Bu hafta ağımıza takılanlar

“Hiçbir zaman Türk gibi görünme şansım olmuyor. Türkiye’de bir çocuğa Türkçe ad vermenin böyle bir avantajı var; çocuk istediği kimliği, istediği noktada aktive edebiliyor. Oysa siz çocuğa, onun kimliğini çok öne çıkaran bir isim verdiğiniz zaman, çocuk o kimlikten kaçmak ya da o kimliği saklamak gibi bir şansa sahip olamıyor. Ben de Yahudi kimliğiyle yaşamak durumunda kalıyorum. Bu, benim önümden yürüyen bir şey oluyor. Bana adım hakkında mütemadiyen soru soruluyor – anlamı soruluyor. Okula başladığımdan beri, İsrail Konsolosluğu dışında her yerde bu sorularla karşılaşıyorum.” (…) “Nerede olduğuma ve soruyu soranın kim olduğuna göre değişiyor. Bazen çok eğleniyorum, özellikle “Türkçen çok iyi, nerede öğrendin?” sorusu sorulduğunda. Diyorum ki, “İşte, 30 sene oldu”, “30 senedir öğrenmeye çalışıyorum.” Bazen çeşitli ülkeler sıralıyorum, “Şuralıyım”, “Buralıyım” diyorum, çünkü sürekli olarak buralı olmadığına dair bir yansıtmayla baş etmek bir noktadan sonra çok zor oluyor. Ben de, her azınlık gibi, mizah şeklindeki savunma mekanizmasını başlatıyorum.” YUDİT NAMER (Söyleşi:RitaEnder) - AGOS

İzak BARON Diğer
25 Mart 2015 Çarşamba

------------------------------------------------

  • KASIMDA YAPILAN SEÇİMLERDE KONGRE ÇOĞUNLUĞUNU CUMHURİYETÇİ PARTİ’YE KAPTIRAN OBAMA’NIN, İSRAİL’İN EN AÇIK ULUSLARARASI HUKUK İHLALLERİNİ YAPTIĞI DÖNEMLERDE BİLE BU DEVLETE DESTEĞİNİ ZERRE KADAR AZALTMAYAN CUMHURİYETÇİLERE RAĞMEN BİR TAVIR TAKINMASI SÖZ KONUSU BİLE OLAMAZ

Seçime giren 25 partiden 10’unun %3.25’lik barajı geçerek Knesset’e temsilci soktuğu İsrail’de kötüleşen ekonomik duruma rağmen Netanyahu’nun nasıl böyle başarılı olduğu en popüler tartışma konusu hâline gelmiş durumda. Netanyahu’nun özellikle seçimden önceki son bir hafta içinde yaptığı Filistin devletiyle ilgili açıklamalar, milliyetçi ve aşırı dinci bazı oyların Likud’a kaymasını sağladı. ABD Başkanı Barack Obama’nın söyleminin tam karşısında durarak, “ben başbakan olduğum müddetçe Filistin devletinin kurulmasına izin vermeyeceğim” diyen Netanyahu, Obama’yla “siyasi ihtilafını” iç siyasette bir kazanca dönüştürmeyi başardı. Yine Obama’nın kendisine mesafeli davranmasına rağmen ABD Kongresi’nde -defalarca ayakta alkışlanan- bir konuşma yapan Netanyahu, İsrail sağının millî duygularını okşadı; “dünya lideri olma iddiasındaki Obama’ya haddini bildiren şerefli İsrail başbakanı” şeklinde takdir edildi.

Obama yönetiminin, Netanyahu’dan bir an önce kurtulmak istediği ve İzak Herzog ile Zipi Livni’nin liderliğindeki Siyonist Birlik’in seçimden birinci çıkmasını istediği bir sır değil. Çünkü Netanyahu hem Obama’nın göreve geldiği günden bu yana savunduğu 1967 sınırlarına çekilmiş ve bağımsız Filistin devletiyle yan yana yaşayacak İsrail formülüne hem de ABD’nin İran’la başlattığı siyasi yumuşama sürecine karşı çıkıyor. Netanyahu’nun seçmene verdiği açık sözden de anlaşılabileceği gibi, kendisi başbakanlık koltuğunda oturdukça, Obama’nın “Filistin sorununu çözen ABD başkanı” olarak tarihe geçme ihtimali ortadan kalkıyor.

Diğer yandan, Obama yönetiminin Netanyahu’yla yaşadığı ve büyük ölçüde kişiselleşen ihtilafın, ABD ile İsrail’in arasının bozulduğu şeklinde yorumlanması mümkün değil. Çünkü ABD-İsrail ittifakı, daha önceleri olmadığı gibi, bugün de kişilere bağlı değil. İsrail ABD’nin iki stratejik müttefikinden biri. Yani, İsrail ile ABD arasında, ikisinin başka hiçbir üçüncü devletle olmadığı kadar yoğun bir askerî ve ekonomik ilişki bulunmakta. İki devletin yasama organları ve kamuoyları birbirlerine kalıcı zararlar verecek bir söylem ve davranış içinde hiçbir zaman olmazlar. Ve hiçbir ABD başkanı İsrail’i uluslararası alanda ve bölgesinde zora sokabilecek bir adım atamaz. Daha doğru bir ifadeyle, ABD’nin iç siyasi mekanizmaları, öyle bir adımı hiçbir ABD Başkanı’na attırtmaz.

Dahası, Obama yönetimi iç ve dış siyasette giderek daha etkisiz hale geliyor. Kasımda yapılan seçimlerde Kongre çoğunluğunu Cumhuriyetçi Parti’ye kaptıran Obama’nın, İsrail’in en açık uluslararası hukuk ihlallerini yaptığı dönemlerde bile bu devlete desteğini zerre kadar azaltmayan Cumhuriyetçilere rağmen bir tavır takınması söz konusu bile olamaz.

Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, ABD’nin İsrail’le ilişkilerinin önümüzdeki yıllarda kalıcı biçimde bozulabileceğini iddia etmek abesle iştigalden öteye gitmez.

Çağrı Erhan

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-cagri-erhan/585385.aspx

 

  • BÜTÜN TAHMİNLERİN AKSİNE VE KENDİSİNE KARŞI YOĞUN KAMPANYALARA RAĞMEN NETANYAHU, EN BASİT İFADE İLE İSRAİL TOPLUMU SAĞA KAYDIĞI İÇİN KAZANDI

Bütün tahminlerin aksine ve kendisine karşı yoğun kampanyalara rağmen Netanyahu, en basit ifade ile İsrail toplumu sağa kaydığı için kazandı. Bu yönelme toplumun önemli kesimlerinin Netanyahu’nun kendini adadığı propaganda çizgisini kabul etmesini sağladı. Netanyahu, kendilerini "48 Filistinlileri" olarak adlandıran İsrail vatandaşı Arapların sol hükümete destek vermesi üzerinde durdu ve bazı Arap çevreleri seçmenleri yoğun şekilde oylamaya katılmaya sevk etmek için büyük paralar akıtmakla suçladı.

İsrail kamuoyunu tahrik eden ırkçı dürtülerin farkında olan Netanyahu, bu dürtüleri zekice ve yoğun şekilde kullandı. Yahudi kamuoyuna ‘Uyanın! Araplar (48 Filistinlilerini kastediyor) volkan gibi seçim sandıklarına akın edecekler. Arapların desteğiyle Kudüs’ten taviz verecek ve bu ülkedeki ulusal hakkımızdan feragat edecek bir sol hükümetin kurulması için düşürülmemi kabul edecek misiniz?’ diye sesleniyordu. 

Netanyahu, Filistin Yönetimi'nden bazı yetkililerin yaptığı ve Siyonist solun kazanması yönündeki eğilimlerini dile getirdikleri açıklamaları da kullandı ve ‘Filistinlilere hizmet edenlerin Yahudilere hizmet edemeyeceğini’ belirterek Yahudi çoğunluğun hislerini okşayan ırkçı bir söylem geliştirdi. İsrailli saygın gazeteci Yossi Melman, sürpriz seçim sonuçlarının açıklanmasından birkaç saat sonra Twitter hesabından ‘İsrail toplumunun sadece sağ yönetimi onaylayacağını kabul etmek gerekir’ diye yazarak bu durumu özetledi.

Netanyahu, İran nükleer dosyası konusunda ABD yönetimiyle yaşadığı anlaşmazlığı da rakipleriyle mücadelede kârlı bir koza dönüştürdü. Şöyle ki, Netanyahu’nun yakın çevresi birçok kez Obama’nın Netanyahu’nun kazanma şansını kırmak için bu krizi çıkardığını iddia ettiler. Netanyahu’nun ekibi, Demokrat Parti'yle ilişkili Amerikalı zengin Yahudileri, İsrail’deki rakiplerinin seçim kampanyalarına mali destek vermekle suçladı.

Salih Naami

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/netanyahunun-surpriz-basarisinin-sebepleri-ve-etkileri

 

  • ANKETLERE GÖRE BU KONUŞMA LİKUD’A SANDALYE KAZANDIRMADI AMA SEÇİM SONUÇLARINA BAKILINCA ‘DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ÜLKESİNİN BAŞKANINA MEYDAN OKUMANIN’ SONUÇLARDA BİR ETKİSİ OLDUĞU MUHAKKAK

İsrail küçük bir ülke ve her tarafı onu yok etmeye ant içmiş komşularla dolu. Dolayısıyla hep güçlü olmalı. Halktaki algı bu şekilde. Ürdün ve Mısır ile yapılan barış anlaşmasını bir kenara bırakırsak Hamas’ın kuruluş beyannamesinde İsrail’i yok etmek yazılı. Lübnan’ın Hizbullah’ı da var. İran’ın eski cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın da “İsrail haritadan silinmeli” sözlerini hatırlayınca İsrail halkı için güvenlik vazgeçilmez ve en öncelikli konu. Bir de buna ortak hafızaya kazınmış Holokost’u da eklemek gerek.

Yaz aylarındaki Gazze savaşı unutulmuşken koalisyonu kontrol edemeyen Netanyahu’nun erken seçime gitme kararı solcular için büyük şanstı. Ancak bunu iyi kullanamadılar, güvenlikle ilgili net bir duruş sergileyemediler.

Daha önceki seçimlerde de olduğu gibi bu durumu avantaja çeviren yine Netanyahu oldu. İsrail’in en büyük güvencesi olan ABD’nin Başkanı Barack Obama ile Netanyahu’nun ilişkileri belli. Zaten limoni olan bu ilişkileri çöpe atmak pahasına İran tehlikesine dikkat çekmek için ABD Kongresine gitti. Müthiş konuşmasıyla ayakta alkışlandı. Obama’yı tatlı sözlerle överek başladı sonra yerin dibine batırdı.

Anketlere göre bu konuşma Likud’a sandalye kazandırmadı ama seçim sonuçlarına bakılınca ‘dünyanın en güçlü ülkesinin başkanına meydan okumanın’ sonuçlarda bir etkisi olduğu muhakkak. Rabin meydanında toplanan on binlerce kişi ‘İsrail değişim istiyor’ diye haykırdı ancak güvenlik kaygısı her şeyin üstüne geçti. Netanyahu da bunu çok iyi kullandı. İsrail toprakları bir daha bölünmeyecek dedi, benim başbakanlığımda Filistin devleti kurulmayacak dedi, oy verme devam ederken Araplar oy veriyor, sağ iktidar elden gidiyor diyerek ayrımcı bir dille nüfusun %20’sini oluşturan İsrail’in Arap vatandaşlarına karşı sağcıları oy kullanmaya çağırdı.

Karel Valansi

http://t24.com.tr/haber/netanyahunun-onlenemez-zaferi,291062

 

  • İSRAİL’İN FİLİSTİN MESELESİNDE SÜREKLİ TOP ÇEVİRMESİ GİDEREK ZORLAŞIYOR. YENİ YERLEŞİMLERİN İNŞAATI BU HIZLA SÜRDÜKÇE İKİ DEVLETLİ BİR ÇÖZÜMÜN GERÇEKLEŞMESİ GİDEREK FİZİKİ OLARAK İMKÂN DIŞI HALE GELECEK

Bir Herzog-Livni hükümetinin Filistin ile barış konusunda çok cesur adımlar atmasını kimse beklemiyor. Bazı Filistinli gözlemciler Bibi ve aşırı sağcıların tavırları, söylemleri, işgali devam ettirme iradeleri şeffaf olduğundan onların iktidarını tercih ediyor. Solcu veya merkez siyasetçilerin dünya ile kapışmadan işleri götürecekleri için ipe un sermelerinin daha kolay olacağından kaygı duyuyorlar.

İsrail’in Filistin meselesinde sürekli top çevirmesi giderek zorlaşıyor. Yeni yerleşimlerin inşaatı bu hızla sürdükçe iki devletli bir çözümün gerçekleşmesi giderek fiziki olarak imkân dışı hale gelecek. Filistinliler de zaten İsrail işgalini farklı şekillerde zorlama yönünde adımlar atıyorlar. Yakında iki devletli çözümden vazgeçtiklerini ilan etmeleri bile gündemde. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne pek çok dosyayla başvuracaklarını söyledi. Filistin devletini tanıyan devletlerin sayısı artıyor. Uluslararası çapta bir “boykot, yatırımları geri çekme ve yaptırım” hareketi gelişiyor.

Tüm bu gelişmeler İsrail’i çok hayati kararlar verme eşiğine getirdi. Bu seçimler o kararları verecekleri belirlemekten çok, bir sonraki seçimlerdeki siyasi seçeneklerin kristalleşmesi işlevini görebilir.

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/1054892-surprizlerle-dolu-secim

 

  • İSRAİL SOLU TOPLUMUN YENİ DEMOGRAFİK YAPISINA UYGUN BİR SİYASET ÜRETEMEMENİN CEZASINI ÖDEDİ. EKONOMİK SIKINTILARIN, MUAZZAM GELİR UÇURUMLARININ KENDİ BAŞLARINA BİR SİYASİ PLATFORM OLUŞTURAMADIĞI, KALPLERE DE HİTAP EDEN BİR SÖYLEMİN GEREKTİĞİ, GÜVENLİK DUYGUSUNUN ISKALANAMAYACAĞI ORTAYA ÇIKTI

İsrail solu toplumun yeni demografik yapısına uygun bir siyaset üretememenin cezasını ödedi.

Ekonomik sıkıntıların, muazzam gelir uçurumlarının kendi başlarına bir siyasi platform oluşturamadığı, kalplere de hitap eden bir söylemin gerektiği, güvenlik duygusunun ıskalanamayacağı ortaya çıktı. Kamuoyu araştırmacıları fena halde yanıldı ve kamuoyunu yanılttılar. Siyasetin, seçimlerin kamuoyu yoklamaları üzerinden değil sokakta, mahallelerde, toplumun içinde yapılması gerektiği anlaşıldı. Tabii, insanların en ilkel duygularına hitap etmenin her zaman prim yapabildiği de...

Seçkinlerin kendi dünyalarından çıkıp gerçekten toplumsal nabzı bire bir ilişkilerle okumalarının ne denli önemli olduğu bir kez daha kanıtlandı. Bir bakıma tüm dünyada örnekleri görülen ‘yerelciler’ ile ‘evrenselciler’ arasındaki büyük kavgada birinciler bir zafer daha kazandı. Çoğulculuk, vatandaşlık üzerine kurulmuş çoğulcu demokrasi anlayışına bir darbe daha vurdu.

Seçimler bugüne dek aslında olmayan bir şeye yani “iki devletli çözüme yönelik barış sürecine” varmış muamelesi yapanların bu komikliği sürdürme imkânlarını tüketti. Bundan böyle ABD veya Avrupa’da “İsrail barış ve çözüm istiyor” demek, “Karşılarında düzgün muhatap bulamıyorlar ondan dolayı işler yürümüyor” tezini savunmak mümkün olmayacak.

Bibi’nin partisinin ve kendisinin yüzündeki tüm makyajı silmesiyle birlikte dünya ölçeğindeki ‘boykot, yatırımları çek, yaptırım uygula” hareketi güç kazanacaktır. Başka örneklerde de görüldüğü gibi bu türden hareketler en çok içerideki çözüm yanlılarına, barışçı olanlara ve evrenselci kesime zarar verecektir.

Bibi’nin seçim günü sergilediği ırkçılık ve kendi yönetiminde asla bir Filistin devleti kurulmayacağı vaadi ABD yönetimiyle ve muhtemelen Amerikan Yahudi topluluğunun önemli bir kesimiyle arasındaki ilişkileri daha da zayıflatacak. Bundan sonra Filistin-İsrail sorunuyla ilgili oylamalarda Washington’un desteğini, vetosunu otomatik olarak arkasında bulması imkânsız değilse de zordur.

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/1055783-yeni-donem

 

  • FİLİSTİN’E “DEVLETSİZLİK” VE İRAN’A YÖNELİK “ŞAHİN” POLİTİKALAR, ABD-İRAN DİYALOĞUNU ENGELLEMEYE ÇALIŞAN BİR SİYASAL STRATEJİ, BİBİ’Yİ NEREYE KADAR TAŞIR?

Peki, İsrail seçimlerinde, “değişmez siyasal liderliğin” simgesi haline gelen Bibi’nin “İsrail kralı” olması sözü, her ne kadar yakıştırma olsa da, siyaseten birtakım göndermeleri işaret etmekte midir? Bibi, seçimlere giderken son virajda “İsrail’in başında bulunduğum sürece Filistin devleti olmayacaktır” demecini verdi. 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu’nda kabul edilen 181 sayılı “Taksim Planı”, 1967 savaşından sonra BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 242 sayılı karar doğrultusunda Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri’nin “işgal edilmiş topraklar” sayılması ve pek çok uluslararası hukuk belgesi, bu durumda geçersiz mi kılınmaktadır? Filistinlilere yönelik “devletsizlik” siyasetinin, fiili durumdan resmiyete dökülmesi yaklaşımı, sorunları daha da çözümsüz hale getirmeyecek midir? Sina yarımadasından Lübnan sınırına kadar “güvensizlik kuşağı” içinde bulunan İsrail, güvenlikçi siyasalarla mı çıkış arayacaktır? Bu bakış, elbette Hamas’ı siyaseten güçlendirecek, Batı Şeria merkezli Filistin Özerk Yönetimi ve El Fetih’i zayıflatacaktır.

Bibi, Kudüs’ün statüsü dahil Filistin konusundaki “ödünsüz” politikasını, Batı Şeria yüzeyinde değil de, İsrail’in tarihi devletleri ve krallıkları ile açıklarsa, Judea ve Samaria’da zaten başka bir devletin var olamayacağını ileri sürecektir. İsrail’in iç güvenlik ekseninde, Kudüs-Tel Aviv-Hayfa arasındaki üçgen, bir İsrailli meslektaşımın ifadesiyle ülkedeki “Yahudi varlığı”nın sürmesi için stratejik bir öneme sahiptir. Bu bağlamda Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin sürdürülmesi, tam da bu siyasetin uzantısıdır.

Filistin’e “devletsizlik” ve İran’a yönelik “şahin” politikalar, ABD-İran diyaloğunu engellemeye çalışan bir siyasal strateji, Bibi’yi nereye kadar taşır? 2017’den sonra eli daha mı fazla rahatlar ve “neo-con” politikalarla bölgede yeni “müdahale” senaryoları mı gündeme gelir? Tartışmak lazım… Türkiye-İsrail ilişkilerinde, her iki taraftaki “muhafazakar” yönetimlerin, ekonomide devam eden, siyasette gerilen ilişkileri tercih ettiği, net biçimde anlaşılabilmektedir.

Bibi, İsrail Başbakanı mı, yoksa İsrail kralı mı olmaya çalışacak? Modern dünyada Başbakanlığı tercih etmesi ve “iki devletli çözüm” için yeni bir süreç başlatılması makul gözükse de, 21. yüzyılda otoriter, şahin ve muhafazakar liderler, daha çok prim yapmaktadır. Yeni dönemde çok “yeniden” ısıtılan güvenlikçi-muhafazakar yaklaşımlar, kısa dönemde ise pek de umut vermemektedir.

Deniz Tansi

http://politikaakademisi.org/bibi-israil-krali-mi-secildi/

 

  • BUGÜNKÜ SEÇİMLER SONUCUNDA, NETANYAHU KALSA DAHİ TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN NORMALLEŞMESİNİ BEKLEMEK GEREKİR

"Netanyahu iktidarda kalırsa, İsrail'le ilişkileri geliştirmek zor olacak. Bu durumda sadece Türkiye ile değil, Obama yönetimi kaldığı sürece İsrail'in başı ABD ile de dertte olacak. Ancak İsrail için IŞİD, Hizbullah'tan daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu yüzden, bugünkü seçimler sonucunda, Netanyahu kalsa dahi Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesini beklemek gerekir.

Bu, Türkiye'deki seçimlerin hemen ertesinde olabilir. Söz konusu düzelme, üçüncü bir ülkenin müdahalesiyle mi, yoksa iki taraftan birinin atacağı adımla mı olur, orası bilinmez. Livni'nin içinde olacağı bu iktidarın çıkması halinde ise ilişkiler çok daha çabuk normalleşir."

Mensur Akgün

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28481675.asp,

 

  • “TÜRKİYE’DE BİR ÇOCUĞA TÜRKÇE AD VERMENİN BÖYLE BİR AVANTAJI VAR; ÇOCUK İSTEDİĞİ KİMLİĞİ, İSTEDİĞİ NOKTADA AKTİVE EDEBİLİYOR. OYSA SİZ ÇOCUĞA, ONUN KİMLİĞİNİ ÇOK ÖNE ÇIKARAN BİR İSİM VERDİĞİNİZ ZAMAN, ÇOCUK O KİMLİKTEN KAÇMAK YA DA O KİMLİĞİ SAKLAMAK GİBİ BİR ŞANSA SAHİP OLAMIYOR.”

“İbranicede Yudit ‘Tanrı’nın övdüğü kul’, ‘Namer ise ‘kaplan’ demek. Birleştirince, ‘Tanrı’nın övdüğü kaplan’ oluyor. Epey kuvvetli bir adım ve soyadım var yani...”

(…) “Ben bizimkilerin Türkiye’den İsrail’e taşındıkları dönemde doğmuşum. Annem orada bu adı duymuş ve beğenmiş. Ne anlama geldiğini bilmeden, sadece sesini beğenip koymuşlar. Türkiye’de hiç duymadıkları bir ad bu, sonradan öğrenmişler anlamını. Asıl sebep, oralı olma çabası... Çocuklarını orada büyüteceklerini düşünmüş, “Buralı oluruz” demişler ama öyle olmamış.”

(…) “Hiçbir zaman Türk gibi görünme şansım olmuyor. Türkiye’de bir çocuğa Türkçe ad vermenin böyle bir avantajı var; çocuk istediği kimliği, istediği noktada aktive edebiliyor. Oysa siz çocuğa, onun kimliğini çok öne çıkaran bir isim verdiğiniz zaman, çocuk o kimlikten kaçmak ya da o kimliği saklamak gibi bir şansa sahip olamıyor. Ben de Yahudi kimliğiyle yaşamak durumunda kalıyorum. Bu, benim önümden yürüyen bir şey oluyor. Bana adım hakkında mütemadiyen soru soruluyor – anlamı, soruluyor. Okula başladığımdan beri, İsrail Konsolosluğu dışında her yerde bu sorularla karşılaşıyorum.”

(…) “Nerede olduğuma ve soruyu soranın kim olduğuna göre değişiyor. Bazen çok eğleniyorum, özellikle “Türkçen çok iyi, nerede öğrendin?” sorusu sorulduğunda. Diyorum ki, “İşte, 30 sene oldu”, “30 senedir öğrenmeye çalışıyorum.” Bazen çeşitli ülkeler sıralıyorum, “Şuralıyım”, “Buralıyım” diyorum, çünkü sürekli olarak buralı olmadığına dair bir yansıtmayla baş etmek bir noktadan sonra çok zor oluyor. Ben de, her azınlık gibi, mizah şeklindeki savunma mekanizmasını başlatıyorum.”

Yudit Namer (Rita Ender)

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10962/ben-size-kiminle-yattiginizi-soruyor-muyum

 

  • MEŞHUR BİR SÖZ VARDIR, “ANTİSEMİTİZM APTALLARIN ANTİEMPERYALİZMİDİR” DİYE

A Haber’de 15 Mart akşamı, Erdoğan’ın yaptığı bir konuşmada geçen kavrama atıfla bir belgesel yayınlandı: Üst Akıl. Kısaca, dünyada olmuş, olagiden ve olacak her şeyin bir üst akıl tarafından tayin edildiğini anlatan bir belgesel, bunu da antisemitizmle, Yahudileri aşağılayan bir dille yapıyor.

Belgesele göre üst aklı inşa eden üç Yahudi, İbn Meymûn, Charles Darwin (keşke Darwin bu belgeseli izleyebilseydi de Yahudi olduğunu öğrenebilseydi) ve Leo Strauss. Bu isimler, Yahudilerin dünyayı yönetmesi, geri kalanın köle olabilmesi için var gücüyle çalışmış. İbn Meymun bunu açıktan dile getirirken, Darwin bilimsel, Strauss ise siyasi alt yapısını hazırlamış. Çünkü, belgeseldeki akıllılara göre, bunu Yahudilik adına yapıyor olsalar önce Hristiyanlar itiraz edermiş. İnsan üzülüyor, Karl Marx’ı anmadıklarına. Kolayca sepete atabilirlerdi oysa.

(…) Üst Akıl adeta bir heyula gibi. İstediği anda istediği kişinin, kurumun, devletin suretine bürünebiliyor. Örneğin, milyonlarca Yahudiyi katleden Nazi Almanyası "Üst Akıl" oluveriyor. Türkiye’yi inşa eden Üst Akıl, İnönü’nün de Hitler Almanyasıyla yakınlaşmasını sağlıyor. Başka bir kısımda ise Çavuşesku’yu Romanya’nın borçlarını ödediği için öldürebiliyor. Dünya nüfusunu azaltmak için savaşlar icat ediyor, kürtajı öne sürüyor. Domuz gribi, kuş gribi gibi hastalıklar icat edip hem insanları kırıyor, sattığı ilaçlarla da parasına para katıyor. Ya da Merkez Bankası kılığına girip doları yükseltiyor.

(…) Meşhur bir söz vardır, “antisemitizm aptalların antiemperyalizmidir” diye. Belgeselde bahsedilen bazı gerçekler, emperyalizm, dünya darbeler tarihi vs. antiemperyalist bir tutummuş gibi gözükebilir. Hayır, değil. Yarın Ak Parti Hükümeti tutarlı olmak adına, ABD konsolosluklarını kapatıp tüm ilişkileri sonlandırmayacak, Türkiye’deki darbelerin arkasındaki NATO’dan çıkmayacak, emperyalizmle bağlarını koparmayacak, altemperyalist heveslerinden vazgeçmeyecek. Tek amaçları yolsuzluğu bir komplo olarak göstermek ve bunu Yahudi düşmanlığıyla gerçekleştirmek.

Belgeselde sıkça anlatılanların sıradan komplo teorileri olmadığı söyleniyor. John Molyneux, komplo teorileri için şöyle diyor: “Çoğu komplo teorisinin merkezinde ırkçı, çoğunlukla antisemitist bir unsur vardır. Sıklıkla ülkeyi ya da dünyayı kontrol eden 'gizli iç hükümet'in aslında (bazen Katolikler olsa da) Yahudilerin veya Siyonistlerin komplosu olduğu iddia edilir. Bunun bir işareti, Rothschild ailesi ve onların dünyadaki bankaların hepsine ya da çoğuna sahip oldukları veya onları kontrol ettikleri konusundaki tekerrür eden takıntıdır.”

Belgesel acemice, sıkıcı ve özgünlükten yoksun. Ayrıca Afrikalıları aşağılamasıyla, kadınların kürtaj hakkına bile dil uzatan bir düşmanlığıyla, defaatle gerçekleştirdiği antisemit söylemleriyle Ak Parti’nin nefret politikasının bir uzantısı.

Ozan Ekin Gökşin

http://marksist.org/icerik/Haber/1237/Aptallarin-yolsuzlugu-aklamasi:-Antisemitizm

 

Netten okumalar

  • İSRAİL BAŞBAKANI BENYAMİN NETANYAHUSEÇİM SONUÇLARI NETANYAHU'NUN SÖYLEMLERİNİ YUMUŞATACAK MI? – KAREL VALANSİ

http://tr.sputniknews.com/analiz/20150320/1014549860.html

 

  • 67 YILDIR KOALİSYONLARLA BÜYÜYEN ÜLKE BİZE DE İLHAM VERİR Mİ?

http://blog.radikal.com.tr/dunya/67-yildir-koalisyonlarla-buyuyen-ulke-bize-de-ilham-verir-mi-93569

 

  • İSRAİL’DE NE DEĞİŞTİ? I & II

http://www.milliyet.com.tr/israil-de-ne-degisti-/dunya/ydetay/2031242/default.htm

http://www.milliyet.com.tr/israil-de-ne-degisti-2-/dunya/ydetay/2031729/default.htm

 

  • AGOP, İSTRATİ VE İSHAK HALA ŞEHİT SAYILMIYOR

http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/agop-istrati-ve-ishak-hala-sehit-sayilmiyor

 

  • İLHAM VERİCİ BİR TEL AVİV HİKAYESİ

http://futureleadnow.com/ilham-verici-bir-tel-aviv-hikayesi/

 

  • İŞTE TANRI'NIN HİZMETKÂRI – ERTUĞRUL ÖZKÖK

http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ertugrul-ozkok_10/iste-tanrinin-hizmetk-ri_28481528

 

  • KARAKÖY'E ADINI VEREN CEMAAT

http://haber.star.com.tr/pazar/karakoye-adini-veren-cemaat/haber-1012482#.VQ3XBSjzb6g.facebook

 

  • İSTANBUL’DA 40 KİŞİLİK BİR CEMAAT

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10968/istanbulda-40-kisilik-bir-cemaat

 

Netten seyredin

  • CNN TÜRK EKİBİ İSRAİL'İN NABZINI TUTTU

http://www.cnnturk.com/video/dunya/cnn-turk-ekibi-israilin-nabzini-tuttu

 

  • JAK ESİM - EN ÇANAKKALE

https://www.youtube.com/watch?v=3Or6QySzjm0

 

Bir kaynak site

  • HOLOKOST'LA YÜZLEŞMEK - SHOAH

http://www.holokostlayuzlesmek.com/tr/