Kutsal kentte bitmeyen gerginlik…

İsrail ile Filistin Yönetimi’nin barış yolundaki engellerinden biri Filistin’in Doğu Kudüs’ü ‘El Kuds’ adıyla gelecekteki Filistin Devleti’nin başkenti yapmak istemesi, İsrail’in ise bu kentin bütünlüğünü savunmasıdır. Gerginliklerin odak noktasında ise çoğu zaman El Aksa Cami yer almakta…

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
19 Kasım 2014 Çarşamba

Kudüs’te birçok kez bulundum; ilk ziyaretim 1970’li yılların sonuydu. Katıldığım tur özellikle Hıristiyan bölümünü gezdirdi; İsa’nın Roma askerleri tarafından yakalanmasından, çarmıha gerildiği noktaya kadar olan durakları izleyen ‘Via Doloroza’; Katolik, Protestan, Gregoryen, Ortodoks dört farklı kiliseyi aynı çatı altında barındıran ve binlerce kişinin İsa’nın göğe yükseldiği yere girmeye çalıştığı ‘Kutsal Kabir’. Müslüman Mahallesi ve çarşının daracık sokakları… Kentte beyaz taşlardan oluşan yapıların yaydığı mistik havanın büyüleyici görüntüsü…

Bir kez Ladino lisanının duayeni Moshe Shaul’un öncülüğünü ettiği bir konferansa katıldım ve ‘Rova HaYehudi’de konakladım. Bana Kudüs’ü anımsatan diğer unutulmaz anılar ise Şalom adına katıldığım 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı olduğu sırada gerçekleştirdikleri İsrail ziyaretleridir. Gece karanlığında tarihi kentin ışıklandırılmış görüntüsü ise görülmeye değer.

Kimileri Kudüs’e ‘Jerusalem’ denmemesine içerler. İbranice’de ‘Yeruşalayim’ kelimesinin kökünü oluşturan  (s)-(l)-(m) harfleri ‘şalom’ (barış) ve ‘şalem’ (bütün) anlamına gelir. Ancak, bu kentte ne barış hüküm sürmekte, ne de bütünlüğü pek çok ülke tarafından tanınmaktadır. Kudüs de (k)-(d)-(s) sessiz harflerinin bileşimi olan ‘kutsal’ anlamına gelir. Dünyada üç din için bu denli önemi olan başka bir şehir yok gibi. Ben kent isimlerinin kullanıldığı lisanda karşılığı varsa o şekilde isimlendirilmelerini doğru buluyorum.

Genelde, İsrail’in Batı Kudüs’teki varlığının kabul edilmesine rağmen asıl anlaşmazlık İsrail’in Doğu Kudüs’ü kontrolü altında tutmasından kaynaklanmaktadır. BM’ye üye devletlerinin çoğu, İsrail’in, 1967 Altı Gün Savaşı’yla Doğu Kudüs’ü kontrolüne geçirmesini ve 1980’de yürürlüğe sokulan, Kudüs’ün bir bütün olarak İsrail’in başkenti olduğunu öngören yasayı tanımamaktadır. İsrail’i ilk tanıyan ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin de elçilik binası Tel Aviv’dedir.  İsrail ile Filistin Yönetimi’nin barış yolundaki engellerinden biri Filistin’in Doğu Kudüs’ü ‘El Kuds’ adıyla gelecekteki Filistin devletinin başkenti yapmak istemesidir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise, “Kudüs Yahudilerindir ve sonsuza dek İsrail egemenliği altında olacaktır” demektedir.

Yakın tarihe baktığımızda, 1986 yılında Kudüs’ün nüfusu 45 bindi. Bu halkın 8.500’ü Müslüman, 8.700’ü Hıristiyan ve 28 bini Yahudilerden oluşmaktaydı. 1919 yılında Araplar Yahudilerin devlet kurma amaçlarını henüz keşfetmemişlerdi. Yahudi göçünün hızlanması ile Kudüs Belediye Başkanı Musa Kazem El Huseyni milliyetçi duyguları uyandırmaya çalışarak Filistin’in Suriye’nin güneyindeki doğal uzantısı değil, başlı başına ‘Filistin’ adı altında bir ülke olarak nitelendirmesi gerektiğini savundu. Bu bir ilkti, sadece 150 kişilik silahlı bir güç oluşturmayı başardı. İkinci Dünya Savaşı öncesi Yahudi göçünün ivme kazanması ile Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Huseyni Filistinli Arapların milli duygularla harekete geçirilemeyeceğini sezinledi, özellikle Mescid-i Aksa ekseninde yoğunlaşarak dini sloganlar ileri sürmeye başladı ve ‘Cihad’ çağrısında bulundu. Bu çabalar etkisini gösterdi, 1936 yılından 1939 yılına kadar sürecek olan ‘Arap İsyanı’ başlatıldı.

İkinci İntifada’yı tetikleyen de 2001 yılında Ariel Sharon’un Müslümanlar arasında Meccid-i Haram olarak adlandırılan, hem Müslümanlar hem de Yahudiler için kutsal olan Tapınak Tepesi’ni ziyaret etmesi olmuştur. Ve günümüze gelindiğine Kudüs’teki gerginliğin odak noktasında yine El Aksa yer almaktadır.

CNN Türk’de Serdar Tuncer’in 9 Kasım’da sunduğu ‘Kudüs’te neler oluyor?’ konulu programına yazar Ömer Lekesiz, Dinler Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Harman ve araştırmacı Turan Kışlakçı katıldı. Konu siyasi boyutu ile değil dini ve tarihsel açıdan irdelendi. Özetle, üç gencin onların ifadesine göre ‘trafik kazasında’ ölmesini bahane eden İsrail’in ‘cinnet geçirmekte’ olduğu ve Mescid-i Aksa’ya bu nedenle saldırdığı ileri sürüldü. “İngilizlerin bela ettiği ve beş milyon Yahudi’nin taşıma suretiyle oluşturmaya çalıştıkları ‘kültür ve medeniyetten yoksun’ bu halkın devlet kurması mümkün değildir” dendi. “Varlıkları İngiliz devletinin iki dudağı arasındadır ve 15 yıl sonra yok olacaktır” görüşleri dillendirildi.  Tevrat’a ve Kuran’a göre de İbrahim Peygamber’e Tanrı tarafından vaat edilen topraklar, ‘Arz-ı Mevud’un Yahudilerin asi, söz dinlemez ve her fırsatta baş kaldıran tavırları nedeniyle geçerli olmadığı; Arz-ı Mevud’un şartları yerine getirilmediğinden Yahudilerin bu topraklarda işgalci konumunda bulundukları söylendi.

Tartışmalı bir konuda tarafların farklı görüş ve argümanlara sahip olmaları doğaldır; yeter ki bu görüşler husumeti, düşmanca duygu ve eylemleri tetiklemesin, farklı bir dini inanca sahip olmalarından ötürü Türk Yahudilerini tedirgin etmesin. Yine Türkiye’deki TV kanallarının haber programlarının ekranlarında, Kudüs’teki son olaylarla ilgili olarak, İsrail askerlerinin saldırından söz edilirken, toz duman içinde göz gözü görmeyen El Aksa Cami’nin iç mekânından kısacık görüntüler yansıtıldı.

Oysaki bu görüntülerin tamamı izlendiğinde farklı bir gerçekle yüz yüze geliyoruz. Uluslararası toplumu doğru bilgilendirmek, olayların yanlış anlaşılmasını önlemek amacıyla 60’tan fazla ülke diplomatına verilen brifingde sunulan video filmini YouTube’dan izledim. Filistinli militanlar camiden aldıkları eşya ve çöp kovaları ile barikat kurduktan sonra caminin içinden dışarıdaki güvenlik güçlerine uzun süre havai fişek ve molotof kokteylleri attıklarını,  halıların nasıl ateş aldığını gördüm. Ve TV ekranlarına yansıtılan kısa bölümün filmin bütünlüğü içinde sadece halıların yanması üzerine kutsal mekânda çekilen bölüm olduğunun ayırtına vardım.

Kasti olmadığını umduğum bu ve benzeri sunuşların yanlış algıları perçinlediğini ve sonrasında geriye dönüşü olmayan bir kini körükleyebileceğini unutmayalım.