!f İstanbul 14 yaşında

Arkalarında hiçbir kurum desteği olmayan iki genç kızın, Serra Ciliv ve Pelin Turgut’un on yıl önce başlattıkları alternatif kültür sanat etkinlikleri kapsamında underground partilerden Türkiye’nin ilk bağımsız film festivaline giden ‘uzun ince yol’ bizleri, bu yıl on dördüncü yılını kutladığımız !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’ne ulaştırdı

Erdoğan MİTRANİ Yaşam
19 Şubat 2015 Perşembe

On dört yıldan beri, “Müslüman mahallesinde salyangoz satan” !f İstanbul, giderek muhafazakârlaşan, kurumsallaştıkça bağımsızlığı sadece adında kalan, bağımsız filmlerin de neredeyse aynı format altında çekilmeye başladığı bir ortamda, 14 yıldır bağımsızlığını gerçekten koruyor. Şubat ayının ikinci yarısında 10 gün süreyle, İstanbul’da film gösterimleri dışında sergiler, partiler, söyleşiler ve önemli yönetmenlerle buluşmalar düzenliyor.

Birkaç yıldır !f Ankara ve !f İzmir olarak İstanbul dışına da açılan !f, bir festival tarafından dünyada ilk kez gerçekleştirilen ‘alternatif dağıtım ve paylaşım’ projesi !f ² ile, farklı bölümlerinden  seçilen beş filmi canlı yayınla Anadolu’da 30’dan fazla şehirdeki  ve Girne, Gümrü, Erivan, Kudüs ve Ramallah’daki 15 bin sinemaseverle buluşturuyor.

Önce AFM sponsorluğunda başlayan, AFM’nin el değiştirmesiyle Cinemaximum desteğiyle devam eden festival, zamanla kurumsallaşarak Uluslararası İstanbul Festivaliyle yarışacak düzeye geldi. Öyle ki, son film festivalinde İKSV, Neredesin Aşkım başlığıyla !f’in ilk yılından beri olmazsa olmazlarından Gökkuşağı Filmleri bölümünün bir benzerini programına aldı.

Sundance Enstitüsü ve ABD Başkanı’nın Sanatlar ve Beşeri İlimler Komitesi tarafından başlatılan ortak inisiyatif Film Forward: Kültürlerarası Diyalogu Geliştirmek, için seçilen on dört merkezden biri de, !f İstanbul.

!f’in konu başlıklarına gelince, 2008 yılından bu yana Keş!f, uluslararası platformlardan sinemaya değişik kapılar açabilecek yaratıcı genç yönetmenleri izleyicilerle buluşturmayı amaçlıyor. Keş!f Uluslararası Film Yarışması’yla ‘sinemada cesur hikâye anlatımı ve biçimsel arayış’ kriterlerini gözeterek en çok ‘İlham Veren Yönetmen’i belirliyor. Bir diğer uluslararası yarışma ve tanışma platformu da, dünyadaki değişimlere eleştirel gözlerle ve yumuşak kalplerle bakabilen, başka bir dünya hayaline tutkulu, sinemayla yapılabilecek müdahalelerin yaratıcı gücüne inanan aktivist sinemacıların bir araya geldiği, ikinci yılına giren Aşk ve Başka Bi’ Dünya. Sinema Yazarları Derneği üyelerinden oluşan bir jüri de SİYAD En İyi Film Ödülü’nü veriyor; Digitürk Galaları bölümünde, Toronto, Cannes ve Sundance gibi festivallerde büyük ses getirmiş olan yılın en çok konuşulan ve beklenen filmleri gösteriliyor; !f music, en sevdiğimiz müziklerin arkasındaki hayatlara eğiliyor; karanlık ve köşeli, seyirciyi yeni bakış açılarına ve görme biçimlerine davet eden, adrenalin seviyesini yükselten, tüyleri diken diken eden, rahatsız edici korku ve gerilim filmlerine odaklanıyor; oyun, izleyiciyi tuhaf tür filmleriyle, şaşırtıcı belgesellerle, sahte belgesellerle, kült adayı animasyonlarla, vampir komedileriyle ve hayvanların, kurt adamların, insanların içinden geçtiği fantastik hikayelerle buluşturuyor; Gökkuşağı, sevmeye yasak olmaz” diyen, tüm aşklara tüm yaşam biçimlerine ve tüm cinsel kimliklere alan açan, sergileri ve partisiyle artık bir !f klasiği; sanat ile insanın karşılaştığı anda meydana gelen değiş tokuş, sanat hayat içindir’de; belgesel ile kurgunun, sanal gerçekliklerle gerçek hayatın birbirine girdiği filmler ev’de; !f kült kapsamında dünyanın bugünkü hallerine dair söyleyecek sözü olan bir veya iki film Altyazı işbirliği ile arşivlerden seçilerek gösteriliyor; her sene sinemanın değişik yerlerinde gezinen !f Özel Gösterimler, bu sefer seyirciyi belgeselin ve kurmacanın en şaşırtıcı, akıl karıştırıcı ve yenilikçi haliyle bir araya geldiği iki filmle karşılaştırıyor; zamanlarının tanıkları hakkında, yenilenmiş ya da yakın zamanda keşfedilmiş aziz(e)ler, şairler ve meczuplar’da; ve tabii ki !f, Türkiye’den en heyecan verici ve en yeni Kısalar’ı izleyicilerle buluşturuyor. Her biri küçük birer başyapıt olan festival tanıtım filmlerini de unutmayalım.

 

FİLMLERDEN İZLENİMLER

Gelelim 100’e yakın film arasından on günlük sürede seyredebildiklerimin izlenimlerine…

İki belgeselle başladım. ‘Song From The Forest / Ormanın Şarkısı’ bir ezginin peşinden Orta Afrika’daki Bayaka kabilesine ulaşan, yaşadıkları ormanın ve Bayakaların bir parçası olarak aile kuran Louis Sarno’nun önce ormandaki yaşamına, sonra da, dünyayı göstermek için New York’a götürdüğü, hayatı boyunca ormandan hiç çıkmamış olan oğluyla büyük şehirde yaşadıklarını anlatıyor. Ödüllü yazar ve gazeteci Michael Obert’in ilk filmi sinemasal olarak çok etkili olmasa da, müzik kullanımı ve öyküsünün özgünlüğüyle ilgi çekiyor,

Belinda Sallin’in, sinemaseverlerin ‘Alien’ filminden, hem mekânın hem de yaratığın babası olarak bildiği Hansruedi Giger’in yaşamına ve yapıtlarına odaklanan ‘Dark Star: Hr Gigers Welt / Karanlık Yıldız: Hr Giger’in Dünyası’ ise, nefes kesici. Karanlık ve rahatsız edici kâbusları resmeden Giger’in Zürih’in gökdelenler ormanının ortasında tekinsiz bir vaha gibi duran evinde, tasarlamış olduğu iki benzersiz barda, kimini muhafaza ederek, kimini geri satın alarak eserlerinden oluşturduğu koleksiyonu barındıran müzede çekilen film, hem çekimlerden çok kısa süre sonra yaşama veda eden bu olağanüstü sanatçıyı, hem de ‘biomekanik’ olarak adlandırdığı,  insan bedeniyle makinelerle harmanlayan sürreel resim ve heykellerini heyecan verici bir sinema diliyle anlatıyor.

Bu yıl Keş!f iki hayal kırıklığı ile başladı. Kanada’dan ‘Tu Dors Nicole / Nicole, Uyumuşsun’ 30-40 yıl önceki Fransız ‘can sıkıntısı’ sinemasının orta halli bir uzantısı gibiydi. Batin Ghobadi’nin ilk filmi ‘Mardan’, ilginç bir başlangıçtan sonra klişelere saplanıp kalan karmaşık öyküsü ve klişe anlatımıyla ‘keşfedilmese de olur’ bir çalışmaydı. Buna karşın Gabriel Mascaro’nun Brezilya’nın kışı ağustosta, Alagos’un olağanüstü doğasında çektiği yaşam ve ölüm şiiri ‘Ventos De Agosto / Ağustos Esintisi’, kesinlikle keşfedilmeye değerdi. Benim Antalya’da keşfetmiş olduğum Nesimi Yetik’in ‘Toz Ruhu’ da öyle. Bir öyküyü değil de, biraz aykırı bir kişiliği derinlemesine inceleyen bu ilk film, Adana’da ve Malatya’da aldığı En İyi Film ödülünün yanında, Tansu Biçer’e de hak edilmiş en iyi erkek oyuncu ödülleri de getirmişti.

Türk Sineması, ilginç birkaç belgesel ve vizyona girdiklerinde kaçırılmaması gereken çok özgün iki kurmaca filmle de temsil ediliyor: 

Levent Soyarslan’ın yazdığı, yönettiği, kurgusunu ve ortak yapımcılığını üstlendiği ‘Oflu Hocayı Aramak- O.H.A.’ sinemamızda örneği olmayan ‘mockumentary’ (kurmaca belgesel) tarzında absürd bir kara komedi. Ünlü bir müteahhidin sponsorluğunda Karadeniz yöresinin efsanelerini araştıran bir ekibin maceraları aracılığıyla günümüz Türkiye’sini, otoritelerinden eylemcilerine dek bütün yönleriyle hicveden ‘O.H.A.’, ‘çapulcu’ mizahının hâlâ capcanlı, hâlâ taptaze var olmakta devam ettiğini ispatlayan, büyük bir olasılıkla Türkiye Sinemasında çekilmiş en anarşist ruhlu film.

M.Caner Alper ve Mehmet Binay’ın ‘Zenne’den sonra yine birlikte çektikleri, senaryosunu gerçekten yaşanmış olaylardan esinlenerek M.Caner Alper’in yazdığı ‘Çekmeceler’, bir başına bu yazının boyutlarında bir incelemenin konusu olacak kadar önemli bir film. Shakespeare ve Çehov’a tutkun, ancak namus kavramını cinsellikle sınırlandıran oyuncu bir babanın ve aktris karısının kendi kompleksleri yüzünden kızlarının ruhunda ve bedeninde açtıkları derin yaralara odaklanan ‘Çekmeceler’ , sinemamızda benzeri olmayan, son derece özgün bir çalışma. Sansür kurulunun 18+ yaş şerhi gereksiz ama o kadar da önemli değil. Asıl anne-babaların mutlaka görmesi gereken bir film. Yönetmenlerin tiyatro, dizi ve sinema kökenli kalabalık oyuncu kadrosundan elde ettikleri toplu sinema oyunculuğu müthiş. Nilüfer Açıkalın, Tilbe Saran ve Ece Dizdar üçlüsü olağanüstü ama, kanımca, filmin baş karakteri, denize bir türlü giremeyen Deniz’i yorumlayan Ece olmasaydı sonuç bu kadar heyecan verici olmazdı..

Mia Hansen-Love’ın aynı zamanda senaryoya da katkıda bulunan kardeşinin yaşamından esinlenerek çektiği ‘Eden / Cennet’ , Fransız DJ Paul’ün 18 yıla yayılan yükseliş ve düşüş öyküsü. Hansen-Love, sanatsal yaratım, ünlü olmanın getirdikleri ve götürdükleri, düş kırıklıkları temalarını, elektronik müziğin, dansların, partilerin ve yan karakterlerin oluşturduğu arka planı başarıyla kullanarak anlatıyor

Kanadalı Guy Maddin’in bu kez Evan Johnson’la birlikte yönettiği son başyapıtı  ‘The Forbidden Room / Yasaklı Oda’ hem sinemanın ilk yıllarına ve sesiz filmlere bir saygı duruşu hem de bu yıllar sonra ilk kez renkliye dönüş yapan ayrıksı yönetmenin en deneysel ve kendine has mizah anlayışıyla en eğlenceli filmi. Öykü içinde öykü… içinde öykü… içinde öykü… olarak gelişen ‘Yasaklı Oda’nın anlatım labirentlerinde kaybolmanın tadına doyum olmuyor.

James Napier Robertson’un, bipolar zihinsel sorunlarıyla başa çıkmaya çalışan eski bir yerel satranç şampiyonunun gerçek yaşam hikâyesinden esinlenerek yazdığı ve yönettiği ‘The Dark Horse / Kayıp Şampiyon’, bütün güçlüklere rağmen ayakta durabilmenin, devam edebilmenin öyküsü. Duygusallığın tuzaklarına düşmeden, klasik bir sinema diliyle anlatılan film, iki saati aşan süresine rağmen soluk soluğa izleniyor.

Yine sorunlu bir karaktere, etrafıyla iletişim kurmakta zorlandığı için matematiğin ve rakamların dünyasına sığınan bir yeniyetmeye odaklanan ‘X +Y’ de gerçek bir olaydan esinlenmiş. Belgesel yönetmeni Morgan Matthews, son derece duygusal bir öyküyü büyük bir yalınlıkla ve çok sayıda yan karaktere benzersiz bir derinlik katarak anlatıyor. !f’in bu yıl boş olan kalplerin içini doldurma ve ısıtma amacına en çok yakışan nefis bir ilk film.

Kuşağının en gözü pek yönetmenlerinden Sion Sono’nun, distopik bir Tokyo’da geçen son filmi ‘Tokyo Tribe / Tokyo Çetesi’, bir Yakuza öyküsünü, hip-hop operası olarak anlatıyor. Bu görsel işitsel şöleni anlatmak değil, görmek lâzım.

!f kült kapsamında, Sergei Parajanov’un 1968’de çektiği deneysel ve gerçeküstücü başyapıtı ‘Sayat Nova / Narın Rengi’ var. Yönetmenin hapis yatmasında da rol oynamış olan film, dinî ve kültürel sembollerle dolu düşsel bir ziyafet. Hele izlememiş olanlar için festivalin olmazsa olmazı.

!f izlenimlerim değil ama, bana ayrılan yer bitti. Haftaya devam etmek üzere hepinize iyi seyirler dilerim.