Yahudi kimliği bunalımı

Kavram
21 Ocak 2015 Çarşamba

Rav Naftali Haleva


Yosef kardeşlerine “Yosef’im ben!” dedi. “Babam hâlâ hayata mı?” (Bereşit 45:3)

Kardeşleri ile yeniden bir ara gelen Yosef, babasının yaşayıp yaşamadığını sorar. İlginç olan kardeşleri ile buluştuğu an, kardeşlerinin babalarının yaşadığını dile getirmiş olmalarıydı. Ayrıca Yosef’in kardeşleri ile aralarında geçen konuşmalarda Yosef’in kullandığı kelimelerde açıkça babasının yaşadığını dile getiren kelimelere rastlamaktayız. Buna göre, babasının yaşayıp yaşamadığını kardeşlerine yeniden sormasının ne anlama olabilir? Bu soru ile birlikte Yosef’in yaşadığı çelişkinin ne olduğunu anlamamız gerekir.  

Yosef’in kendi çocuklarına koymuş olduğu isimlerin ne anlama geldiklerini kavrarsak, Yosef’in iç dünyasında nasıl bir çelişki yaşadığını anlayabiliriz. Yosef behor olanın adını “Tanrı tüm zorluklarımı –hatta babamın evini bile– unutmamı sağladı” diye Menaşe koydu.  Bu sözlerle Yosef kendinin Mısırlı olduğunu ilan etmektedir. Yosef Mısır hükümdarıdır; kendisine ait bir Mısırlı ismi vardır ve eşi de Mısırlıdır. Kullandığı kelimelerle babasının evini ve geçmişini unutmak istemektedir. 

Yosef’in ikinci oğluna koyduğu isimle kendisinin iç dünyasında farklı bir bakış açısını izlemekteyiz. İkincisine, “Tanrı beni, ıstırap çektiğim ülkede verimli kıldı” diye Efraim adını verir. Bu sözlerle yaşadığı ülkeyi ıstırap çektiği bir ülke olarak tarif ederek tüm sahip olduğu Mısır kimliğine rağmen huzurlu olmadığını görmekteyiz. Yosef nasıl bir kimliğe sahipti? Mısır kültürü ile iç içe, karışmış, asimile olan biri mi, yoksa kendisini hâlâ doğduğu evi kültürü ile bağdaştıran bir kişi mi?

Derine inecek olursak, Yosef’in çocuklarına koyduğu isimlerle ciddi bir kimlik çatışması yaşadığını görebiliriz.

Yosef’in iç dünyasında yaşamış olduğu bu çelişki ve kimlik bunalımı, Mısır’a kıtlık sırasında yemek almak için gelen kardeşleri ile karşılaştığında yüz üstüne çıkar. Bu karşılaşma sırasında Yosef’in bu çelişkide bir karar vermesi gerekmekteydi. Kardeşlerini reddetmek ve doğduğu evdeki kültürü tamamen bırakıp Mısırlı olmak mı, yoksa kardeşleri gibi İsrailoğulları’nın bir parçası olarak kalıp o kimlikle kendini görebilmek mi? Kardeşleri ile tekrar buluştuğu ilk anda, ‘çektirdiği acı ve sıkıntıların sebebi aslında yaşadığı tereddütten ve bu ikilemden dolayı’ diyerek açıklanabilir. Başlangıçta Mısır kimliği ile kalma mücadelesinden dolayı kardeşlerinden yabancı bir şekilde ve onları tanımazlıktan geldi.  Fakat bu kimlikle kalmayı başaramadı. Sonunda duygularına daha fazla hâkim olamadı; İbrani kimliği ve aile bağları daha ağır bastı, yüksek bir sesle ağlamaya başladı: “Yosef’im ben!” dedi. “Babam hâlâ hayata mı?”

Burada babası Yaakov’un yaşadığını bilmesine rağmen, soruduğu soru aslında cevabı beklenilmeyen ve etkili olsun diye kullanılan bir soruydu. Bu soru aslında kendi iç dünyasında Yosef’in kendine sorduğu bir soruydu:

 “Kendim asimile olduğumu ve her bakımdan Mısırlı olduğumu zannediyordum. Babamın evini, oraya olan bağlantımı ve oradaki insanlarla olan bağlarımın tamamen bittiğini sandım. Yanılmışım ve bu saçmalığa artık devam edemeyeceğim. Babam benimle iç dünyamda yaşıyor mu? Babamın öğretileri benim iç dünyamla birlikte mi? İçimdeki duygular benim orası ile bağlantı kurmama yetecek kadar mı?  Ailemle ve köklerimle olan bağlantım eskisi gibi güçlü mü ki tekrardan köklerime geri dönebileyim?

Babasının iç dünyasında yaşadığını ve onun öğretileri ile yaşayabileceğini fark eden Yosef, kardeşlerinden, ailesinden ve geleneklerinden kopamayacağını anlar ve bunun sonucunda kendisini kardeşlerine tanıtır. Yosef özüne dönmüştür. Gerçek kimliğini tekrardan kazanmıştır. Ben sizin kardeşiniz Yosef’im ve babamın evindeki tüm prensiplere ve ideallere tekrardan kavuşmanın mutluluğu içindeyim.

Yosef’in yaşadığı bu ikilem bana okuduğum bir olayı çağrıştırdı:

Cuma akşamları Şelomo Ameleh’in yazdığı Şir Aşirim (Şarkıların Şarkısı) metni okunduğunda, Rabi Hayim Berlin ağlamaya başlar. Bunu gören Rabi Arye ona ağlamasının nedeni sorar? Rabi Hayim bir hikâyeyle cevap verir:

“Ben Moskova’da rabi olduğum sıralarda, şehrin tanınmış Yahudi iş adamlarından birisi, benimle özel olarak konuşmak istediğini söyledi. Bu görüşmede bir oğlunun doğduğunu ve mümkünse sünnetinin gizli olarak yapılmasını istedi. Brit Mila’yı yapmayı kabul ettim; ama bu gizliliğin nedenini sordum. ‘İşim nedeniyle Yahudi kimliğimi saklamayı tercih ediyorum. Komşularım, benim ve ailemin Yahudi olduğunu bilmemekteler. Bu nedenle onların duymaması için Brit Mila’yı gizlilikle yapmak istiyorum.’ Brit Mila’yı büyük bir gizlilikle gerçekleştirdik. Tören bitiminde baba bana büyük miktarda para verdi ama ben parayı kabul etmedim. Paranın az geldiğini düşünen baba, verdiği paranın iki katını daha verdi. Parayı yine kabul etmedim ve Yahudilikten kopmasına, başkalarının kendisini Yahudi olarak bilmelerini istememesine rağmen, çocuğuna yapılan Brit Mila’nın neden bu kadar önem taşıdığını, neden bu ‘mitsva’yı yerine getirmek için bu kadar uğraştığını sordum. Baba şöyle cevap verdi: ‘Sevgili Rabi, küçükken annem ve babamın öğrettiklerine rağmen yaşadığımız şartlardan dolayı Yahudilikten ne yazık ki tamamen koptuğumun farkındayım. Yahudi bilincimi tekrardan kazanabilir miyim, bilmiyorum. Aynı şekilde oğlum, yaşadığımız ortamdan dolayı Yahudilik hakkında pek bir şey öğrenemeyecek ve bilemeyecek. Ama günün birinde Yahudi bilincini kazanabileceği bir ortamda yaşarsa ve o yolu seçerse bunu engelleyecek hiçbir pürüzün kalmaması için en azından Brit Mila ‘mitsva’sını yerine getiriyorum.

Rabi Hayim Berlin bu hikâyeye bağlı olarak, Şir Aşirim metnini okurken ağlamasının nedeni açıklar:

 İnah Yafa Rayati, İnah Yafa Rayati, Enayih Yonim / Ah, ne güzelsin sevgilim, ah sen ne güzelsin; gözlerin güvercin gibi. (Şir Aşirim 1:15) 

Metinde “sen ne güzelsin” kelimelerinin iki kere geçmesinin nedenini daha iyi anlıyorum. Birinci kez kullanılan “sen ne güzelsin” kelimeleri Yahudi milletinin günah işlemeden ve hata yapmadan önce güzel olduğunu vurgulamak, ikinci kez kullanılan “sen ne güzelsin” kelimeleri ise hatadan ve Yahudi kimliğinden uzaklaştıktan sonra bile Yahudi milletinin Tanrı’nın önünde güzelliğini koruduğunu belirtmek içindir.

 Nasıl olur da Yahudi milleti günahtan sonra güzelliğini koruyabilir; çünkü gözleri güvercin gibidir. Güvercin ne kadar uçarsa uçsun, yuvadan görme mesafesinden fazla uzaklaşamaz. Aynı şekilde herhangi bir Yahudi kökünden kopmuş ve Yahudiliğinden tamamen uzaklaşmışsa bile Avraam Avinu’ya yapılan antlaşma ‘Brit Mila Mitsva’sı onu sıcak tutar ve günün birinde geriye, yani Yahudilikle köküne geri getirir. Rabi Arye, Rabi Hayim Berlin’in Şir Aşirim okurken neden ağladığını anlamıştır.

Bu hikâyenin öğretisine paralel olarak Yosef’in yaşadığı bu yaşam deneyimi de ‘asimile bir Yahudi’nin özüne dönmesine benzer. Maalesef asimile olan kişiler ailelerinden ve geleneklerinden bir an için kopmuş ve uzaklaşmış ve yeni kimlikleri ile kendilerini özleştirmektedirler. Fakat yaşamlarında bir dönem noktası gelir ki yaşadıkları bir olay, etkilendikleri bir tecrübe ile gerçeği görmeye başlarlar. Farkındalık… Kaybettikleri o Yahudi kimliğini ve kopardıkları aile bağlarına geri dönmek isterler. Başlangıçta bu dönüş biraz olsun zihinlerini karıştırır. Şaşkınlık içinde şu soruyu sorarlar: Babam hâlâ yaşıyor mu? Ve cevap olarak “Evet yaşıyor ve yaşamalı” şeklinde cevap vermeye başladıkları an önemli bir sürece girmeye başlarlar. Geleneklerle olan bağlantılarını tekrardan kurmaya başlar ve köklerine tekrardan geri dönerler.

Sonunda kaçmanın ve uzaklaşmanın anlamsız olduğu fark ederler. Bununla birlikte, o gerçek kimliğe kavuşmakla birlikte iç dünyalarında gerçek huzuru ve ruhlarında Tanrı’nın ışığına kavuşabilirler.