İstesek yapabilir miyiz sahiden?

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
15 Ekim 2014 Çarşamba

‘İstese çok iyi yapabiliyor ama…’ tanımı genellikle dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanısı alan çocuklar için söylenir. DEHB ile ilgisi olmayan birçoğumuzun zihninde de ‘yapabilir ama istemiyor’ düşüncesini doğurur. İstemek, yapmak, istemeden yapmak, istese de yapamamak gibi açıklamaları felsefe ile nörobilimin arayüzünde duran temel insanlık hallerinden oluşmuş bir gelişimsel sorun olan DEHB’yi araştıranlar bu isteme/yapma ikilemini de ister istemez kurcalamış oluyorlar.

Motivasyon ve dikkat arasındaki bağlantıdan başlayayım. Dikkatimizi çeken durumlar bir biçimde ilgi duyduğumuz ya da zevk aldığımız cinsten. İlgi ve zevk uyandıran, zahmetsizce ve zaman kaybetmeden yapılabilen işleri ‘isteyerek yapıyoruz’. Hatta bu tip işleri (örneğin bir ‘fırt çekmek’ gibi) bazen ‘istemesek de yapıyoruz’. Motive olmayı hedefin o anki ilginçliğine sınırladığımızda nelere dikkatimizi verip yapacağımız belli. Genellikle kısa vadede bir rahatlık ya da keyif sağlayacak her şey iş yapmayı motive edicilik kuyruğunda öne geçiyor.

Peki, piyango bileti, hemen o anda bir getiri vaat etmiyor.  Neden piyango biletini almaya motiveyiz? Bana pek de farklı gözükmüyor; elde edeceğimiz servetin boyutuna ve kazanma süremize bakarsanız, saniyeler içinde ulaşmış sayılırız. Tabii ki, ‘çıkarsa’…

Kazı-kazan daha az bekletirken, daha küçük bir kazanç vaat eder. Ama ister yılbaşı piyangosu ile olsun, ister kazı-kazan ile, ‘motivasyon’ yüksektir. Umut ile motivasyon arasındaki bağlantıyı orada görürsünüz. Olmayacak işlere kalkıştığımızdaki motivasyonların bir kısmı gelecekte bir gün kazanılacak olan başarı/kazanç için bir denizyıldızı atıvermek gibidir.

Yazıyı buraya kadar okuyanlar, sadece bu söylenenlerle yetinirse, insanların sadece kısa vadedeki servet arttırma ya da köşeyi dönme hedefleri dışında motivasyonları olmadığını bir anlığına da olsa düşünebilirler. Oysa kuşaklar sonra meyve ya da gölge verecek bir ağaç diken ya da onyıllar sonra gerçekleşecek ve bugün için yalnızca acı ve baskı getiren bir toplumsal değişimi sağlamak için çaba gösteren insanların motivasyonu nereden güç alır? Ne büyük bir kişisel kazanç, ne de hemen elde edilecek bir sonuç…

İdealleri için mücadele eden, zorluklara katlanan insanları motive tutan nedir?  Bu büyük soruların cevabını arayan sayısız düşünür arasından sıyrılan (psikiyatr) Viktor Frankl toplama kampından sağ ve onurlu çıkanların sırrını tatmin değil ‘anlam arayışı’nda bulur. Yaptıklarımızın başkaları için ve kendi varlığımızın ve bize gözükenin ötesinde bir anlamı olabileceğini düşünen insanlar gelecek tasarımları ile şimdinin dışına çıkabilir, şu anın (reel politik gibi) ‘gereklerini’ anlasalar bile gereklerden ibaret olmayan bir yaşamı tercih edebilirler.

 

Babalar barış getirebilir mi?

Babalar çocuklarıyla ilişkilerini ve iletişimlerini geliştirdikçe çocuklara ilişkin sorumluluklarını da daha fazla yükümleniyorlar. Anne ile baba arasındaki çekişme ve çatışma noktalarından birisi olan sorumluluk paylaşımında babanın bir bakıma daha hevesli olması sürdürülebilir bir işbirliğini doğuruyor. Ev ortamındaki çatışmasızlığın, şiddetsiz ve eşit bir aile ortamı yaratılarak ‘huzur’a evrilmesine çocukların çok ihtiyacı var.

Annelere yönelik ‘ebeveynlik becerileri’ eğitimleri kadar yaygın olmasa da babalara dönük çocuklarıyla iletişimi geliştirici programlar da var. Ülkemizde AÇEV’in uygulamış olduğu baba destek programına katılmış on binlerce babadan görüştüklerimin ortak sözlerinden birisi, programa katıldıktan sonra sadece başka türlü bir baba değil başka bir adam olduklarıydı. Ev içindeki şiddetin azaldığı, erkek-kadın ilişkisinde eşitlik ve işbirliğinin öne geçtiği, ‘eğitimli’ babaların içinde yer aldıkları toplumdaki uzlaştırıcı ve lider rollerini daha çok üstlendikleri bildirilmekteydi.

Güvensiz bir dünyada, insanın ruhunu zehirleyen stresin varlığında babalık ile barış arasında bir ilişki kurmak mümkün mü? Bayrampaşa’daki bir babalık derneğinde iki yıl önce tanıştığım babaların sözlerini hatırlıyorum: (Babaların çocuklarıyla iletişim eğitimi) ‘bizden olmayan ile bizden olan ayrımını unutturdu’.

Barışçılık sadece ailelerine ve kendilerinden olana değil, kendilerinden olmayan hatta zarar verici olabileceklere dönük biçimde gelişmişti. Şiddete hayatında yer vermeyen, insanca ve eşit biçimde var olma hakkına saygılı adamlar olmak için baba olmak şart olmasa da, babaların bu potansiyelinden barış için yararlanmalıyız.