‘Je suis Charlie’

7 Ocak zihinlerimizden silinmeyecek bir tarih olacak. O gün yaşananlar bir kez daha vahşetin, dehşetin, terörün ulaşabileceği boyutları gözler önüne serdi. Katliam sonrası Batı basınında da ifade edildiği gibi; ‘Mizah yaralar ama öldürmez.’ Karikatürler yüzünden insanların öldürülmediği bir dünyada yaşamayı istemek hakkımızdır.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı 0 yorum
14 Ocak 2015 Çarşamba

7 Ocak günü televizyon ekranlarında gerçek bir infaz sahnesi izledik, IŞİD’in hunharca kafa kesme görüntülerini aratmayan görüntülerdi bunlar. Yerde yaralı yatan, sonradan Müslüman olduğu anlaşılan polis memuruna yüzü maskeli teröristlerin iki adım öteden son derece soğukkanlılıkla ateş etmeleri, kendilerini ismen tanıtmaları istenen çizerlerin tek tek öldürülmeleri... Kadın polisin katli ve sonrasında yaşanan çifte rehin krizi…

Terörün hedefinde sadece Voltaire’in özgür Fransa’sı ve karikatüristler yoktu, ‘Hyper Cacher’ adlı Yahudi bir marketin hedef seçilmesi, dört masum kişinin salt Yahudi oldukları için yaşamlarını yitirmeleri bu insanlık dışı olayın antisemit boyutunu da gözler önüne serdi.  

Gerçek anlamda bir savaşın içinde miyiz? Bundan böyle dünyada hep korku ve acılar mı hüküm sürecek?  Yoksa demokrasi sınavı devam edecek mi? Belki de bu olgu ile yaşamayı kanıksayacağız pek çok örnekte olduğu gibi…

Charlie Hebdo, Fransa’nın popüler bir mizah dergisi. Saldırıda yaşamını yitiren Yayın Yönetmeni Stéphane Charbonnier dünyanın en ünlü çizerlerinden biri. Derginin eleştirel, alaycı, hatta kimi zaman kışkırtıcı bir çizgi izlediği bilinmekte… 1970 yılında Fransa’nın milli kahramanı, Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle’ün ölümünde de çizilen karikatürü büyük tepki toplamıştı.

Hatta Charlie Hebdo, Hz. Muhammed’in karikatürünü yayınladığı 2010 yılından sonra da tüm tehditlere karşın çizgisini değiştirmedi. Dergi bu politikasını hep savunduğu basın ve yayın özgürlüğü adına yaptı. Sadece Müslümanlığa karşı değil, Yahudilik ve Hıristiyanlığa karşı da sivri bir dil kullandı.

Biz düşünce özgürlüğünün de kırmızıçizgilerinin olması, demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de olduğu üzere inanç gruplarının hicvedilmesinin bu çizgileri aşmaması gerektiğine inanıyoruz. Bazı tweet’lerde, hatta köşe yazılarında; ‘E hak ettiler ama!’ türünden sarf edilen sözleri ve düşünce yapısını ise hiç mi hiç anlamıyoruz. Ayrıca kimi zihniyetler tarafından, Paris saldırısının arkasında İsrail şüphesinin aranması ve Fransa’nın Filistin’i tanıması nedeniyle Binyamin Netanyahu’nun bu ülkeyi tehdit ettiğine dikkatin çekilmesi pek dâhiyane olmayan bir komplo teorisi değil de nedir?

Teröristler ‘kahkahayı katlettiler’, hem de acımasızca, tüm uygar dünyayı gözyaşına boğarak, mizaha karşı kalaşnikoflarını yönelterek. Teröristler sadece intikam duygusu ile gazetecileri öldürmeyi değil, eylemleri sonrasında bir kaos yaratmayı istediler. Gazeteciler de tam bir düşünce özgürlüğü ile çizmelerinin bedelini çok ağır ödediler.

Çarşamba gününün seçilmiş olması da rastlantı değildi. Çarşamba günü Charlie Hebdo’nun yazı kurulu toplantısının yapıldığı gündü. Bu da eylemcilerin soğukkanlılıklarının yanı sıra ne denli profesyonel ve istihbarat sahibi olduklarını göstermektedir.

Katliamların hemen sonrasında, tüm dünya ‘Je suis Charlie’ pankartları ile desteğini sergiledi, alanları doldurdu, Türkiye dâhil sayısız dünya ülkesi liderleri, din adamları ve dini kuruluşlar tepkilerini açıkladılar. Herkes bu saldırının radikal akımları körükleyeceğini bilmekteydi. Bu nedenle de olayın hemen sonrasında sağduyu çağrıları gelmekte gecikmedi.  Yine de önümüzdeki günlerde ifade özgürlüğünün sınırları, İslamofobi masaya yatırılacak, uluslararası platformda işbirliğine yönelik adımlar tartışılacaktır.

Ne var ki, 7 Ocak sonrası gelişen olaylar zinciri karşısında Batılı yorumcular tarafından uygar ülkeler ile barbarlar arasında bir medeniyetler savaşının başladığı, özellikle Fransa ve Batı’nın bu globalleşen teröre karşı savaşı kazanacağının kesin olduğu, ancak özgürlükler ve akacak kan açısından bedelinin ne olacağının bilinmediği dillendirilmeye başlandı.  

Sadece IŞİD, El Kaide ve onun batıdaki hücreleri değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da kınadığı gibi radikal İslam’ın diğer bir kolu olan Boko Haram’ın Nijerya’daki katliamına da sessiz kalınmaması, her türden terörist örgütlenmeye karşı aynı kararlılığın gösterilmesi gerekmektedir.

Teröristlerin dini olmadığı konusunda tam bir mutabakat var. Ancak özgürlüklerin sınırları çizilirken özgür düşüncenin de katledilmemesi gerekiyor. Umarız 11 Eylül sonrası ABD’nin uyguladığı ve sonuç vermeyen sert, kimi zaman hukuk dışı yöntemler yerine bu kez her türden teröre karşı birlik çağrılarına vurgunun yapıldığı ve bu çağrıların eyleme dönüştürüldüğü bir strateji izlenir

Pazar günü Paris’te düzenlenen iki milyona yakın katılımcıyı ve kol kola girmiş elliye yakın lideri bir araya getiren tarihi yürüyüş belki gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakma yönünde bir umut ışığı olacaktır.

 

1 Yorum