Neneka’ya bir nefes

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
11 Şubat 2015 Çarşamba

Güçlü insanlar terk-i diyar ettiklerinde hep gökler açılır, şimşekler mi çakar? Kış mevsiminde olmamıza karşın ertesi günü güneş mi açar? Açar, ama keskin bir soğuğu, eldiven giyme ihtiyacını hissettirir. Tıpkı bugün uğurladığımız ‘Neneka’ gibi. Hem severdi, hem sarsardı insanı.

Ulus Aşkenaz Mezarlığı 2 Şubat Salı günü tıklım tıklım doluydu. Rahmetli Suzan Uziyel’in yaşıtları sayıca fazla değildiyse de kalabalık aile fertleri, oğullarıyla gelinlerinin dostları ve torunlarının arkadaşları, bahçeye uzanan yolda sessizce bekleşiyordu. Tören usulüne göre gerçekleşti. Etrafında ailesi, yanında gözü gibi sevdiği torunları, gösterişten uzak, huşu içinde. Seuda yapıldı ve herkes yavaş dağıldı.

Suzan Uziyel’i yakınlarının deyimiyle ‘Neneka’yı çok mu iyi tanıyordum? Hayır. Öyleyse bu yazı niye? Tanrı sırayı bozmasın inşallah ama annemin yaşıtları ya da yakınları bir bir gitmeye başladıkça içim burkuluyor. Öğrettikleriyle bir devir son mu buluyor? Bizler verilenin ne kadarını iletebileceğiz? Böylesi kayıplarda duayı dinlemek yerine beynimde sıralanan sorular bunlar. Açıkçası ne kadar doğal olsa da bu nesli yitirme korkusu beni sarsıyor.

Törene katılanların çoğunu tanıyor olmam, pek tabii ki bizim de büyüdüğümüzün bir kanıtı. Farkına varsak da varmasak da gerçek bu.

***

Hilda Uziyel ile tanıştıktan bir müddet sonra Bayan Suzan Uziyel ile karşılaştım. Dik dik baktı, sonra da tok bir sesle, ‘Sen Albert’in kızı mısın?” dedi. Korka korka, ‘evet’ dedim. Ardından yumuşacık bir tonda ailemin hatırını sordu ve selam söyledi. O gün Neneka’yı çözdüm. Ailemle nereden tanıştığını da sormadım. Ama Büyükada’da Maden’deki evinin bahçesinde, torunu Naz’la birlikte oturduğunda, her geçişimde, ‘Haydi gir içeri, kahve de yapacağım’ derdi. Hep acelemiz vardı ya, kapının önünde en az on-on beş dakika sohbet ederdik. Keşke acelemiz olmasaymış.

***

Bildiğim kadar bir dönem iş yaşamında da bulunmuş olan Neneka’nın en büyük özelliği aileyi bir arada tutmuş olmasıdır. Sadece fevkalade iki oğul yetiştirmekle kalmayıp, Hilda ve Ziva gibi iki mükemmel geline de sahip olmuştur.

Bu yazıyı kendimi rahatlatmak için de yazdım. Zira cenazenin ertesi günü, yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan, dualara katılamayacağım. Mekânın cennet olsun Suzan Uziyel. Merak etme her gün senin için bir ‘nefes’ çekeceğim.

Not: Babamı kaybedeli yirmi yıl oldu. Gerçi yılların bir anlamı kalmadı.

Yeni taşındığım Naki Bey’deki eve henüz telefon bağlanmamış. Komşuların hiç birinde cep telefonu yok. Babam hastanede. Az sonra Hilda’ya rastlıyorum. Sıkıntımı anlıyor ve bir şey demeden evine dönüyor. Bir saat sonra Berti’nin cep telefonuyla geliyor. ‘Geceyi rahat geçir, sabah iade edersin’ diyor. Öyle de oldu. Ardından telefon bağlandı. Aynı haftanın pazartesisi de babam gitti.

Bu öyküyü çok az anlattım, ama hep yüreğimde taşıdım. Bu jesti çok az insan yapardı. Binlerce kez teşekkür ettim. Sanırım bu teşekkür biraz Neneka, biraz Hilda, çokça da senin için Berti.

Zamanı geldi, anlattım; hepsi bu…