Kadının adı ne?

Avrupa’nın karanlık çağlarında bir ışık, yeni bir umut olarak ortaya çıkan İslam medeniyetin nasıl bir süreç sonunda batının gerisinde kaldı?

Marsel RUSSO Köşe Yazısı 0 yorum
7 Ocak 2015 Çarşamba

Tarihçi Bernard Lewis’in ilgiliyle okuduğum ve birçok kere önerdiğim kitaplarından biri ‘What Went Wrong? / Yanlış Olan Neydi ?’ başlığı ile yayınlanan ve Türkçeye de çevrilen eseridir. Burada Lewis, Avrupa’nın karanlık çağlarında bir ışık, yeni bir umut olarak ortaya çıkan İslam medeniyetinin nasıl bir süreç sonunda batının gerisinde kaldığını irdeliyor.

Ortaya konan çalışmaya, önerilen nedenlere ya da inceleme şekline katılırsınız ya da katılmazsınız, ancak Lewis öyle konuları dile getiriyor ki, bunlara yabancılık çekmek mümkün değil. Elbette ki böylesi ‘sosyo-ekonomik politik’ süreçleri tek bir nedene bağlamak ya da üzerinden genellemeler yaparak sonuçlar çıkartmak bizi yanlış sulara sürükler. Ancak, yine de varılan çıkarımların üzerinden geçmekte fayda var.

Lewis’in ortaya koyduğu önemli argümanlardan biri ‘doğulu – oryantal’ toplumlarda kadının yeri ile ilgili. Bu erkek egemen toplumlarda, kadının sosyal yaşantıya, karar alma mekanizmasına, ailenin gelişimine olan katkısı yok denecek kadar aza indirgenmiştir. Refahın paylaşılmasında yeri yoktur. Gündelik yaşantıda, eğitimde hatta bazen sağlıkta dahi konumu sorgulanır ve neredeyse erkeğinin iki dudağının arasına sıkışır kalır.

Bu tespit İslam dünyası ile Batı dünyasını ayıran önemli kriterlerden biridir, Lewis’e göre. İçinden geçmekte olduğumuz ve eskiden yeniye savrulduğumuz şu günlerde, sanal ortamda, yazılı basında ya da görsel medyada karşılaştığımız kadının yerini sorgulayan söylemler giderek endişe verici boyutlara ulaşıyor. Kimi toplum kanaat önderinin, hatta kimi siyasetçinin isteyerek ya da istemeyerek verdikleri beyanlara akıl erdirmek olası değil. 2013 ile 2014 yıllarında kayda geçen kadın cinayetlerinin çarpıcı bir şekilde arttığı, kadına karşı şiddetin sıradanlaştığı, kadının sosyal ortamda kişisizleştirilmeye, cahilleştirilmeye çalışıldığı bir ortamı solumak – en hafifi ile – büyük talihsizlik.

Çok yakın bir geçmişe dek gavur denilerek küçümsenen batı dünyasında kadının yeri yalnız yasalarla değil sosyal bilinçle garanti altına alınmıştır... Bunlar insan hakları ile bir bütün olarak değerlendirilmiş ve demokratik düzen içinde kendini bulmuştur. Kadın, kendi ve ailesinin geleceğinde erkek kadar söz sahibi, eğitim görmüş, ne istediğini bilen, düşünen, seçen, savunan özgür bir birey olarak toplumda yerini almıştır.

Demokrasinin şu veya bu şekilde geçersiz kılındığı dönemlerde ise, zamandan ve coğrafyadan bağımsız, kadının yine itilip kakıldığına tanık olunur. Yine genellemelerden uzak kalarak, hiç aklımdan çıkmayan çarpıcı örneklerden birini vermek isterim.

Magda Göbbels, Nazi Propaganda Bakanı’nın eşidir. Kendisi evlenmeden önce Hitler ile bir toplantı vesilesi ile tanışmış ve etkilenmiştir. Hitler de günlüğünde Magda’dan hoşlandığını ifade eder. Ancak Hitler’in aile kuracak zamanı yoktur ve Magda’ya kendi çevresinde kalması adına Joseph Göbbels ile evlenmesini ister. Evlenirler. Mutlu çift Almanya’nın göz bebeğidir. Bir yanda karizmatik Propaganda Bakanı diğer yanda hoş, alımlı, Ari ırkı kusursuz bir şekilde temsil edebilecek kadın rol modeli Magda.

Gelin görün ki, Nazizmin zaferden zafere koşması, Hitler’in ezici başarıları ile, Alman kadın rol modeli, Alman anne rol modeli Magda gönülden düşer. Nazizm, kadını doğuran bir varlık olarak algılamış, ona doğurduğu sürece, Nazi ordusuna yeni neferler kattığı sürece değer vermiştir. Magda’nın debdebeli hayatı yerini inişlere, çıkışlara, mutsuzluklara bırakır. Defalarca kliniklerde psikiyatrik tedavi görür. O zorlu dönemlerde eşi Joseph ise aktrislerle gününü gün etmektedir. Eşini aldatmak, onu aşağılamak, Nazi erkeklerinin övünerek bahsedecekleri bir davranış şekli olmuştur. Benzer durumlar Stalin’in ülkesini demir yumrukla idare ettiği savaş sonrası dönemde Sovyet Rusya’da da görülmüştür… Ve daha birçok yerde!

Demokratik ve laik yaşamı ilkesel olarak ret eden, dini, bireye iç refahı sağlayan bir inanç manzumesi olarak değil de nüfuza ulaşmak için kaldıraç vazifesi gören bir dayanak olarak algılayan toplumlarda, kadının adı yok.

 

2 Yorum