Kral Şelomo ve Gizemli Saray

Sevgili okuyucularım, bu hafta sizlerle yine masalsı bir öykünün içine gireceğiz. Öykümüz, her ne kadar fantastik öğeler taşısa da, bir kez daha Şelomo’nun bilgeliğine hayran kalacak, yine günlük hayatımıza ibret olacak bir şeyin farkına varacağız

Sara YANAROCAK Kavram
19 Şubat 2015 Perşembe

Günlerden bir gün Kral Şelomo ve maiyetindekiler, Sihirli Örtüye binmişler, Pers Ülkesine yaptıkları ziyaretin ardından İsrail’e dönüyorlardı.

Başkomutan Benaya, krala uzakta gördüğü bir şeyi işaret etti. Örtünün üzerindeki yolculuk tahtında otururken uyuyakalan Şelomo, gözlerini açtı ve ona gösterilen yere baktı. Çölün ortasında muhteşem bir saray vardı. Şelomo gözlerini ovuşturarak:

“Bu belki de bir seraptır!” dedi. Sarayın yığınla sıralanan kulelerine, inanmaz gözlerle bakıyordu. Benaya:

“Bana oldukça gerçek gibi görünüyor.” dedi. Şelomo:

“Ama çölün ortasında, bu saray ne arar ki?” diye merakla sordu ve rüzgâra sarayın yanına inmek istediğini söyledi.

Rüzgâr sihirli örtüyü yere indirdi. Onları bir kum tepesine oturttu. Şelomo, Benaya ve adamları, örtüden inip, önlerinde uzanan devasa, gizemli saraya bakakaldılar. Sarayın, kubbeleri, kuleleri, duvarları, siperleri kızgın güneşin altında pırıldıyordu. Şelomo ve yanındakiler bu mavimtırak, yarı saydam yapıya hayranlıkla bakıyor ve gözlerine inanamıyorlardı. Gariptir ki görünürde ne bir pencere, ne de bir kapı vardı. Tam merkezdeki kulede, bir bayrak dalgalanıyordu. Çölün ortasındaki bu yapıda, yaşayan hiçbir varlık göze çarpmıyordu. Her taraf sessizdi, Sadece bayrağın rüzgârda çıkardığı hışırtının sesi duyuluyordu.

Şelomo adamlarını sarayın etrafını kolaçan etmeleri ve giriş kapısını bulmaları için gönderdi. Hiçbiri herhangi bir şey bulamadan geri döndüler. Saray çölün ortasında devasa bir anıt gibi yükseliyordu. Benaya:

“Burası imkânsız bir yer!” derken etrafını merakla araştırıyordu. Şelomo birdenbire, kulelerin birinin tepesinde, yuva yapmış bir kartalı fark etti. Hemen elini salladı ve sihirli yüzüğünü çevirdi. Kartal derhal uçarak aşağıya indi ve kralın tahtının yanına kondu. Şelomo kartalı buyur etti ve selamlaştılar. Kartal boğuk bir sesle viyaklayarak Şelomo ile konuşmaya başladı. Benaya hayretle başını sallayarak, kartal ile konuşan kralı izliyordu. İçinden:

“Yine bir kuşun saçmalıklarını dinlemeye başladı. Buna kaç kere şahit oldum. Yine de ona hayran olmaktan kendimi alamıyorum.” diye düşünüyordu. Konuşmaları bitince, kartal bu kez kuvvetle viyaklayarak yuvasına doğru uçup gitti. Şelomo yanındakilere dönerek:

“Adı Alanad’mış. Yaklaşık iki yüz yıldır burada yaşıyormuş. Ona saraya nasıl gireceğimi sordum. Bana bunun imkânsız olduğunu söyledi. Böyle bir kapı yokmuş. Sadece Alanad, henüz küçükken hayatta olan büyükbabasından duyduğu bir şeyi anlattı. Bir zamanlar, sarayın kuzey kanadında bir giriş kapısı varmış, ama sonradan tamamen kumlarla örtünmüş ve gözden kaybolmuş” dedi.

Hep birlikte sarayın kuzey kanadına gitmişler. Gerçekten de kuzey kanadının önünde dağ gibi kumlar yığılıymış. Geçen yüzyıllar içinde kumlar taşlaşıp, kaya kütlesi haline gelmiş, yükseliyordu. Şelomo kaya kütlesini ellemeye başlayınca, Benaya sıkıntıyla sızlanmaya başlamış:

“Sevgili kralım, şimdi bu çöl sıcağında, çıplak ellerle bu kitleyi kazımamızı mı isteyeceksiniz?” Benaya neredeyse ağlamak üzere imiş. Şelomo ona gülerek bakmış:

“Sevgili Benaya bunun kolayı var” demiş. Hemen elini sallamış, sihirli yüzüğünü çevirerek rüzgârı yanına çağırmış. Ona çok sert esmesini ve kaya kütlesini eritmesini emretmiş. Rüzgâr kayayı delercesine sert esince kütle erimiş ve ortaya demir bir kapı çıkmış. Şelomo kapıyı incelerken hemen yanında çakılı duran bir plaket görmüş. Üzerinde yazılı olan sözleri yüksek sesle okumuş.

"Anlatılmamış yıllarda, burada yaşayan bizler,

Servetimizden bin kat daha fazla uyanık bir biçimde,

Gururla yürüyen küheylanlarımızın üzerinde,

Havadaki durağan ve huzurlu bir müzik eşliğinde,

Mutlu ve neşeli yaşardık.

Hizmetkârlar bize hizmet ederlerdi.

Fakat ey keder!

O, acımasız kuraklık, bizi ayaklarının altında çiğnedi.

Üzerimizden geçti, bizi tarumar etti.

Gurur kaynağı buğdaylarımız,

Bereketli mahsullerimiz,

Amber rengi tarlalarımız, kuruyup öldüler.

İncilerimiz yerlere saçılıp, toz oldular.

Açlıktan ölmek üzere iken, her yanımız harabeye döndü.

Sarayda yaşayan herkes, tek tek yerlere saçıldı ve can verdi.

O yüzden burayı kumlara bıraktık.

Vatanımızı kefene sarar gibi, bırakıp terk ettik.

İğrenç sürüngen kertenkele,

Burayı beklemek üzere geride kaldı.

Bizler, altınla kaplı bu sarayı terk ettik.

Eğer O, bir kral veya peygamber değilse,

Aslında buraya hiç kimse giremez.

Girebilecek olan için,

Anahtar, kapı pervazının sağ üst köşesinde duruyor."

Şelomo hemen eliyle kapının sağ üst köşesini yokladı. Kocaman bir anahtarı avuçlayıverdi. Hemen kapıyı açmaya yeltendi. Benaya telaşla atıldı:

“Yüce kralım ne yapıyorsunuz? Plakette hem kral hem de peygamber olmalı diyor. Siz kendinizi bu konularda yetkin görüyor musunuz?” diye sordu. Şelomo Benaya’ya hayretle bakarak:

“Nasıl yani, sen benim krallığımdan şüphe mi ediyorsun?” dedi. Benaya:

“Tabii ki hayır, fakat ya peygamberlik?” diye çekinerek ekledi. Şelomo:

“Peygamberliğe gelince, bana Tanrı tarafından bahşedilen bilgelik ve doğaüstü güçlerle birlikte, peygamberlik değerlerine sahip olduğuma çok inanıyorum” dedi. Benaya:

“Emin misiz yani?” diyecek oldu. Kral ona alaylı bir ifade ile bakarak:

“Hem de kesinlikle eminim.” diye cevap verdi. Şelomo adamlarına dönerek:

“Hadi beni takip edin. Sarayı keşfe çıkalım,”deyince herkes onu çaresizce takip etti. Kapıdan içeri girince, kendilerini dar bir koridorun ağzında buldular. İhtiyatla ilerlediler. Koridorun sonunda çok şatafatlı bir yemek salonuna girdiler. Salonun tüm duvarları altın kalkanlar, gümüş süsler ve değerli goblen tablolarla bezenmişti. Masa ve sandalyeler, kıymetli taşlarla süslenmiş çok değerli ve görkemli mobilyalardı. Her şey esrarengiz bir şekilde pırıl pırıl parlıyordu. Duvarlar kristaldendi ve gözleri kamaştırıyordu. Salonun en dibinde kapalı bir kapı vardı. Kapının hemen yanında bir plaket vardı. Üzerinde:

Hem krallar, hem de köleler için;

Günler, mezara doğru uçup gidiyor!” sözleri okunuyordu.

Kapıyı açıp içeri girdikleri zaman yeni bir salon daha karşılarına çıktı. Salonun bütün duvarları, altın ve gümüşle işlenmiş sanat eserleriyle doluydu. En dipte yine bir kapı ve yanında bir plaket vardı, üzerinde:

“Kendini hazırla.

Bugün veya yarın, Yaşam Kitabı’nda,

Adının yanına ‘öldü’ diye kayıt edecekler,” sözleri yazıyordu. Tekrar yeni bir salona girdiler. Dipteki kapıda yine bir plaket vardı, hemen altında ise bronz bir akrep heykeli göze çarpıyordu. Plakette:

“Bizim kralımız, uzaklarda ve yakınlarda, çok haşmetliydi.

Ama sonunda kendisi de korkunun ne olduğunu öğrendi,” sözleri yazıyordu. Şelomo bronz akrep heykele dokununca, kapı korkunç bir gıcırtıyla açıldı. Karşılarına küçük bir oda çıktı. Odaya ihtiyatla girdiler. Oda boştu. Sadece tam odanın ortasında, tahtında oturan bir kralın heykeli vardı. Kralın göğsünde bir plaket asılıydı. Plakette bir şeyler yazıyordu. Heykelin yanına yaklaştıkları anda sarsılmaya ve hırıltılar çıkarmaya başladı. Kulaklarından ateşler fışkırıyordu. Herkes çok heyecanlıydı. Benaya çok tedirgindi:

“Ucuz bir gösteri” dedi sonra da ekledi: “Yani umalım ki öyledir!” Heykel sustu. Titremesi de durdu. Kulaklarında hala dumanlar tütüyordu. Şelomo heykelin kaidesine çıktı ve heykelin göğsündeki plaketi okudu:

“Ben Ad’ın oğlu Şadad’ım.

Krallara layık, görkemli bir ihtişamla korunurum.

Sarayım, değerli taşlar ve altınla kaplıdır.

Her tarafı harikalarla doludur.

Bir düzine krallık önümde eğildi.

Benim adımdan korkmayı öğrendi.

Benim dediklerim kanundu.

Yaptıklarım yüceydi.

Benim yönetim şeklim diktatörlüktü.

İşaret ettiğimde herkes ayağıma gelirdi.

Soluk yüzlü ölüme hayır diyebilir miydim?

Sağlık ve yaşam için ona gücümü teklif edebilir miydim?

Hangi rüşvet, teklif veya emir…

Onun soğuk ve felaket taşıyan elini durdurabilirdi?

Beni zalimce, kendi durduğu daracık alana sürükledi,

Ben zengin ve gururlu Şadad’ım!

Ama sonunda sadece bir kefene sahip oldum.

Her şey bir gösteriştir!

Gösteriştir diyorum, çünkü sonunda hiçbir şeyi yanında götüremiyorsun.”

Şelomo bu sözleri okuduktan sonra, ağzı acılaştı. Bir süre sessiz kaldı. Sonra yanındakilere dönerek:

“Hadi gelin, buradan çıkalım.” dedi. Hepsi beraber sarayı hızla terk ettiler. Kapının dışında duran kum tepesinin üzerindeki sihirli örtüye bindiler ve gökyüzüne doğru süzülüp uçtular. Rüzgâr onları Yeruşalayim’e doğru uçururken, Şelomo tahtında sessiz sedasız oturuyordu. Yenilmiş gibi görünüyordu. Sürekli olarak, Kral Şadad’ın sözlerini içinden mırıldanıyordu:

“Size söylüyorum, bu bir gösteriş: Her şey gösteriştir!”

Hikâye hakkında notlar: Bu son sözler, Kral Şelomo’nun yazdığı Kohelet (Vaiz) kitabında okuduğumuz çok bildik cümlelerdir. Eğer Kohelet kitabının gerçek yazarı Kral Şelomo ise, bu cümleyi Kral Şadad’tan etkilenerek yazdığı açıktır. Bazı Yahudi din bilginlerinin görüşlerine göre Tevrat’ın içinde bulunan –Kohelet- adlı kitap Şelomo tarafından yazılmamıştır. Çünkü kitabın içerdiği fikirler ve kullanılan İbranice, birkaç yüzyıl sonrasının aydınlanmış fikirlerini ve değişime uğramış dilini taşımaktadır. Bu kitabın felsefesi: ‘Hayat geçicidir, o yüzden günü yaşa’dır. Bir kişi için güneşin altında yemek, içmek ve neşeli olmaktan daha önemli hiçbir şey yoktur. Bu sözler, daha çok Romalılar yönetiminde, İsrail’de yaşayan, asimile Yahudiler için yazılmış , ‘Hedonizm’i yeren, bir eser olarak göze çarpıyor. İşte bu yüzden Yahudi din bilginleri, Kohelet’i sahte bir yazarın yazdığını ve Şelomo olarak imza attığını iddia ediyorlar, Diğer bir deyişle Kohelet ‘Psödografik’ bir eserdir.

Kohelet’in diğer bir ilginç noktası ise, yazarın kendisinin bir zamanlar İsrail Kralı olduğunu söylemesidir. Bunun anlamı Kral Şelomo’nun bu satırların yazıldığı dönemde artık hayatta olmadığıdır. Çünkü hiçbir kral ölmeden önce, “Ben bir zamanlar kraldım” diye bir ifade kullanmaz.

Hedonizm: Hayatın esas amacını zevk kabul eden öğreti… Hazcılık, zevke düşkünlük felsefesi…

Psödografik: Kitabın gerçek yazarının söylenen değil de sahte bir yazar tarafından yazılmış olduğu düşünülen yazılar.

Kaynak: Saray Katibi Ahimaaz’ın Notları/Prof. Steve Solomon

Tevrat/Kohelet (Vaiz) kitabı