Rüzgârın peşinde…

Almanya’da geçtiğimiz hafta düzenlenen PWA Windsurf Dünya Kupası’nın birinciliğini kazanan İsrailli sörfçü Arnon Dagan ile sörfe olan tutkusunu, özgürlükçü yaşam tarzını ve başarılarını konuştuk

İdil HAZAN KOHEN Spor
15 Ekim 2014 Çarşamba

Son sıcaklar, lodos, bayram derken acı olsa da artık kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçek var ki o da yazın bittiği… Muhtemelen birçoğunuz benim gibi bu yaz da nasıl geçti, gitti, bitti anlayamadım derken sonbaharın ortasında buldu kendini. Ancak bazı istisnalarımız var ki dört mevsimin dayattıklarını yaşamak yerine yazı, rüzgârı, denizi kovalamayı sürdürüyor. İşte bu istisna hayatlardan birini yaşayan profesyonel bir sörfçüyü tanıtmak istiyorum sizlere.

Kendisi Almanya’da geçtiğimiz hafta düzenlenen PWA Windsurf Dünya Kupası’nın birinciliğini kazanan İsrailli sörfçü Arnon Dagan. Bir önceki PWA Windsurf Dünya Kupası’nın Türkiye ayağını anlattığım yazımdan hatırlayanlarınız olacaktır Arnon Dagan’ı. Ancak Türkiye’de elde ettiği dördüncülük kendisini hırslandırmış olacak ki Almanya’dan elinde birincilik kupasıyla döndü. Peki, böyle bir başarı elde etmek nasıl bir süreç, nasıl bir hayat tarzı gerektirir? Birinci ağızdan dinleyelim, öğrenelim, hayran hayran özenmeye devam edelim ya da sıcak yatağımıza yerleşip “Ben böyle iyiyim” diyelim…

Sörf yapmaya 14 yaşında başladığını okumuştum. Şu an 37 yaşındasın (buna bin şahit ister) ve sörf yapmaya devam ediyorsun. Peki, bunu profesyonel boyuta taşımaya, tüm hayatını ve kariyerini bu spor etrafında kurmaya nasıl karar verdin?

Her zaman spor tutkunu olmuşumdur. Gençken farklı birçok sporu denedim ancak bir gün abim elinde bir sörf tahtasıyla çıkageldi. O tahtanın üzerine bindiğimde bambaşka bir tat aldım hayattan. O ana kadar denediğim tüm sporlardan çok farklıydı rüzgâr sörfü. Sonsuz bir seçenek sunuyordu insana; fırtına ve dalgalarda son sürat gidebiliyor, geliştikçe yeni hareketler deneyebiliyorsun. İnanılmaz özgür hissedebiliyordum. Bu yüzden bunu profesyonel hayat tarzım haline getirmeye karar verdim. İniş çıkışlarıyla zorlu bir süreç oldu. İsrail’de insanların pek yapacağı bir iş değil bu ancak bu spora olan tutkumu ve aşkımı engelleyemedim. Hayalimi yaşamak istedim. Şu an 37 yaşındayım ve bu tutku her zamankinden daha yoğun. 

23 yıldır yanmaya devam eden böyle bir tutkunun elbet fiziğe de pozitif ve negatif yansımaları oluyordur. Geçirdiğin ciddi yaralanmalar oldu mu?

Tüm yaşamını spora adayan bir insanın hele ki sürekli doğa ile mücadele ettiği bir spor karşısında yaralanmaması pek mümkün olmuyor. Ancak çok şanslıyım ki çok ciddi kazalar geçirmedim. Ufak tefek kazalar ise eksik olmuyor diyebilirim.

Boyunun 1.94 olması (iyi ki röportajı yan yana ayakta yapmıyoruz…) sörfte senin için avantaj mı, dezavantaj mı?

Yarış disiplininde uzun boy her zaman avantaj. Özellikle kaldırma kuvveti uygularken uzun boy avantaj sağlıyor ancak rüzgâr çok sert olduğunda bu bazen board ve yelken kontrolünü zorlaştırabiliyor. Bu yüzden sadece uzun değil aynı zamanda ağır olmak lazım. Bu fiziki dengeyi koruyunca daha da hızlı gidebiliyorsunuz. Bu yüzden de fiziğime, kas yoğunluğuma ve yediklerime sürekli dikkat ederek ağırlığımı korumaya özen gösteriyorum.

Peki, yaşın nasıl bir etkisi oluyor bu sporda? Örneğin teniste arkadan gelen genç sporcular, ne kadar deneyimli olursa olsunlar kendilerinden daha yaşlı olan sporcuları bir süre sonra zorlamaya hatta yenmeye başlıyorlar. Sörfte de bu böyle mi?

Rüzgâr sörfünde en önemli şey deneyim. Rüzgâra, dalgaya, sürekli değişen koşullara göre ekipmanını trim edebilmek çok önemli. Bunu da ancak bilgi ve yarış deneyimi ile elde edebiliyorsunuz. Ayrıca vücut ne kadar ağır olursa hız ve dengeyi korumak o kadar kolaylaşıyor. O yüzden çok genç olmak bazen dezavantaj bile olabiliyor. Kardio elbet önemli ancak bir teniste olduğu kadar değil.

Bütün bu yarışlar sayesinde birçok ülke geziyor görüyorsun. Bunlar içinde sörf yapmaktan en keyif aldığın yer neresi? İsrail’de sörf yapmaya uygun yerler var mı?

Güney Afrika, Şili ve Avustralya sörf yapmak için harika yerler ancak benim favorim Hawai Maui. İsrail de sörf yapmak için mükemmeldir. Galilee Gölü ve Eilat’da bulunan Kızıl Deniz’in rüzgârı sörf için ideal yerler. Ancak ben en çok Haifa’da Bat Galim’de sörf yapmayı seviyorum. Buranın rüzgârı ve dalgası antrenman yapabilmem için en iyi koşullara sahip. Burası aynı zamanda tüm dünyada en sevdiğim plajdır.

İsrail’de şu ana kadar adını duyduğum tek ancak en iyi sörfçü sensin. Peşinden gelen varislerin var mı?

Aslında İsrail’in rüzgâr sörfü konusunda oldukça gurur duyduğu bir geçmişi var. Hatta şu ana kadar düzenlenen tüm olimpiyatlarda İsrail’in altın madalya kazandığı tek dal rüzgâr sörfü. Ancak bu dalda birçok başarılı sörfçü olmasına rağmen şimdilik PWA Dünya Kupası turunda en başarılı ve en istikrarlı sporcu olarak benim adım anılıyor.

Dışarıdan bir göz olarak, sörfçülerin hayatı hep çok özgür, eğlenceli ve çekici görünüyor ancak bu konuda içeriden bir görüş almak isterim. Bu yaşam tarzı ile ilgili bize biraz bilgi verebilir misin?

Haklısın, rüzgâr sörfü gerçekten de çok özgür ve eğlenceli bir hayat sunuyor insana. Sürekli yeni yerlere seyahat edip yeni insanlarla tanışabiliyorum. Ancak eninde sonunda bu da bir iş ve her işte olduğu gibi artıları ve eksileri var. Bu sporun en büyük zorluklarından biri oldukça büyük ve ağır malzemelerle seyahat etmek. 400 kiloluk ekipmanla uçağa binmek tam bir eziyet. Düzenli bir hayat kurmak ve aileye zaman ayırmak da pek mümkün olmuyor…

 

Geçtiğimiz ay PWA Dünya Kupası’nın Türkiye ayağında yarışmak üzere Alaçatı’ya gelmiştin. Türkiye’yi rüzgâr sörfü konusunda nasıl buluyorsun? Bu sene iki ülke arasında yaşanan gerginlik buraya gelirken seni tedirgin etti mi?

Yarışlar sayesinde 2005 yılından beri Türkiye’ye geliyorum. Türkiye bu konuda son birkaç yılda oldukça atılım gösterdi.

Türkiye’nin insanlarını özellikle de yemeklerini çok seviyorum. Doğruyu söylemek gerekirse bu sene yaşanan olaylar doğrultusunda buraya gelip gelmemek konusunda biraz tereddüt ettim. Genel olarak çok açık görüşlü bir insanımdır. Her türlü insana ve her dine saygı duyarım, koşullar ne olursa olsun ortama ve insanlara uyum sağlamaya çalışırım. Aslında ülkeler arasında yaşanan sıkıntılar da insanlardan çok devlet bünyelerinde yaşanıyor. Bu yüzden de gelmeye karar verdim. İyi ki de gelmişim. Türkiye’de çok iyi arkadaşlarım oldu ve onları görmek çok güzeldi. Tekrar gelmeyi hevesle bekliyorum.

Peki ya rakipler arasında ki ilişkiler nasıl gelişiyor? Yoğun bir hırs mı söz konusu yoksa daha çok arkadaşça bir ortam mı hakim?

Aslında rüzgâr sörfçüleri arasında kurulan bu ilişki çok hoş. Biz sürekli beraber seyahat eden kocaman bir aile gibiyiz. Yarış sırasında herkesin dişleri uzuyor, birbirimize bağırıyoruz, kızıyoruz ancak karaya çıktığımız an her şey geride kalıyor, el sıkışıp kaldığımız yerden devam edebiliyoruz.

Rakiplerinle iyi ilişkiler kurabilmek çok önemli çünkü tüm yıl boyunca onlarla iç içe yaşıyorsun.

Bildiğim kadarı ile sponsorun NeilPryde. Bu ilişkiden biraz bahseder misin?

Yarışçı kimliğim dışında ben aynı zamanda ekipman icat ediyorum. Neilpryde’ın da tüm yelken ve ekipmanlarının testlerini gerçekleştiren baş adamlardan biriyim. Rüzgâr sörfünde kullanılan yelkenler oldukça yüksek teknolojiye sahip ekipmanlardır. Genellikle karbon malzemeler kullanılır bu yüzden de yelken çok dinamiktir, aynı uçağın kanadı gibi. Bu malzemeleri iyi tanımak, testlerini yapmak benim için hem çok ilginç hem de çok sevdiğim bir iş oluyor.

Geçmişine baktığımda birçok ödül, madalya, şampiyonluklar göze çarpıyor. Bunların arasında senin için en özel olanı hangisi oldu?

İsrail’de kazanmış oluğum ‘Storm Rider’ yarışmasının yeri çok ayrı. Storm Rider dalga üzerinde atlayışlar yaparak yarıştığımız bir organizasyon. Tüm yıl boyunca en sert fırtınayı, en şiddetli rüzgâr ve en büyük dalgaları bekleyip o gün geldiğinde doğa ile amansız bir savaşa tutuşuyoruz. Bu yarışmayı İsrail’de üst üste birkaç kez kazanmak harika bir histi. Dünya şampiyonalarında ise ikinci ve üçüncülüklerim var. Benim için çok özel olmasının nedeni uluslararası arenada bu klasmanda hiçbir takımı ya da koçu olmadan yarışan tek israelli yarışmacı olmam.

Almanya’da yeni kazanmış olduğum rüzgâr sörfünün en büyük yarışması olan PWA Dünya Kupası şu ana kadar kariyerimde elde etmiş olduğum en büyük başarı. Bunu tenisin Wimbledon’ı gibi düşünebilirsiniz. Tüm bunlardan çok daha özel olan ise milyonlarca Alman’ın önünde Hatikva’yı (İsrail’İn milli marşı) duymak oldu. Benim için çok duygusal bir andı.

Bundan sonrası için planların nedir?

Tüm bu yarış ve sponsorluklarla uğraşmanın yanı sıra bir sörf okulu işletiyorum; BG Surfing. Aynı zamanda da olimpiyatlara hazırlanan en iyi rüzgâr sörfçülerinden birinin de koçluğunu yapıyorum. Ekipman geliştirme işini de kattığımızda aslında birçok şeyle uğraşıyorum. Bütün bu sörf tutkumun yanında bir de müzik tutkum var ki o da vazgeçemediklerimden. Bakarsın müzisyen bile olabilirim. Seçenekler oldukça çok…

 

Gerçekten de oturduğum yerde bunları yazarken bir sakin, boş hatta tembel hissetmedim değil ancak bu kadar başarılı bir hayata tanık olmak, tüm hayatını hayalleri doğrultusunda yaşayıp içindeki tutkuyu yaşatan bir insanı tanımak her daim enerji veriyor insana. Belki hepimiz denizin, rüzgârın, dalganın peşinden koşturamayabiliriz ama eminim hepimizin peşinden gitmek istediği farklı hayalleri vardır…