Kendimizle yüzleşme vakti gelmedi mi?

Son birkaç haftadır gittikçe ısınan ülke gündemi, Kobani’de yaşananlar ile tavan yaparken, siz ve biz ile başlayan ırkçı ve muhafazakâr söylemler, alevlenen sokak hareketleri Gezi günlerini hatırlattı. Yaşanabilecek bir kaos ortamının ayrım gözetmeksizin tüm toplumu huzursuz edeceği düşünüldüğünde, insan ister istemez “Yüzleşmediğimiz gerçeklerin basite indirgenmesi uzun vadede nefret ve şiddeti mi körüklüyor?” sorusunu akıllara getiriyor.

Mois GABAY Köşe Yazısı
15 Ekim 2014 Çarşamba

Son birkaç haftadır gittikçe ısınan ülke gündemi, Kobani’de yaşananlar ile tavan yaparken, siz ve biz ile başlayan ırkçı ve muhafazakâr söylemler, alevlenen sokak hareketleri Gezi günlerini hatırlattı. Yaşanabilecek bir kaos ortamının ayrım gözetmeksizin tüm toplumu huzursuz edeceği düşünüldüğünde, insan ister istemez “Yüzleşmediğimiz gerçeklerin basite indirgenmesi uzun vadede nefret ve şiddeti mi körüklüyor?” sorusunu akıllara getiriyor. Tıpkı yaz aylarında benzer nefret söylemlerinin toplumumuz için duyulduğu gibi, gerilim zamanlarında takside, toplu taşıma araçlarında kulak misafiri olduğum kimi konuşmalar bir vatandaş olarak beni dehşete düşürüyor. Empatiye bu denli ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde büyük şehirlere yıllar evvel göç etmiş, ailesini kurmuş, vergisini ödeyen tek farkı etnik kökeni olan bir vatandaş neden sırf Kürt olduğu için kimi konularda fikir beyan etmeye zorlanabilir ya da doğal bir şekilde hakarete uğrayabilir? 

Sokak protestolarının asıl amacı neydi, nerede hata yapılıyor tartışıladursun kan gölüne dönüşen coğrafyada en büyük yara yine savaşın çocuklarında kendini gösteriyor. Biz şimdi fark edemesek de annesiz, babasız büyüyecek bu çocuklar bize gerçek savaşı anlatacaklar. Tıpkı II. Dünya Savaşı sonrası yetim kalan birçok çocuğun geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurduğu gibi… Gözünü hırs bürümüş iktidarları da durdurabilecek yegâne güç, savaşı yaşamış nesillerin onlara acı gerçekleri anlatması olabilir. Kısa bir süre de olsa adına ne derse desin, ne uğruna savaşırsa savaşsın herkesin silahını bırakıp o çocukların gözlerine bakmalarında yarar var. Belki o zaman anlamsızca öldürdükleri bedenlerde kendi çocuklarının ya da çocukluklarının siluetini görüp vazgeçebilirler. Bu yıl birçok favori aday içerisinden Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Patrick Modiano da bir savaş çocuğu… Biyografisini okuduğumda kendisi ile yüzleşmeyi başarmış ancak 45 yılını bu işe harcamış bir ustayı gördüm. Doğumuna II. Dünya Savaşı, ilk kitabına ise Cezayir Savaşı eşlik etmişti. Savaşları doğrudan yaşamasa da, gerek Naziler ve Vichy hükümeti ile işbirliği içine girip ‘Sarı Yıldız’ takmadan karanlık işler içinde ortadan kaybolan babası ile savaşı, Yahudilik, toplama kampları gizlenemeyen yaralar olarak eserlerine yansımıştı. Kitaplarının Fransa’da yarattığı şöhretle, yüzleşmekten kaçmak yerine yazdıkları ile hem o yılların hem de savaşın nasıl bir acı olduğunu işledi. 1968 yılının Paris’inde devrim ateşini yakanlar da 1 Mayıs 1977’yi İstanbul’da yaşayanlar da kitaplarındaki acı, şiddet ve korkuyu hissederler. Şu an yaşadıklarımızın da ne anlama geldiğini, belli ki yıllar sonra tıpkı Modiano’nun kitapları gibi edebiyatın konusu olduğunda öğreneceğiz.

Şu günlerde hangi siyasi görüş ya da inançtan olursa olsun, bu vatanı paylaşan herkesin sahip olması gereken duygu soğukkanlılık ve empati olmalıdır. Düşünmeden söylenen sözler, geri dönülmezi olmayan ithamlar, duygusal tepkiler sadece toplumsal huzur bozmaya yarar. Eminim ki hangi partiye oy verirse versin, bu ülkede geleceğini düşünen kimse “asarız, keseriz” fikirlerinden yarar görmeyecektir. Peki, ne zaman bu filmi görmüş büyüklerimizin sözlerini dinleyip, farklı bakış açılarını anlamayı deneyeceğiz? Her gerilimde o gerilimin diğer ucunda hangi azınlık yatıyor ise var gücümüzle sindirmeye çalışıp, ne olduğunu araştırma bile gereği duymadan verip veriştirecek miyiz? Yaşananların daha da büyümemesi bir teselli ise eğer, bundan sonra artık kendimizle yüzleşme vakti gelmiştir. Hatta bu yüzleşmeyi önce kendi vicdanlarımız, sonrasında da komşumuz yakınlarımız ile yapabilmeliyiz. Siz yıllarca çalışıp didinirken, birkaç yıl evvel tanıdığınız Kürt komşunuzun işlerini büyütmesi sizi rahatsız etmediğinde, Yahudi, Ermeni, Kürt komşu ister misiniz diye sorulduğunda, neden bu soruyu soruyorsunuz insan olsun tabii ki isterim o insanlar zenginliğimiz diyebildiğimizde gerçek bir yüzleşme sağlamış olacağız. Bu toprakların din, mezhep uğruna birbirini öldüren insanlardan en büyük farkı çan, ezan, hazan sesleridir. Şimdi, acıları sarmanın hep beraber el ele barış diye haykırmanın zamanıdır. Sanatın tüm dallarının bizi barışa çağıracağı, geleceğe umutla bakabilecek bir nesil ümidiyle…