Militarist bir film

Dostluk, dayanışma, baba-oğul temalarını işleyen ‘FURY’ savaşın dehşetini hissettiren bir film

Viktor APALAÇİ Sanat
5 Kasım 2014 Çarşamba

II. Dünya Savaşı’nın son çatışmalarından birini senaryosunda iyilikle kötülüğün karşılaşması şeklinde ele alan David Ayer, bir tank savaşını şimdiye dek işlenmemiş, çağdaş bir bakış açısıyla anlatırken, tuzağa düşmekten kurtulamamış. ‘Fury’ maalesef militarizmi yücelten bir film. Beş kahraman askere ev sahipliği yapan Fury adlı tankın SS’lere ağır darbeler vurduğu bir 24 saati anlatan bu iddialı filmin bir handikapı da kendisini fazla ciddiye alması. Fury İsrailli Samuel Maoz’un Altın Aslan Ödüllü ‘Lübnan’ı ile akrabalıklar taşıyor.


 

1945 yılının nisan ayında, II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde, can çekişmekte olan Nazi Almanyası’nın son direncini gösterdiği bir ortamda ‘Fury’ adlı bir tankın SS’lere ağır darbeler vurduğu bir 24 saati anlatan ‘Fury’ iddialı ve kendisini fazla ciddiye alan bir savaş filmi.

Denzel Washington’a Oscar kazandıran ‘İlk Gün/Training Day’in senaristi olarak tanınan, ‘Tehlikeli Takip/End of Watch’, ‘Sokağın Kralları’, ‘Sabotaj’ gibi şiddet yüklü, maço erkek dünyasının karanlık yönlerini öne çıkaran filmlerinden anımsadığımız David Ayer’in senaryosunu yazıp yönettiği ‘Fury’, ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ tonunda bir kahramanlık destanı.

II. Dünya Savaşı’nın son çatışmalarından birini senaryosunda bir iyilikle kötülüğün karşılaşması şeklinde ele alan David Ayer, bir tank savaşını şimdiye dek işlenmemiş, çağdaş bir bakış açısıyla anlatırken, tuzağa düşmekten kurtulamamış. İyilikle kötülüğün çatışması formatında ele alınan ‘Fury’ maalesef militarizmi yücelten bir film olmuş.

Hollywood savaş filmlerinin Amerikan propagandası içerdiği hep söylenir. ‘Fury’ Amerikan savaş makinelerinin icraatına, “Biz öldürmezsek, onlar bizi öldürür” kolaycılığının ardına sığınarak, hak verdirmeye çalışıyor.

Kahramanlık klişelerini tekrarlayan ‘Fury’nin ‘Wardady’ lakaplı gözü pek komutanı Çavuş Don Collier tankı için “Burası benim evim” diyor.

Dostluk, dayanışma, baba-oğul temaları etrafında, akıllara durgunluk veren savaş sahneleri eşliğinde anlatılan ‘Fury’ savaşın dehşetini hissettiren bir film.

‘Fury’, Hitler’in çocukları dahi cepheye sürüp, Alman halkına son bir çabayla ayakta kalmayı emrettiği, savaşın neredeyse bitmekte olduğu günlerde, bir Amerikan müfrezesinin öyküsünü, savaşın gaddarlığını öne çıkaran, sert, özgün ve benzersiz bir anlatımla perdeye aktarıyor.

David Ayer, filminin felsefi arka planını kahramanı Don Collier’in ağzından özetliyor: “İdealler barış içerir, tarih ise şiddet.” Amerikalı ve Alman askerler arasındaki bir ölüm kalım mücadelesini, savaşın kirli yüzünü sergileyen destansı bir üslupla anlatan film yalın bir gerçeklik ve özgün bir sinema diline sahip.

‘TARİH ŞİDDET İÇERİR’

Yaman bir savaşçı olan Çavuş Don’un (Brad Pitt) komuta ettiği Fury adlı tankı ve küçük müfrezesiyle Alman topraklarında SS birliklerine ağır darbeler vurmaktadır. Üstün teknolojili Alman tanklarına Afrika çöllerinde dünyayı dar eden Don, beş kişilik ekibiyle (sayı ve silah azlığına rağmen) bu yeni cephede de ağır zayiatlar verdirmektedir. İnançlı bir Hıristiyan olmasına karşın, tankın vurucu gücünü temsil eden topçu Boyd (Shia La Boeuf) yaman bir savaşçıdır.

İnsan ilişkilerinde zayıf, yükleyici Travis (Jon Bernthal) acımasız bir insan öldürme makinesidir.

II. Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusunda dövüşen 350 bin Meksika kökenli Amerikalıdan biri olan Trini (Michael Pena) usta bir tank sürücüsüdür. Daktilo eğitimi almış, genç, deneyimsiz ve hazırlıksız acemi er Norman (Logan Lerman) ön cepheye şoför yardımcısı olarak yollanır. Ancak yazgısı onu Çavuş Don’un Fury (Öfke) tankına sürükler.

Norman feleğin çemberinden geçmiş tank mürettebatına tepki koyarken ekip de onunla birlikte olmak istemediği için tavır koyar. Çavuş Don, oğlu yaşındaki Norman’a hem asker olmayı öğretecek, hem savaşın acı gerçeklerini kabullenmesi ve yaşamda kalabilmesi için değişmek zorunda olduğunu öğretecektir.

Film, Norman’ın kişiliğinde savaşta en masum insanın kalbinin nasıl taşlaşıp bir ölüm makinesi haline dönüşebileceğini anlatır. Masumiyeti öldüren savaş ortamında, acemi bir erin masumiyetini yitirişini izleriz.

Pragmatik ve pratik bir asker olan Don’ın ana prensibi adamlarını hayatta tutmak, hayatını kaybetme pahasına da olsa düşmana mümkün olduğu kadar zayiat vermek ve görevini eksiksiz yerine getirmektir. Oğlu yaşındaki Norman’a babalık ve komutanlık yaparken, değişmesi gerektiğini de öğretecektir.

ACEMİ ERİN MASUMİYETİNİ YİTİRİŞİ

 

Bir tankın içinde farklı inanç ve sosyal sınıftan gelme insanların, hayatta kalmak için öldürmeye odaklanmaları, senaryo yazarına derinlikli karakter çalışmaları imkânını tanıyor.

İsrailli Samuel Maoz’un Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü kazanan ‘Lübnan’ı bu yönüyle ‘Fury’ ile akrabalıklar taşıyor. 1982’deki İsrail-Lübnan Savaşı’nı deneyimsiz bir asker olarak bir tankta geçiren Samuel Maoz, yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı senaryoda bu savaşa tankın küçük penceresinden bakıyordu. David Ayer II. Dünya Savaşı’nda zırhlı birliklerin Almanların direncini kırıp teslim olmalarında büyük rolü olduğunu söylerken, beş kişilik bir müfrezenin 300 düşman askerle karşılaşmasını anlatan destansı bir final ile filmini noktalıyor.

Sabah şafakta başlayıp ertesi günün şafağında sonlanan film, gerek gerçekçi savaş sahneleriyle, gerekse savaşan askerin acımasızlığını gösteren bölümleriyle çok başarılı. En umutsuz durumlarda bile yaşam savaşı veren bir tank dolusu beş askerin ölüm ve öldürmekle imtihanının film tokat şiddetindeki bir üslupla anlatıyor.

Tankın güzergâhı üzerindeki bir köyde Fury müfrezesinin bir Alman evine yaptıkları zoraki ziyaret izleyiciye ‘önce insanım, sonra asker’ dedirtiyor. Çavuş Don ile Alman bir kadının evinde arama yapan Norman, korkudan saklanan bir genç kıza yıldırım aşkıyla vuruluyor. Aralarındaki yaklaşmayı istismar eden ekibin diğer parçaları, genç kıza fahişe muamelesi yaparken Don’u karşılarında buluyorlar.

Bu evdeki sofra sekansı filmin en başarılı bölümü.

Oyunculuklarına gelince Fury’nin beş askeri mükemmel performansları ile adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Savaşın genel geçer kurallarının filmdeki temsilcisi, kusursuz asker Don rolünde (biraz fazla rol kesse de) Brad Pitt gerçekçi ve inandırıcı bir kompozisyon çiziyor.

Dindar asker, mükemmel savaşçı, topçu Boyd’da (bıyık ile ilk kez izlediğimiz) Shia La Boeuf, her zamanki gibi iyi.

Meksika kökenli Gordo’da Michael Pena iyi bir karakter oyuncusu olduğunu doğrularken, sürpriz ve asıl etkileyici performans psikopat asker Grady’de Jon Bernthal’den geliyor. ‘Taksi Şoförü’ndeki Robert de Niro’yu anımsatan Bernthal muhteşem oynuyor.

Filmin ikinci başrolünde, çaylak Norman’da, Percy Jackson serisinden anımsadığımız Logan Lerman, Brad Pitt’in yanında ezilmiyor, zaman zaman ondan rol çalıyor.

Son bir not: Filmin senarist-yönetmeni David Ayer 18 yaşında katıldığı Birleşik Devletler donanmasında askerliğini bir nükleer saldırı denizaltısında sonarcı olarak yaptı. Tanktaki kahramanlarının klostrofobisini, herhalde denizaltındaki deneyimiyle kaleme aldı.