Nişantaşı’nın karanlığı ve hüzünlü oyunlar

Türkiye’de giderek yılbaşı kutlamaları ve ışıklandırmalarına karşı çıkılmaya başlanırken bir darbe de başka nedenlerle de olsa Nişantaşı’ndan geldi. Bizim sosyal demokratlar yoksulluğun değil, zenginliğin paylaşılmasına ne zaman odaklanacaklar?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
24 Aralık 2014 Çarşamba

İnsanoğlu neden ışıklara, gecenin karanlığını hınzırca delen aydınlığa karşı çıkar?

Hıristiyan dünyasının Noel ve yılbaşına denk gelen günlerde caddelerinde yaptıkları göz alıcı rengârenk ışıklandırmanın benzerinin Türkiye’de yılbaşı vesilesiyle kimi yerlerde yapılıyor olması neden bu kadar rahatsızlık yaratır?

Işıklardan, aydınlıktan neden korkulur? Yılbaşı ışıkları yerleşik kültürümüze nasıl zarar verebilir, anlaşılır değil. Belki de aslında anlaşılır; lakin bu anlaşılanın içindekidir aslında anlaşılmaz olan. Uzun, karanlık ve kasvetli kış gecelerimize bir nebze ‘ışık’ veren, yorgun ruhlarımıza bir parça umut pompalayan, karanlığı delmeye çalışıp rengârenk ışıltısı sayesinde “her şeye rağmen varım işte” diyen yorgun savaşçılara bir atımlık da olsa ‘cephane’ sağlayan yılbaşı ışıklandırmaları giderek yok olmakta memlekette. Einstein’ın ‘karanlık yoktur, aydınlığın eksik olması vardır’ sözü doğrulanıyor nitekim…

Bir başka karanlıklar hikâyesi de Nişantaşı’ndan geldi bu yıl. Türkiye’nin geneline yayılan, yılbaşı coşkusunu yok etme gayretlerinden öte bambaşka bir nedenle karanlıkta kalıyor Nişantaşı bu sene. Dünyadaki sosyal demokratlar zenginliğin paylaşımına yoğunlaşırlarken, bizdeki yerli sosyal demokratlar ise hep yoksulluğun paylaşımına odaklanırlar nedense. Şişli Belediyesi’nin kasalarının boş olduğunu gören yetkililer zenginliği yaratma yerine daha kolay olsa gerek, yoksulluğu paylaşmayı yeğleyerek, yediden yetmişe herkesin Türkiye çapında özel anlam yükleyerek retoriklerinde yer verdikleri Nişantaşı’nı ışıklardan mahrum bırakmaya karar vermişler. Maddi kaynağın olmaması, gerekçe olarak kabul edilebilir. Oysaki buranın her türlü avantajından yararlanan dünyanın en ünlü 3-5 markasının sponsorluğu talep edilerek Nişantaşı’nın geleneksel renkliliği yaşatılmaya devam ettirilebilinirdi. Bunun için uğraşılıp uğraşılmadığını bilmiyorum ama sonuç ortada. Şişli Belediyesi’ndeki tuhaf ve olağanüstü gelişmeler belli ki icraatları de etkilemiş ayrıca. Ya talihimize küseceğiz, ya da sosyal demokrasinin, zenginliğin paylaşılmasına odaklı bir siyasi hareket olduğunu tekrar tekrar hatırlatacağız cümle aleme.

2015’e Nişantaşı karanlık girecek onca aydınlık ve parlak yıllardan sonra vesselam.

Umarım yılın kendisi aydınlıklarla geçer.

***

2014’ü hüzünle uğurlarken yılların Türkiye gerçeğini yansıtan ‘hüzünlü’ ama çok başarılı iki oyun sahneleniyordu İstanbul’da.

Biri Aziz Nesin’in ünlü ‘Zübük’ eseriydi.

Nedim Saban’ın ustaca ve günümüze göndermelerle süsleyerek yönettiği Zübük, Nesin’in 60 yıl önce tasvir ettiği siyasetçi ve vatandaş profilinin bugün bile hala geçerli olduğunu simgeleyen bir klasik roman adeta. Zübük, halkı içi boş ama parıltılı söylemlerle yönlendiren bir siyasetçi tipi. Başarısızlığa rağmen halkı yanında tutmayı başaran ve giderek yükselmekte olan bir siyasi karakter. Anlamsız vaatlere karşın elinde bulundurduğu güç sayesinde sürekli taraftar toplayan, üstelik yalnız kaldığını hissedenleri de yanına çekmeyi başaran ‘başarılı’ bir siyasi figür.

Aziz Nesin bir başka karaktere şunu söyletir eserinde: “Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Benim için şimdi tek amaç bundan kurtulmak. Ama gerçekten, Zübüklerden, kendi zübüklüğümüzden kurtulabilecek miyiz?”…

İkinci oyun Enver Aysever’in ‘Aykırı Kampanya’ gösterisiydi. Aysever oyunda adeta Türk Sol’unun hüzünlü tarihini anlatıyordu müzik eşliğinde. Nazım Hikmet’ten Sabahattin Ali’ye, Orhan Kemal’den Deniz Geçmiş’e, bu ülkenin bu insanlara yaptıklarını hatırlatıyordu bize. Sabahattin Ali gibi büyük insana yapılan kötülüğü kendisi yaşamış gibi aktardığında gözlerimiz dolarken bu ülke topraklarının, ‘aykırı’ kahramanlara neden bu kadar düşman olduğunu sorgulatıyordu bize.

Bana öyle geliyor ki, hakikaten yapabileceğimiz bir tek iş vardır, o da ölmek” demişti Sabahattin Ali ve acımasızca öldürülmüştü sürgün yolunda…

Nedim Saban ve Enver Aysever 2014 biterken bize arzulamadığımız Türkiye’yi cesaretle gözler önüne seriyordu.

Umut yoksulun ekmeği” misali 2015’in hüzünlü değil, şahane geçmesini temenni ediyorum.

Hoş gel ve hoş ol 2015.

1 Yorum