Türk Yahudi’sinden ‘danışman’ olur mu?

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
30 Ekim 2014 Perşembe

Cemaatinizin önde gelen seslerinden, gazete genel yayın yönetmeni, yazar ya da tanınır iş adamlarından biri olduğunuzu düşünün. Bir sabah çalan telefonda iktidar partisinden bir yetkili “Yeni Türkiye’de” Türk Yahudilerinden de bir ses olarak görev almanız için size davette bulunuyor. O zamana kadar ne o partiye oy vermişsiniz, ne de sarf edilen sözler kendinizi bu ülkenin temel unsurlarından biri olarak hissettirmiş. Yine de ‘seyirci’ kalmak yerine bir umutla, aynı sesleri tek başına bırakmamak adına “evet” demeyi düşünür müydünüz?  Cumartesi sabahı ‘Akil İnsanlar’ heyetinde de yer alan malum Ermeni bir gazeteci-yazarın ‘Başbakanlık Danışmanlığı’ gibi bir göreve atandığını öğrenince aklıma ilk bu soru geldi. Hemen ardından yazarımızın 2 Ağustos tarihli yazısını hatırlayıp sevinsem mi üzülsem mi diye düşündüm. Başbakanlık’ta ki, ilgili alanları “Hükümete mesafeli kesimlere yönelik çalışma da yürütmek” olan birinin, hem de Ermeni kimliği ile nasıl olur da “Azınlıkların özellikle de Yahudilerin kendilerini bir türlü Müslümanlarla eşit görmediklerini” belirtmesini üzülerek hatırladım. Dışardan bakıldığında 1915 olaylarının yüzüncü yılı yaklaşırken Başbakan danışmanının Ermeni olabildiği bir Türkiye kuvvetli bir imaj olsa da, böylesi önemli bir göreve gelmiş birinin antisemitizmi körükleyebilecek sözlerden kaçınması gerekmez mi?     

Geçmişi mazide bırakıp bugüne dönersek, gelecek için kendisine başarılar dilemek gerekir, en azından ilerde tüm azınlıkların sorunlarına gerçekçi bir bakış açısı getireceğini umut ederek… Bu tarz benzer bir durum bir yandan da bana Fas Kralı’nın danışmanı André Azoulay örneğini hatırlattı. Eski bir gazeteci ve ekonomi uzmanı olan Fas Yahudi’si André Azoulay’da uzun bir süredir Baba Hasan 2 ve oğul Kral VI. Muhammed’in danışmanlık görevini üstlenmektedir. Pekâlâ, ‘Diplomatların en Hahambaşısı’ Rav Hayim Nahum Efendi de yakın tarihimizden zihinlerimizde kalan Osmanlı ve Genç Türkiye’ye devlet adamlığı olarak hizmet etmiş Yahudilerden sadece biridir. Cumhuriyet tarihi boyunca Samuel Abravaya Marmaralı ve Demokrat Parti’den bir iki isim dışında da Türk Yahudileri “No mos karışeyamoz en los meseles del hukumet” stratejisini belirlemek zorunda kalmışlardır. 1995 yılına gelindiğinde ise ‘İspanya’dan Osmanlı Topraklarına gelen Sefaradların’ 500. Yılı arifesinde dönemin ‘Yahudi lobisinin’ gayretleri de göz önüne alınarak Cefi Kamhi, Tansu Çiller’in talebi üzerine milletvekili seçilmiştir. Aynı dönemlerde ‘Yeni Demokrasi Hareketi’ adı altında Boyner ve Mahçupyan’ın da beyin takımında olduğu bir ekip “azınlıklara yönetimde söz hakkı” vermeyi düşünmüş ancak seçimlerde kaybetmesi ile bu proje de rafa kalkmıştı. Yine o yıllarda merhum Sakıp Sabancı, Devlet Bakanı Adnan Kahveci’ye meseleyi açarak “Ermeni, Rum ve Yahudi Cemaatlerine mensup bazı itibarlı kişilere milletvekilliği, büyükelçilik, fahri doktora payesinin verilmesinin ve bazı derneklerin onur başkanlıklarına tayin edilmelerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin dış ülkelerde tanıtımı açısından faydalı olacağını belirtecek” ve bu yönde bir mektubu da Başbakan Özal’a yollayacaktı. 

Şüphesiz yazının başlığında yönelttiğim soruyu sizlere o zamanlarda sormuş olsaydım cevaplamak şimdiye göre çok daha kolay olurdu. “Görev verilirse neden olmasın?” diyebilirdik. Ancak çok kısa bir zaman evvel yaşadığımız gerilim ortamını hatırladıkça ister istemez “O telefon bir gün gelirse kim gömleği giyme cesareti gösterebilir” diye düşündürür çoğu Türk Yahudi’sini. Nitekim bu atamanın sinyallerini yazarın son aylardaki yazılarında ve düşüncelerini açık bir şekilde belirtmesinde de görmekteydik. Şimdi ise tek ümidimiz Robert Kolej mezunu, Agos Gazetesi eski genel yayın yönetmeni, rahmetli Hrant’ın arkadaşı, zamanında ‘Salkım Hanımın Taneleri’ gibi kült filme senaristlik yapmış bir beynin iktidar zehrine kapılıp vicdanını elden bırakmaması… Diğer birçok düşüncesine katılmasam da yazarın geçmiş bir yazısındaki fikirlerini Türk Musevi Cemaati’ne kurgulayarak antisemitizm bağlamında şöyle değerlendirebiliriz: “Yanlışların kamuoyu önünde sergilenmesi, hükümetin adım atmasının istenmesi lazım. Ama eğer Türk Yahudileri siyasi tutumlarını bu itirazlarla sınırlarlarsa, bu topraklardaki Yahudi mirasını ve hayatını başkalarının zihniyetine ve siyasetine mahkûm etmiş olurlar. Türk Yahudi Cemaati’nin sadece şikâyetini dile getiren değil, sahip çıkan ve kurucu olma niyetiyle topluma uzanan bir irade göstermesi lazımdır. Aksi halde bugünü tarihin içine yerleştirmenin rahatlığı içinde, aynı bugünün geleceğin yapıcısı olduğu gerçeğini elinden kaçıracaktır.” Aktif olmak, sorumluluk almak her ne kadar önyargıları azaltsa da, burada asıl sorun ülkeler arası siyasi bir problem ortamında bir kararın altında kalma zorunluluğu olur ise, baskı altında olmadan nasıl hür irademizle düşüncelerimize sahip çıkabileceğimizdir. En basitinden gazetelerdeki atama haberinin altına yazılmış vatandaş yorumlarında bu zor denklemi ve her ne kadar iktidara yakın olsa da bir Ermeni olarak kendisini ne zorluklar beklediğini de tahmin edebilirsiniz. Şimdilik kapımız çalınana kadar biz en iyisi Avrupa Yahudi Kültürü çalışmalarımıza ‘okyanusta bir damla misali’ devam edelim!  

Yazıdaki bazı bilgiler Rıfat Bali’nin Cumhuriyet Döneminde Azınlık Milletvekilleri’ adlı makalesinden alınmıştır.

 

1 Yorum