“Hayat kısa evlilik uzun!”

Burası Neve Şalom… Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen temsili düğündeyim. Tören, yanaklarından ısırmamak için kendimi zor tuttuğum, çocukların şarkılarıyla başladı. Hata yapmamak için birbirlerini süzen bakışları, heyecanlı halleri, hepsini ayrı ayrı yenecek tatlı lokumlar gibi gösteriyordu.

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
5 Kasım 2014 Çarşamba

Önce bir düğün provasına gidelim. Burası Neve Şalom… Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen temsili düğündeyim. Tören, yanaklarından ısırmamak için kendimi zor tuttuğum, çocukların şarkılarıyla başladı. Hata yapmamak için birbirlerini süzen bakışları, heyecanlı halleri, hepsini ayrı ayrı yenecek tatlı lokumlar gibi gösteriyordu. Her çevreden törene katılan davetliler ise yerlerini çoktan almışlardı.

Bekleyiş sürerken herkes salonda bir anda ayaklandı, ardından kafalar ritmik bir hareketle arkaya doğru çevrildi. Önce damat tarafı, bir müddet sonra da gelin tarafı sırasıyla yerlerini aldı. Günün yıldızı olan gelin ise en son, ağır hareketlerle salonda süzülmeye başladı. Müziğin ritmi, heyecanı gittikçe tırmandırıyordu. Gelin daha yakından görünürken, davetliler törenin temsili olduğunu artık unutmuştu.

Tüm gözler, dantelli duvağının altından gülümseyen geline kilitlendi. Duvağı, gelinliğinin detayları, makyajı, ailesi derken oturduğumuz sıralar hararetle gelini konuşuyordu. Ortak fikir; su gibi bir gelin olduğunda birleşti. Sadeydi ama gençti. En güzel kıyafeti, takısı gençliğiydi. Tespiti, yanımdaki teyze yaptı. Gelin, yeni hayatına doğru attığı adımları, kuşandığı gençliğini de beraberinde taşıyarak davetlilerin arasından geçti, yerini aldı.

Esas cümle tam bu sırada yine yanımdaki teyzeden çıktı! Bana doğru dönüp;  “Hayat kısa ama evlilik çok uzun yavrum” dedi.

Geline bakmayı sürdürdüm!

Sahne kalabalıklaşmış, törenin detayları davetlilere bilgi verilerek anlatılıyordu. Damadın gülen gözlerinin dışında, bir de onlara dikkat kesilen yüzlerce başka göz vardı. O sırada çocuklar korosu, hata yapmamak için hâlâ dikkatle birbirlerine yan yan bakıyordu. Sahnedeki görevli ise oturan misafirlerin görüş alanını kapatmamak için önlere yığılma olmasını engelleme gayretindeydi.

Yanımdaki teyzenin cümlesi beynimde yeni bir inşaat başlatmış gibi, törendeki detaylardan evliliğe dair zıtlıklar aramaya başladım. Salondaki farklı yaşlar ve onların gözlerinin içinden bakan yıllar, birbirine karşıydı. Evlilik hakkında yüzlerce fikir ve yaşanmışlık cirit atıyordu. Bir de benim gibi tek tük arada kalmışlar…

Yine bir düğünde anlatmışlardı Aponte’nin hikâyesini. Evliliği fazlaca hayal etmeyip, hayalleriyle efsaneleşen biri adam olduğunu... 

Tam adı Gianluigi Apontene. 1940’da Sorrento’da doğan bir İtalyan. Genç bir delikanlıyken zar zor biriktirdiği parayla, tatile gittiği Cenova’da bir kızla tanışır. Geçmişlerini, kim olduklarını doğru dürüst sormazlar birbirlerine. Kendilerini akışa bırakırlar. Geçirdiği güzel ve meteliksiz günlerin ardından tek yapabildikleri birbirlerinin adresini almaktır. Mektuplaşmaya başlarlar ve ertesi yaz aynı yerde buluşmaya karar verirler. Heyecanla beklenen takvimin yaprakları bir bir düşerken sonunda yaz gelir ve iki genç buluşur. Duygular bu kez, bir önceki seneden daha coşkuludur. Birbirlerine olan özlemlerini ayrı ayrı dindiremeyeceklerini fark eden çift, yollarını birleştirmeye karar verir.

İşte tam burada yüzleşir durumla Aponte! Kız çok zengin bir banka sahibinin kızıdır. Aponte ise kırık dökük bir gemide durumu kendisinde çok farklı olmayan bir kaptanla çalışmakta ve balıkçılık yapmaktadır.

Şansı yaver gider ve kızın babası, genç delikanlıya bankada iş teklif eder. Cenova’da yaşamalarını ister. Kızının alıştığı hayatına devam edebilmesi önemlidir. Sahip olduklarını damat adayıyla paylaşmaktan çekinmez… Ancak Aponte bankacılıktan hiç anlamadığını söyler. Müstakbel kayınpederinden kendi işini kurması için 2 milyon dolar civarı borç alır. İki sene sonra teslim etmek koşuluyla! Adam için 2 milyon dolar büyük para sayılmaz. Üstelik hem kızıyla evlenecek adamı her açıdan tanımak için fırsattır. Düşünmeden verir. Aponte aldığı 2 milyon dolarla Sorrento’ya geri döner. Kırık dökük bir gemi satın alıp ailece onarmaya başlarlar. Geminin her köşesinde akrabalarından biri çalışır. Deniz ticareti yani taşımacılığına başlar. Böyle bir çabayla iki sene geçer…

İki sene sonra, 2 milyon dolarla müstakbel kayınpederinin karşısına çıkar ve bir çanta içine özenle yerleştirdiği parayı teslim eder. Adam hem şaşkın hem de memnundur. Artık kızını Aponte’ye teslim edebileceğine inanır. Düğün hazırlıkları için talimat verecekken, Aponte şaşırtır. İki sene sonra ödemek koşuluyla 2 milyon ister adamdan. Yine! Yani getirdiği parayı, olduğu gibi geri götürür. Bu kez ikinci gemisini alır.

Sonrasında ise işleri hızla birçok gemi almaya yetecek noktaya gelir, evlenirler ve iki çocuğu olur. Şirketinin merkezini Cenova’ya kurar. Kendisi, bildiğimiz MSC’nin sahibi. Bugün yüzlerce gemisi var. Kızı için kurduğu cruise şirketi ise donanımlı, en iyi gemilerle turistlere dünyayı dolaştırıyor. Oğlunu, kendi ofisine oturtup bildiği her şeyin doğal olarak ona geçmesini istediği için hâlâ aynı ofisi paylaşıyorlar. Cenova’nın ortasındaki şirketin içinde İtalyanca konuşuluyor ve çalışanların çoğu Aponte’nin akrabası yahut köylüsü diyebiliriz…

Takvim yapraklarının önce hızla düştüğü ardından her bir yaprağın içinden başka parçaları da kopararak götürdüğü günlerde bir evlilikten başka bir evren doğar… Aponteler için...