Duyan Var mı?

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
12 Kasım 2014 Çarşamba

Size de olur mu? Karşınızda biri konuşurken başı sonu olmayan uzun anlatımların orta yerinde hayal dünyasına geçtiğiniz. Sanal bir kumandayla karşınızdakinin sesini kısıp, ilgisizliğiniz fark edilmesin diye donuk bir yüz ifadesi takınıp kendi işlerinizi düşündüğünüz. Bana olur. Bunu gururla söylemiyorum. Hatta bu duruma düştüğüm için diğer taraf kadar kendimin de iletişim sorunları yaşadığının farkındayım.

Diyalog sırasında az kelime ve yalın cümlelerle mesaj iletmek ve karşıdakinin ilgisini uyanık tutmak iletişimin temel şartı bana kalırsa. Exupery’nin lafını beğenirim bu konuda: Kusursuzluk, çıkartacak bir şey kalmadığı zaman ulaştığımız noktadır. Yalın konuşma yeteneği üniversite giriş yetenek sınavında ölçülüyor örneğin. SAT adlı sınav, öğrencilerin ifade yalınlığı elde etmesini zorlayacak bir çalışma süreci istiyor. Ve her zaman seçeneklerde tıpatıp aynı anlama gelen ancak bir tanesi daha dolambaçlı diğeri daha yalın iki ifadeye yer veriliyor.

Peki dinlemeyen taraf tamamen haklı mı? İlgimizi uyanık tutmakta yeteneksiz olan birine kulak tıkamamız bizle ilgili neyi gösteriyor? Bana kalırsa öncelikle duyma isteksizliğimizi gösteriyor. ‘Bir an önce gevelemeyi bitirsin, benim söyleyeceklerim daha şuurlu en azından’ gibi bir küçümseme barındırıyor. Hep aynı kavgalarla ve tartışmalarla uğraşan, entelektüel düzeye yeni bir şey katmayan toplumun parçası olmak insanda bu küçümsemeyi yaratıyor. Muhtemelen bunu düşünen kişi kendisi de aynı küçümsemeye maruz kalıyordur ara ara. Bu yüzden hazır kendini dinlemesi gereken birileri bulunca hemen küçümseyen taraf olma lüksünü takınıyor. Konuşan da bunu sezer, ben örneğin lafın sonunu nasıl getireceğimi bilmeden söze başladığım olmuştur, nasılsa karşı tarafın aklı başka yerde ben bir iki geveleyeyim de sıra yine ona geçsin şeklinde.

Thomas Gordon’un Etkili Anne Baba Eğitimi adında bir kitabını okumuştum seneler önce. Etkili dinlemek için çok basit bir kural vardı. Bir kişi konuşurken, diğeri onun söylediklerini yorum katmadan tekrarlıyor. Kesip fikir beyan etmiyor. Aşağılamıyor, pohpohlamıyor, mümkünse konuşmayı açık tutacak bir üslupla söylenenleri yeniden ifade ediyor. Papağan gibi değil. Koçluk gibi bir şey, konuşanı bir sonraki cümleye hazırlıyor, böylece konuşan monolog yapmıyor ve karşı taraf onu ‘duyduğuna’  dair bildirim yapıyor. Sesimizi duyurmanın yanında başkalarının söylediklerini de duyabilmenin bir eğitim gerektirdiğini ve ancak çalışarak gelişeceğini orada anladım.

Pek çok korkumuz iletişimde bizi kendimiz olmaktan alıkoyuyor. Güvensizlik insanı iletişimde kısıtlıyor. Ortamdaki görüşü kabul eder görünmemizin arkasında alaya alınma veya aptal görünme korkusu var. Aynı zamanda fazla duygusallaşıp taşkınlık yapacağımızdan korktuğumuz konularda da sessiz kalıyoruz. Benim şahsen sessizliği tercih ettiğim bir durum daha var, o da her söylenenden mutlaka kendine olumsuzluk çıkaran alıngan kişilere karşı. Alınganlıkla iletişimin büyük sekteye uğrama riski olacağını sezersem sessizliği tercih ediyorum.

Toplumda da sesini duyuramayan dinlenmediği ve geçiştirildiği için söylemleri gitgide azalan ve sonunda pes eden insanlar var. Emine Tarhan gibi. Etkili dinleme ve ‘duyma’ yapabilsek, kendimizi önemli karşımızdakini küçük görmesek ve sürekli kendi cümlelerimizi düşünmeyi bırakıp karşımızdakine odaklansak belki daha fazla köprü kurarız.