeyeceksin”.

[14] Miryam, kardeşi Moşe hakkında arkasından olumsuz konuştuğu için, cüzam hastalığına yakalanmıştır. Bkz. Kitabı Mukaddes, Sayılar 12, s.146.  Tora Vayikra, 107:8-9. S. 536-537.

[15]Kitabı Mukaddes,  Süleymanın Meselleri 15:2, s. 642.

[16] Tora Devarim 27:15, s. 168-169. “Tanrı senden her türlü hastalığı çekip alacak ve bildiğin tüm berbat Mısır illetlerini sana yerleştirmeyip (aksine) onları tüm düşmanlarına verecek”.

[17] İslam inancı, Yahudi inanç sisteminden farklıdır. Yahudilikte salgın hastalık, doğruluktan ve gerçeklerden ayrılanlara verilen bir ceza olarak algılanırken; İslamiyete göre, Allah’ın bir lütfu ve “şahadet” yoludur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Panzac, a.g.e., s. 156-157. Burada özellikle vurgulanması gereken bir nokta vardır: Yahudi inanç sistemine göre, salgın hastalık korkutucu değildir (tıpkı Müslümanlar için olduğu gibi). Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki fark; Yahudilerin hastalığı bir uyarı olarak algılamaları ve manevi hastalığı düzeltmeleri için onlara sunulan bir şans olduğunu düşünmeleridir. Çünkü manevi hastalığın fiziksel olarak ortaya çıkmaması çok daha kötüdür. Bunun anlamı, hastalığın derinlere işlediğidir. Yani ruh, manevi hastalıktan etkilenmiştir

[18] Akt. Beyru, “XIX. Yüzyıl İzmir’inde Salgın Dönemleri ve Yaşam”, s. s. 283-284.