Ankara Palas’taki umut gecesi

Atatürk’ün devleti kurduktan sonra sosyal yaşam alanının merkezi haline getirdiği Ankara Palas’ta 11 Şubat’ta tarihi bir gece yaşadım. Başbakan Davutoğlu ile birlikte siyasetten uzak, akademisyen kimliği ve entelektüel birikimi ile geçirdiğimiz ve herkesin serbestiyet içinde içini döktüğü gece çok uzun zamandan beri ilk kez iyimserlik denizine fırlattı beni.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
18 Şubat 2015 Çarşamba

11 Şubat hem benim hem Türk dini azınlıkları için tarihe geçen bir gün oldu.

Evet, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’deki dini azınlıkların temsilcileri ile birlikte olduğu, belki de çok uzun zamandan beri tarihteki ilk buluşmadan bahsediyorum.

Her şeyden önce Ankara Palas’ı gördüm ve vuruldum. Mütevazı çağdaş mimarisinden öte içeri girdiğimde etkilendiğim mekânda bulunan devasa dönem fotoğrafları 1920’lere, 30’lara götürüyordu insanı. O yıllarda Ankara’nın tek sosyal alan yaşam merkezi olan tarihi palasın yıllarca Cumhuriyet Baloları’na ev sahipliği yaptığını hatırladım. Aynı mekânın, Atatürk’ün devrimlerinden en önemlisi olduğuna inandığım kadının özgürlüğüyle ilgi olarak, sosyal ortamlara erkeklerle eşit şekilde girmesinin simgesi bir özgürlük alanı olduğunu hatırladım. Atatürk’ün balo salonunun ortasında bulunan devasa muhteşem avizenin altında dans ettiğini gördüm hafızamın gizli dehlizlerinde. Terasa çıktığımda ise Orhan Veli ve Yahya Kemal gibi ünlü şairlerimizin yaz geceleri düzenledikleri edebiyat toplantılarını da gördüm hayalimde. Hepsi geçmişteydi ama hepsi de gerçekti. Lakin nedense yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin başlarında yaşanan bu güzelliklere bizzat tanık olamamanın hüznünü de yaşadım. Ama farketmezdi. Ankara Palas ordaydı, balo salonu oradaydı, devasa avize ve en önemlisi duvarlarda, o günleri yaşatan dev fotoğraflar da oradaydı. Yeterdi de artardı bile.

Bir ülke sadece bugünü değil geçmişiyle de yaşar insanın yüreğinde…

Ve sonra, tam beş saat süren tarihi yemeğe geçtik. Başbakan Davutoğlu ve eşinin balo salonuna girişiyle beraber Ankara Palas’ın tarihi bir geceye daha damga basacağına inanmıştım. Davutoğlu’nun uzun ama her kelimesini büyük titizlik ve güzellik ile seçtiği konuşması çağdaş bir ülkenin Başbakanı’na yaraşır nitelikteydi. Zira şöyle diyordu:

Kim ki vatandaşlık kimliğinin ötesinde, salt azınlık kavramı üzerinden bir şekilde vatandaşlar arasında ‘esas vatandaş, ikinci sınıf vatandaş ayırımı yapar, o devletin temeline dinamit koymuş olur…”

Yıllardır bu ülkenin bir ‘yabancısı’, hatta iç potansiyel tehlikesi olarak görülen bizler için tarihe not düşen ifadelerdi bunlar. Herkes duyacak mıydı acaba?

Davutoğlu devam ediyordu: “Siz bu toprakların asli çocuklarısınız; dışardan gelmediniz, dışarıya gitmeyeceksiniz. (…) Varlığınız kimi devletleri hatırlatan unsur değildir zira siz onlardan da önce bu topraklardaydınız…”

Bir de buna kulak verin: “Bazı ülkelerin suçlarına kolektif bir anlam yükleyerek bu suçu buradaki vatandaşlarımızla özdeşleştirmeyi biz kabul etmiyoruz…

Ve en güzeli kapanış sözüydü: “Eşit vatandaşlık ilkesi ve karşılıklı saygı ile hukuksal sorunları çözeceğiz.

Sonra, saatler boyunca dini azınlık temsilcileri konuştular, ‘baca temizliği’ yaptılar. Dertlerini, taleplerini dile getirdiler. Her bir noktanın Başbakan tarafından notunun alındığına şahit oldum.

Bendeniz de kısa bir konuşma yaptım. Eşit vatandaşlık ilkesi bağlamında Davutoğlu’nun nitelemesiyle ‘bir gönül ve fikir sofrası’ kurulmasının devlet-azınlık ilişkilerinde çok önemli bir kilometre taşı olduğunu söyledim. Ve sonra da Türk Yahudilerini üzen medyadaki nefret söyleminden bahsettim. Gençlerin basındaki ayırımcı, ötekileştirici ve giderek nefrete dönüşen söylemler karşısında varoluşsal bir sorgulamaya giriştiklerini ve bu topraklara olan aidiyetlerini zorunlu olarak kendilerine sorar hale geldiklerini anlatmaya çalıştım ve pek tabii ki çözüm istedim.

Gecenin sonunda hem Başbakan Davutoğlu hem de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, her birimizin talepleriyle ilgili olarak samimi empati gösteren devlet adamları olduklarını kanıtlarcasına son sözlerini detaylı olarak söylerken hepimiz iyimserlik havasında geceyi bitiriyorduk.

Davutoğlu, “Nefret söylemine hepimizin karşı olması gerekir” dediğinde iyimserlik havamla birlikte temennilerin hayata geçirilmesinin önünde duran ‘duvarlar’ı da düşündüm.

Atatürk’ün salonda duran hayaliyle başlayan Ankara Palas gecesi, uzun zamandan beri ilk kez yeniden hissettiğim iyimserlik, umut ve güven duyguları ile bitmiş oluyordu.

Siyasetin söz konusu olmadığında siyasilerin nasıl da gerçek ‘gönül sofraları’na liderlik edebileceklerini düşündüm tarihi Palas’tan buz gibi Ulus havasına çıktığımda. Zira siyasetin tekrar görüş alanımıza nüfuz etmesiyle birlikte bu sihirli anların sona ereceğini de biliyordum.

Velhasıl bu havaya çok ihtiyacım vardı. Uzun zamandan beri ilk kez kendimi bu kadar iyi hissetmeye başlamıştım.

Yeter ki daim olsundu…

 

1 Yorum