Kelaynaklarla Yaşamak

15. yüzyılın sonlarında İber Yarımadası’nda yaşamakta olan kelaynaklar, o dönemde meydana gelen felâketlerden dolayı bulundukları yerlerden göç etmek zorunda kalmışlar. Doğuya doğru uçarken, bulunduğumuz coğrafyadan gelen işaret üzerine, hatırı sayılır büyüklükteki bir kelaynak sürüsü yerleşivermişler bu güzel topraklara. En azından dört yüzyıl kendi hallerinde yaşamışlar; bulundukları ortama faydalı kuşlar olmayı hedeflemişler. Etraflarında olan-bitene fazla bulaşmadan, nispeten içe dönük olarak varlıklarını sürdürmüşler.

Metin BONFİL Köşe Yazısı 0 yorum
3 Aralık 2014 Çarşamba

15. yüzyılın sonlarında İber Yarımadası’nda yaşamakta olan kelaynaklar, o dönemde meydana gelen felâketlerden dolayı bulundukları yerlerden göç etmek zorunda kalmışlar. Doğuya doğru uçarken, bulunduğumuz coğrafyadan gelen işaret üzerine, hatırı sayılır büyüklükteki bir kelaynak sürüsü yerleşivermişler bu güzel topraklara. En azından dört yüzyıl kendi hallerinde yaşamışlar; bulundukları ortama faydalı kuşlar olmayı hedeflemişler. Etraflarında olan-bitene fazla bulaşmadan, nispeten içe dönük olarak varlıklarını sürdürmüşler.

Ne var ki, 1900’lerin başından itibaren esmeye başlayan değişim rüzgârları bulunduğumuz coğrafyadaki kelaynakların yaşantısını derinden etkilemeye başlamış. Önce, kuzeydeki dondurucu topraklarda yaşayan kuzenlerinin telef edildiklerine dair haberler gelmeye başlamış. Daha sonra, bütün bir kıtayı etkisi altına alan yangınlar bizim buralara kadar yayılıp bölgemizdeki doğal habitatı yok olma noktasına getirmiş. Seferberlik ilan edilmiş. Bölgemizde yaşayan kelaynaklar da diğer kuşlarla birlikte omuz omuza verip yaşam alanlarını yangından kurtarmak için üstlerine düşen görevi eksiksiz olarak yapmışlar.

Bu başarılı mücadelenin ardından yeni bir düzen gelmiş ormana.  “Bu ormanda yaşayan herkes kuştur; tüm kuşlar eşittir ve hürdür” denilmiş. “Kelaynak, martı, güvercin fark etmez, hepiniz kuşsunuz”. “Evet, hepimiz kuşuz,” demiş kelaynaklar da… “Farklılıklarımız yuvalarımızda kalsın, benzerliklerimizle bilinelim” demiş kelaynakların ileri gelenleri. Açılalım, hürriyetin tadına varalım, kutlayalım bu şansı beraber, diye düşünmüşler.

Ne var ki, eşitlik söylemi lafta kalmış. Martılar zamanla, “Biz önce martıyız, sonra kuşuz…” diye hissetmişler. Keza, çulluklar da “Biz önce çulluğuz, sonra kuşuz” demişler ve onca iyi niyete rağmen kuş türleri birbirlerinin farklılıklarını sindirememişler tam olarak.

Yüzyılın Birinci Büyük Yangın’ı sonrasındaki yokluk ve zorluk döneminde bazı kuş sürüleri galeyana gelmiş ve iyi kötü yerleşik bir düzene sahip olan kelaynaklara yönelik saldırılarda bulunmaya başlamış. İlk evvela, Trakya’daki kelaynakların beslenme alanlarına saldırmışlar. Çok korkmuş kelaynaklar. Sonra, kuş havzalarından sorumlu ileri gelenler, kelaynakların diğer kuşlara nazaran daha semiz olduklarını düşündüklerinden olsa gerek, “Tüylerini yolun bunların ve o tüyleri faydalı işlerde kullanın!” diye emir vermişler. O esnada Avrupa’dan yüzyılın İkinci Büyük Yangını’nın başladığı ve oradaki kelaynakların büyük bir kısmının dumandan zehirlenerek öldüğü haberleri gelmekte imiş. Buradaki kelaynaklar, dumandan öleceğime tüylerimi vereyim daha iyi diyerek, uyum göstermişler çaresizce. Uyum göstermeyenler ise gagaları ile taş kırmaya gönderilmişler bir müddet.

Avrupa’daki yangınlar dünyadaki kelaynak nüfusunu azaltmakla kalmamış, bunların aynı zamanda derin bir travma geçirmesine de sebep olmuş. Üst üste gelen felâketler üzerine, son büyük dumandan kaçabilen kelaynaklar artık yok edilme korkusunu yaşamayacakları bir habitat hayali ile güneye göç etmişler. İçimizdeki kelaynakların önemli bir kısmı da bunlara iştirak etmiş. Vaad Edilmiş Habitat’ta yaşam kurmanın büyük zorluklarına rağmen “bir daha asla!” diyerek kenetlenmişler birbirlerine ve inanılmaz ilerleme kaydetmişler kısa sürede.

Geride kalan kelaynakların hayatı ise, Vaad Edilmiş Habitat’ın oluşumunu takip eden yıllarda iyice değişmeye başlamış. Bir yandan sayıca azalmış ve yaşlanmışlar; diğer yandan da, sanki orada olan bitenden sorumluymuşçasına, etraflarında artan bir düşmanlık hissine maruz kalmışlar. Zamanla, eskiden var olan çok renkli, çok değişik türden kuşların sayıları iyice azalmış. Çoğunlukta bulunan martılar ise artık “martı gibi yaşamak” güdüsüyle kuralları yeniden şekillendirmeye başlamış.  Bugünün yaşlı kuşları arasında, bıldırcınların komşu ormanlara doğru nasıl tasfiye edildiğini dün gibi hatırlayanların sayısı hiç de az değildir herhalde. 

Bugün gelinen noktada, yüzyıllardır bu coğrafyayı kendine mekân edinmiş ve sayıları giderek azalan kelaynakların ne olacağını merak etmemek elde değil. Giderek daralan yaşam alanlarında, giderek ötekileştirilmeye maruz kalmaya devam mı edecekler?  Yoksa bir zamanların kuş cenneti olan bu ormanların çok renkli ve çok sesli olma özelliğini kaybetmemesi için, korkmadan ve çekinmeden, kelaynak olarak yaşamlarını sürdürebilecekler mi? 

Ve en önemlisi, hayatiyetlerini muhafaza edebilmek için “Sizler de bizim doğal habitatımızdaki zenginliğimizin temel unsurlarındansınız” diye beyanat veren martılardan samimi destek görecekler mi?

 

1 Yorum