Günahın mirasçıları

Naziler ve çocukları… Aralarında adeta çifte bir duvar örülmüş. Her iki tarafın inşa ettiği sessizlik duvarlarından biri bile yıkılsa, diğeri dimdik ayakta kalıyor. Yaşananları kelimelere dökmemek elbette vicdanları rahatlatmaya yetmiyor, tabi vicdanları olanlar için. Nazilerin çocukları bugün ne yapıyor, geçmişleriyle nasıl başa çıkıyorlar? Birbirinden çok farklı insan hikâyeleri okudukça ‘her şey insanlar için’ deyimini yeniden tanımlayabilirsiniz

Selin SEVİNDİREN Perspektif
17 Aralık 2014 Çarşamba

 

Kimisi Nazi köklerinin yükünü omuzlarında hissediyor

Auschwitz Kampı’nın Başkomutanı Rudolph Hoess çocuklarıyla kampın hemen bitişiğindeki lüks villasında yaşıyordu. Bu çocuklar tutsakların yaptığı oyuncaklarla oynar, yakılan vücutların küllerinin örttüğü dallardaki çilekleri önce yıkayarak yerlerdi. Çocuk parkının bulunduğu bahçelerinden açılan bir kapıyaysa ‘cehennem kapısı’ adını vermişlerdi çünkü oradan doğruca kampa gidiliyordu. Babasını orada oynarken hayal eden Rainer Hoess, dedesinin suçlarından sorumlu olmasa bile bu ağır yükü her zaman taşıdığını, tarif edilemez bir utanç içinde olduğunu söylüyor. Nazi ideolojisinden vazgeçmeyen babası ve diğer aile fertleriyle tüm ilişkisini kesmiş olan Rainer, Auschwitz’i ziyaret ederek vicdanının bir nebze hafiflediğini söylüyor.

 Rainer Hoess ve ve bir Auschwitz kurtulanı

SS şefi Heinrich Himmler’in küçük yeğeni Katrin Himmler’in kendi büyükbabası ve diğer kardeşi de Nazi’ydi. Katrin, ‘Himmler Kardeşler’ adını verdiği kitabında ailesinden duyduğu utancı, onlara sert eleştirilerde bulunarak ve bağlarını tamamen kopararak azaltmaya çalıştı. Katrin’e göre Nazi soyundan gelenler uçlarda olma eğilimindeler; ya ailelerinden tamamen soyutlanarak geçmişin onları mahvetmesine direniyorlar ya da ailelerine tam bir sadakat ve kayıtsız şartsız sevgiyle bağlanıyorlar. Örneğin şimdi 85 yaşında olan Himmler’in kızı Gudrun Burwitz, yıllarca faal bir neo-Nazi’ydi. Katrin, bir Nazi olduğunu bilmediği babaannesinin ölüm cezası almış bir Nazi savaş suçlusuna gönderdiği teselli mektuplarını bulduğunda hissettiği tiksintiyi unutamıyor.                 

 

Monika Hertwig, Plaszow Toplama Kampı komutanı olan babası Amon Goeth on binlerce Yahudiyi katletme suçundan infaz edildiğinde yalnızca bir bebekti. Annesi onu sanki tüm bu dehşet yaşanmamış gibi büyüttü. Monika’nın kafasında Plaszow’da babası ve Yahudiler büyük bir aile gibi yaşıyormuşçasına bir imaj oluştu. 15 yaşlarına geldiğinde Monika’nın annesi, babasının birkaç tane Yahudi öldürdüğünü söyledi. “Beş mi, altı mı, on mu?” diye konuyu uzatan Monika elektrik kablosuyla kırbaçlandı. 1983’de BBC, Monika’nın annesiyle röportaj yaptı. Annesi hâlâ kocasını savunuyordu. Bunun üzerine BBC mahkeme konuşmalarının kaydını yayınladı, annesi bir gün sonra intihar etti. Tam olarak gerçeklerin Monika’nın yüzüne çarpması 1993 yılı yapımı Schindler’s List filminde babasını canlandıran Ralph Fiennes’in zalimliğini görmesiyle oldu. Monika kamptaki villalarında o dönem hizmetçilik yapan Yahudi esir Helen Jonas-Rosenzweig ile 2004’de kampın anıtının önünde buluştu. Monika’nın, “Bu katilin ne kadarının içimde yaşadığı sorusu beni yiyip bitiriyor” sözleri vicdanının rahatlamadığını gösteriyor.

Amon Goeth rolünde Ralph Fiennes    

Monika Hertwig büyüdüğü villada


Hitler’den sonra başa geçmesi beklenen Hermann Goering’in küçük yeğeni Bettina Goering ise ailesinin mirasıyla başa çıkmak için çok daha alışılmamış bir yönteme başvurdu. Bu hayata başka Goering getirmemek adına kendisini kısırlaştırdı ve kardeşini de aynısını yapmaya ikna etti. Bettina Goering İsrailli bir Yahudi ile evli ve ABD’de yaşıyor.

Niklas Frank, gençleri neo-Nazizm’den uzak tutmak için Almanya’nın dört bir tarafında, işgal altındaki Polonya’ya vali atanan, Hitler fanatiği, babası Hans Frank hakkında kin dolu konuşmalar düzenliyor.

 

Kimisi geçmişinden bahsetmek bile istemiyor

Auschwitz Başkomutanı Rudolph Hoess’ın torunu Rainer’in suçluluk duygusuna karşın, 11 yaşına kadar kamplardaki villalarda yaşayan kızı Brigitte Hoess, Nazi geçmişini sır olarak sakladı. Babasının 1947’de kampın krematoryumunun yanında asılmasından sonra İspanya’ya kaçan ve Balenciaga Modaevi’nin mankeni olan Brigitte, kimliğini sorun etmeyen Amerikalı eşiyle Washington’a taşındı. Brigitte senato üyelerinin eşlerinin giyindiği bir butikte işe başladı. İşin ilginç yönü patronunun Kristallnacht ertesinde Nazi rejiminden kaçmış Yahudi bir aileden olmasıydı. Köklerini saklamaya kararlı olan Brigitte, bir gece alkolün tesiriyle patronuna babasının Auschwitz’de 1,1 milyon insanın ölümünden sorumlu olduğunu itiraf etti. Patronu suçları işleyenin Brigitte olmadığını söyleyerek çalışmasında bir sakınca görmedi; iş ilişkileri 35 yıl sürdü.

Brigitte Hoes modellik yıllarında

Brigitte, ‘dünyadaki en iyi adam’ diye anımsadığı babasının ailesini korumak için, tehdit altında bu işi yaptığını söylüyor. Suçlarını itiraf etmesini ise İngilizlerin işkence yapmasına bağlıyor. Holokost’ta 6 milyon Yahudi’nin öldüğüne inanmayan Brigitte “O zaman nasıl bu kadar çok kurtulan var?” demekten geri kalmıyor.

 

 

İsveç’te 2010 yılında ‘Cold Facts - Somut Gerçekler’ adlı televizyon programında, Nazi Partisi üyesi Walther Sommerlath’ın, II. Dünya Savaşı sırasında Yahudi sahiplerinin elinden zorla aldığı fabrikada Naziler için tank parçaları, uçaksavar ve silah üreterek dönemin en zenginlerinden biri haline geldiği iddia edildi. İddia dönemin ‘aryanlaştırma’ politikaları göz önüne alındığında gayet sıradan gibi görünüyordu ancak iddiaların hedefindeki Walther Sommerlath, Alman asıllı İsveç Kraliçesi Silvia’nın babasından başkası değildi.

İsveç Kraliçesi Silvia

Babasının Nazi Partisi’ndeki faaliyetlerini ortaya koyan belgelerin iftira olduğunu söyleyen Kraliçe, babasının siyasi olarak faal olmadığını ve ailesiyle bu konularda hiç konuşmadıklarını söyledi. Kraliçe’nin kurduğu komisyonun iki yıllık araştırma sonucunda Walther Sommerlath’ı temize çıkarması pek şaşırtıcı olmadı. Babası, fabrikanın Yahudi sahibini Brezilya’ya sağ salim göndermek karşılığında fabrikayı devralmıştı ve fabrikada oyuncak tren, saç kurutma makinesi ve sivil halk için gaz maskesi üretmişti. Saray’ın resmi internet sitesinde paylaşılan ve Holokost’un kınanmasıyla başlayan altı dakikalık videoda Kraliçe bu yıpratıcı sürenin bitmesinden duyduğu memnuniyeti ve vicdanının rahat olduğunu dile getiriyordu.

Herald Quandant ve Goebbels ailesi


Bugün Almanya’nın en zengin ailesi olan Quandt ailesinin 40 milyar dolarlık serveti, ünlü Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’ın eşi Magda Quandt’ın, Guenther Quandt ile ilk evliliğinden olan Harald Quandt’a ve Harald’ın babasının önceki evliliğinden olan Herbert Quandt’a uzanıyor. Gunther ve Goebbels hiç anlaşamamalarına karşın, Gunther’in fabrikası Nazi ordusunun en büyük mühimmat sağlayıcısı konumundaydı. Gunther’e ‘Almanya’nın ekonomi Führer’i’ denirdi. 2007’de yayınlanan ‘The Silence of the Quandts – Quandt’ların Sessizliği’ adlı belgeselde ailenin Yahudi işadamlarının mal varlıklarına el koydukları ve bugün Varta olarak bilinen AFA adlı pil fabrikasında her ay 80 esirin zehirli kimyasallardan öldüğü gözler önüne serildi. AFA, Nazi ordularının denizaltı, füze gibi hayati öneme sahip olan savaş araçlarının batarya ihtiyacını karşılıyordu. Tesisin hemen yanında Quandt ailesi özel izinle kendileri için bir toplama kampı bile yaptırmıştı.

1931’de Magda Quandt, Goebbels ile evlendiğinde yanına sekiz yaşındaki oğlu Harald’ı da aldı. 18 yaşında kadar Nazi ideolojisi ile büyüyen ve Nazi Hava Kuvvetleri’ne yazılan Harald, 1945’de annesinin kocasıyla altı kardeşini öldürüp, Hitler’in Berlin’deki sığınağında intihar ettiklerine dair haberi aldığında Bingazi’de esir olarak tutulan bir SS subayıydı.  Babalarının bıraktığı muazzam mirasla Harald ve üvey kardeşi Herbert, BMW’nin yüzde 47’sini aldı ve aileyi Almanya’nın en zenginleri listesine taşıdı. 1967’de bir uçak kazasında ölen Harald’ın dört kızı gözlerden uzak yaşarken, Herbert’ın ailesi ise gazete manşetlerinden eksik olmuyor.

 

Kimisi Yahudiliğe dönerek günah çıkarıyor

Aharon Shear-Yashuv SS birliklerinde görev yapan bir babanın oğlu, aynı zamanda İsrail ordusunda hizmet veren üst düzey bir haham. Aharon, İsrail’e taşınıp Yahudiliğe dönmeye karar verince ailesi onunla konuşmayı tamamen kesti. Aharon’a göre Holokost gibi korkunç bir suçun kurbanlarının dinine dönmek, onların arasına katılmak suçu işleyen tarafın bir üyesi olmanın yükünü azaltıyor, İsrail’de yaşamak ve çalışmak da huzur bulmada yardımcı oluyor.

Tel Aviv Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi olan Michael Mach iç sesini takip ederek Yahudiliğe dönmüş bir kişi. Fakat Michael’in öne çıkan bir özelliği var o da kendisinin Hitler ailesi ile kan bağı olmasa da akrabalığı bulunması. Adolf Hitler’in üvey kardeşi Alois Hitler Jr’ın meşru olmayan oğlu Hans, Michael’ın anneannesi Erna ile evlenmiş.12 yaşındayken yalnızca bir kez Hitler ailesi ile bir araya gelen Michael, Hitler ailesine girmekten oldukça memnun olan anneannesinin, Hans’a kıyasla bile daha Nazi ideolojisi yanlısı olduğunu hatırlıyor. Michael, Mein Kampf kitabından sonra Almanlığından utandığını söylüyor. Din adamı olursa askerlikten muaf tutulacağı için teoloji okumaya karar veren Michael, 1970’lerin başında eğitim kapsamında İsrail’de altı hafta geçirdi. Michael ilk kez kendini evde hissettiğini ve nihayet kimliğinden gurur duyan bir milletle tanıştığını belirtiyor. Michael, Almanya’da olduğu sürece aklından çıkmayan Holokost görüntülerinin ve taşıdığı suçluluk duygusunun İsrail’e taşınmasıyla kaybolduğunu söylüyor.

arald Quandt’ın kızlarından birinin Yahudiliği benimsemesi kayda değer; özellikle de Almanya’nın bir numaralı zengin ailesinin servetlerinin nereden geldiğine dair deliller karşısında aşırı sessizliği hesaba katıldığında.

Colleen ve Sven Quandt kuzenler

Harald’ın dört kızından en küçüğü, Colleen Rosenblat-Mo, Hamburg’da mücevher tasarımı yapıyor. 24 yaşında Yahudiliğe dönen ve şimdi 51 yaşında olan Colleen, babası Nazi toplama kampından kurtulan Alman Yahudi’si Michael Rosenblat ile evlendi. Colleen, Varta pil şirketindeki hisselerini satan ve Paris-Dakar’da rallici olmak gibi pahalı bir hobisi olan, dahası servetinin kaynağı konusunda “geçmiş geçmişte kaldı” diyen kuzeni, (Herbert Quandt’ın oğlu) Sven Quandt ile oldukça farklı bir duruş sergiliyor.

 

Kimisinin diğer savaş kurbanlarından farkı yok

İ sveç pop grubu ABBA’nın şarkılarından ‘Knowing Me Knowing You - Seni Bilmek Kendimi Bilmek’ şarkısı 1976’da esmer solist Anni-Frid Lyngstad’ın dudaklarından dökülürken onun için özel bir anlam ifade ediyordu.

ABBA solisti Anna Frid Lyngstad (sağdan ikinci)

 

1945’teki doğumundan 30 yıl sonra Anni-Frid, babasının bir Nazi subayı olduğunu, dahası annesiyle babasının Aryan gen havuzunun zenginleşmesini hedefleyen bir Nazi ‘Üstün Irk’ planı için bir araya getirildiklerini öğrendi. Onun gibi daha 19 bin kurban vardı.

1935’de SS şefi Heinrich Himmler tarafından hayata geçirilen ‘Hayat Çeşmesi’ Projesi kapsamında, Norveçli annelerin ve Nazi askerlerinin çiftleşip dünyaya getirdiği sarı saçlı mavi gözlü bebekler savaşın Almanya’nın aleyhine sonuçlanmasıyla Nazi geni taşıyan potansiyel faşist çocuklar oluvermişlerdi. Anni-Frid’in hikâyesi toplumdan dışlanmış, her türlü tacize ve kötü muameleye (dövülme, tecavüz, tıbbi denek olarak kullanılma... vs) maruz kalmış ve hatta zekâ engelli statüsüne indirgenmiş çocukların acıklı hikâyelerinden hayli farklı gelişti. Anni-Frid’in annesi ve anneannesi toplum tarafından hain damgası yemiş, zorla Norveç’ten İsveç’e göç etmek zorunda kalmışlardı. İki yaşında annesini kaybeden Anni-Frid’in küçük yaşlarda müziğe yatkın olduğu ortaya çıktı. 1967’de ulusal müzik yarışmasının televizyonda kazananının açıklanacağı gece, İsveç’te trafiğin yolun solundan sağına değişeceği, dolayısıyla herkesin sokağa çıkmaya tereddüt edip evde oturmayı yeğlediği bir geceye denk geldi. Ratingler patladı, şöhretin kapıları açıldı. Anni-Frid 1972’de ABBA’ya girdi ve sonradan evlendiği grubun kurucusu Benny Anderson’ın teşvikiyle 1977’de babasıyla yeniden buluştu. Anni-Frid 1983’de babasıyla “hayatımda beni hayal kırıklığına uğratan kimseyi istemiyorum” diyerek yollarını ayırdı. Şüphesiz hayat Anni-Frid’e geride bıraktığı Norveçli kader ortaklarına nazaran daha cömert davrandı; ancak geçmişi peşini bırakmadı, yıllar süren depresyona, ilaç tedavilerine, kimi zaman kendini aylarca tecrit etmesine sebep oldu.

60’lı yıllara kadar sosyal yaşamdan men edilmiş Hayat Çeşmesi çocuklarının 2007’de Norveç hükümetinin kendilerine tazminat ödemesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvuru, olayların çok zaman önce meydana geldiği dayanak gösterilerek reddedildi. Şimdi 64 yaşında olan Gisela Heidenreich, bir SS subayı ve Alman bir sekreterin kızı, kimliğinden hâlâ utanç duyuyor ve dudaklarından şu sözcükler dökülüyor: “Sözde süper ırk olmak üzere dünyaya getirildim; ama kimim ben? Nazilerin şeytani oyununda sözde vezir olarak yetiştirilecek masum bir piyon.”

KAYNAKÇA

http://www.theguardian.com/world/2008/aug/06/judaism.secondworldwar

http://www.dailymail.co.uk/news/article-2415618/Rudolf-Hoss-daughter-pictured-The-Auschwitz-commandants-Balenciaga-model-daughter-kept-secret-40-years.html

http://www.haaretz.com/news/world/report-swedish-queen-s-father-had-no-nazi-ties-1.486183

http://www.bloomberg.com/news/2013-01-27/nazi-goebbels-step-grandchildren-are-hidden-billionaires.html?cmpid=otbrn.leaders.story

http://www.wsws.org/en/articles/2008/11/quan-n29.html

http://www.dailymail.co.uk/tvshowbiz/article-126647/Abba-girls-Nazi-secret.html

http://www.bbc.com/news/magazine-18120890