İş, özgürlük ve onur arayışı: Tunus’un farkını anlamak

2010 sonunda ‘İş, özgürlük ve onur arayışıyla’ Tunus’ta başlayan protestolar, Zeynel Abidin Bin Ali’nin 23 yıllık iktidarına son vermekle kalmadı, domino etkisiyle Kuzey Afrika’ya ve Ortadoğu’ya yayılarak Arap Baharı’nı başlattı.

Selin NASİ Diğer
7 Ocak 2015 Çarşamba

Çalkantılarla dolu dört yılın ardından Tunus demokratikleşme dalgasından tek başına galip çıktı. Halk yeni bir meclis ve yeni bir cumhurbaşkanı seçti. Şimdi gözler Tunus’ta demokratik geçişin ne yönde seyredeceğine çevrilmiş durumda. Zihinleri kurcalayan bir diğer soru ise devrimin neden yalnızca Tunus’ta başarılı olduğu

 

Kendini ateşe vererek Tunus’ta devrimi de ateşleyen Muhammed Bouazizi 4 Ocak 2011’de hayata veda etti. Ancak sembolü haline geldiği devrim, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye gibi bölgedeki birçok ülkeyi etkisi altına alarak, Arap Baharı olarak nitelendirdiğimiz demokratikleşme sürecini tetikledi.

Bu zaman zarfında otoriter iktidarların yıkıldığına, yerine halkoyuyla yeni iktidarların geldiğine tanıklık ettik. Dönüşümü tamamlayamayıp şiddet sarmalına kapılan örnekleri de izledik ve hâlâ izlemekteyiz... Geçtiğimiz dört yılın bilançosuna baktığımızda, Mısır’da İhvan iktidarına karşı devrim yapan Abdülfettah el-Sisi önderliğinde askeri rejim kuruldu. Libya’da, Kaddafi’nin alaşağı edilmesi ardından, etnik kabilelerin giriştiği güç mücadelesi, çift başlı bir yönetim ortaya çıkarmış durumda. Yemen’de keza etnik ve dini grupların çatışmasından doğan istikrarsızlık ortamı, radikal örgütlere zemin sağlıyor. Suriye ise, dört yıldır, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük insan göçüne sebep olmuş olan iç savaşla mücadele etmekte.

Böylesi bir arka planda Tunus, demokratik kazanımlarına sahip çıkabilen yegane ülke olarak ilgiyi hak ediyor. Demokratikleşme sürecinin ilerleyişi bakımından Tunus, Arap Baharı’ndaki istisnai konumunu öncelikli olarak sahip olduğu kurumsal ve kültürel özelliklere borçlu.

BİR İSTİSNA OLARAK TUNUS

Fransız kolonisi olduğu günlerden bu yana Tunus, işleyen devlet kurumlarına sahip olan bir ülke oldu. Kolonyal yönetim dış işleri ve savunmadan sorumluyken, Tunus monarşisi iç siyasette kendi otoritesini kurabildi; örgün eğitim ağı, bağımsız mahkemeler ve milli bir ordunun temelini attı. Her ne kadar liberal demokratik temsile sahip olmasa dahi bu kurumlar, gerek Habib Bourgiba gerekse Bin Ali dönemlerinin otoriter yönetimleri altında daha da güçlendi ve modernleşme hareketlerinin taşıyıcı gücünü oluşturdu.

Özellikle ekonomi alanında devlet eliyle yürütülen liberalleşme atılımları bir taraftan özel sektörü güçlendirirken, diğer taraftan geniş bir orta sınıf yaratılmasına olanak tanıdı. Bu anlamda Tunus’taki orta sınıfın varlığının demokrasi taleplerini iktidara taşıyacak güçlü bir sivil toplumun temelini oluşturduğu söylemek mümkün. Rakamlarla somutlaştırmak gerekirse, Arap dünyasının en iyi eğitim sistemine sahip olduğu kabul edilen Tunus’ta okur yazarlık oranı, 2011 Dünya Bankası verilerine göre yüzde 80.  Toplumun yüzde 41’inin ise internet erişimine sahip olduğu belirtiliyor.

Sivil toplumun itici gücü olması bakımından Tunus’un demokratikleşmesinde sendikaların rolü yadsınamaz. Özellikle Tunus Genel İşçi Sendikaları (UGTT) 1946’da kuruluşundan bu yana ülkenin bağımsızlık mücadelesinde etkin bir rol oynadı. İlerleyen dönemde ise Bourgiba ve Bin Ali’nin otoriter yönetimleriyle güç mücadelesi içine girerek, hem muhalefet için platform vazifesi gördü; hem de arabulucu olarak siyasi pazarlıklara yön verdi. 750 bin üyesiyle, nüfusun yüzde 5’ini temsil eden UGTT’nin, 2010 sonunda başlayan ayaklanmaların ardından muhalefeti Bin Ali’ye karşı örgütlediğini, arkasına işveren sendikalarının da desteğini alarak, devrimin ertesinde işyerlerinin ve fabrikaların açık tutulmasını sağladığını not etmek gerek. Yine UGTT, Ennahda iktidarı sırasında dindar-laik eksende yaşanan sorunlar ve siyasi suikastların tırmandırdığı gerilim neticesinde, tabanından aldığı destekle yurt çapında grevler ve protestolar düzenleyerek, hükümeti uzlaşmaya ikna etmeyi başardı. Tunus’ta seçimlere gidilen süreçte UGTT, İşveren Sendikaları, Barolar Birliği ve Tunus İnsan Hakları Ligi arasında arabuluculuk yaparak Ulusal Diyalog heyetinin kurulmasında ciddi bir rol oynadı.

Elbette burada Ennahda temsilcilerinin siyaset oyununu demokrasi kuralları içinde kalarak oynama iradesi gösterdiklerinin de altını çizmek gerekiyor. Koltuklarına yapışmak yerine talepler doğrultusunda iktidarı teslim edebilme gücünü göstermiş olmaları, Tunus hikayesinin en çarpıcı yönlerinden birini oluşturmakta.

Bu durumu bir bakıma, ekonomik çıkarların siyasi çıkarlara galip gelmesiyle açıklamak mümkün. Petrol üretimi sınırlı olan Tunus’un ekonomisinin, daha çok madencilik, tekstil ve turizm gibi sektörlere dayanıyor. Yabancı yatırıma ihtiyaç duyması sebebiyle, siyasi istikrarsızlığın     bir an önce sona ermesi, toplumun tüm kesimlerinin yararına idi. Ennahda iktidarda kalmak için ısrar ettiği takdirde, yurt çapında protestoların sürdüğü, üretimin grevlerle kesintiye uğradığı ve halihazırda ülkenin yarısının işsiz olduğu bir ortam, ülkenin idaresini imkansız kılacaktı.

Tunus’un toplumsal hoşgörüye dayalı bir siyasi kültüre sahip olmasının da, İslamcıların uzlaşarak yönetimini devretmelerinde payı olduğu söylenebilir. Tunus’un sıkça vurgulanan bir diğer özelliği, nüfusun yüzde 90’ının mensup olduğu Maliki mezhebinin de etkisiyle, ülkenin nispeten laik bir toplum anlayışını benimsemiş olması. Özellikle 1956 yılında kabul edilen Medeni Kanun (Personal Status Law), şeriat hükümlerine saygılı bir ülkede, kadın erkek eşitliğini anayasa ile garanti altına alması bakımından, o zamanın şartlarında bir devrim olarak görülüyordu.  Bu sebepten, Ennahda’nın iktidara gelmesi ardından Medeni Kanun’da bu dengeyi bozacak birtakım değişiklikler önermesi toplumun laik kesimlerinde ciddi tepkilere yol açmıştı.

Tunus’taki demokratik geçiş sürecinin, örneğin Mısır’dakinden farklı bir yön izleyişinde, ordunun siyasete müdahale etmeyerek tarafsız konumunu muhafaza etmesinin rolü büyük. Polis gücüne dayalı otoriter yönetimin yanında, daha sembolik bir konuma sahip olan ordu, ayaklanmaların ardından Bin Ali’den yana taraf almamış, dahası halka ateş açmayı reddetmişti.

Buraya kadar Tunus’un demokratikleşme sürecinde başarılı olmasına zemin hazırlayan etkenleri tartıştık. Ancak demokrasiye geçiş, doğrusal bir rota takip etmediğinden, sürecin raydan çıkma ve kazanımların kaybedilebilme riski bulunuyor.  Bu bakımdan Tunus’ta ‘iş, özgürlük ve onur arayışı’ taleplerinin ne denli karşılanmış olduğuna bakmakta fayda var.

TUNUS’UN GELECEĞİ GÜL BAHÇESİ Mİ?

Bouazizi’nin dramatik çıkışı Tunus’taki mevcut yozlaşmış sisteme verilmiş bir  tepkiydi. Rüşvet, yolsuzluk ve adam kayırmacılık kurumsal işleyişi sekteye uğratmaktaydı. Bin Ali’nin ailesine rüşvet verilmeksizin ülkede herhangi bir yatırım yapılmasının imkanı yoktu. İşsizlik resmi olarak yüzde 14, bazı yerlerde ise yüzde 30’a varıyordu. Öyle ki Yasemin Devrimi’nin öncülü sayılan 2008’deki Gafsa Fosfat Madeni’ndeki ayaklanmalar işçi seçimi için yapılan kuralara fesat karıştığı iddialarıyla başlamıştı. Yaklaşık altı ay süren protestoların ön saflarında lise öğrencileri ve üniversiteli işsizler bulunuyordu. UGTT’nin kendilerine yeterince arka çıkmadıklarından yakınan diplomalı işsizler kendi sendikalarını kurma planları bile yapıyordu.

Halk taleplerini özgürce dile getireceği temsil hakkından yoksundu. İfade özgürlüğü kısıtlı, basın ve kitle iletişim araçları hükümetin kontrolündeydi. İnsan hakları ihlalleri olağan kabul ediliyordu. Seçimlerin şeffaf ve demokratik olmadığı bir ülkede, meclisin temsil ve işleyişi de daha çok göstermelikti. Zaten Bin Ali 2002’de referanduma giderek kendisine ‘ömür boyu başkanlık’ yolunu açmıştı.

İktidarı boyunca kendi varlığını laikliğin teminatı olarak göstererek, İslamcıları siyaset dışına süren Bin Ali’nin gitmesiyle, sürgündeki aktörler geri döndü. Bazıları Raşid el Gannuşi gibi meşru yoldan siyasal hayata entegre oldular. 

Örneğin serbest kalan tutukluların kurduğu El Kaide bağlantılı Ensar el Şeria'nın Tunus kolu ise mücadelesini farklı yollardan sürdürmeyi seçti.

Gannuşi liderliğindeki Ennahda, iktidarı boyunca siyasal tabanını genişletmek adına Selefi akımların güçlenmesine göz yumdu. Öyle ki, sendikalara yapılan saldırılar, siyasi suikastlar ve terör eylemlerinin (ABD Konsolosluğu saldırısı gibi) sorumlularının peşinden gitmediği için halkın tepkisini topladı. Bu anlamda, Pew Global’ın Eylül 2013’te yayınlanan çalışması siyasi istikrarsızlıktan ağzı yanan Tunusluların demokrasiden umduğunu bulamadıklarını ortaya koyuyordu. Verilere göre, demokrasiden hiç memnun olmayanların oranı yüzde 42, fazla memnun olmayanların oranı ise yüzde 30’du.

Ülke içi istikrarsızlık bir yana dursun, Tunus bölgede Irak ve Suriye’den beslenen ve IŞİD’le yeni bir safhaya geçen radikalleşmeden de payını aldı. Tunus’tan IŞİD’e katılan militan sayısının (tahmini 3000) tüm bölge ülkelerinden daha fazla olduğu belirtiliyor. Cihatçıların ülkeye geri dönmeleri durumunda dengeleri nasıl etkileyecekleri ise endişe konusu.

Her ne kadar Ennahda toplumsal kutuplaşmaya mahal vermemek adına cumhurbaşkanlığı için bir aday göstermemiş olsa da Tunus’ta dindar-laik ekseninde fay hatları bir hayli aktif ve kırılgan. Cumhurbaşkanlığı yarışında oyların yüzde 55,68’ini alarak ipi göğüsleyen Nida Tunus Partisi lideri El Baci Kaid Essibsi, sendikalar ve merkez solu da kapsayan laik kesimleri temsil ediyor. Ancak Bin Ali döneminde görev almış biri olarak, eski rejimle olan bağları sebebiyle eleştirilere hedef olmakta. Öte yandan işsizlik halen ülkenin sorunlarını başında geliyor. Demokrasiye geçiş sürecinde istikrarın sağlanmasına öncelik verildiğinden ekonomik gelişme ancak uzun vadede kendini gösterecek. Bu şartlar altında dahi Tunus demokratikleşme sürecinde önemli bir aşamayı daha geride bırakması bakımından takdiri hak ediyor. Ne var ki, yolun uzun ve tuzaklarla dolu olduğunu da unutmamak gerek...