Ahmet Durul’dan bilgelik dolu cümleler…
 “Hayatı nasıl yaşamalı?”

Ahmet Durul sıradan bir iş adamı değil, sıradan bir kişilik hiç değil. Yaşamın sırlarını herkesin kolayca algılayabileceği kadar yalın bir dilde aktardığı ve insanı derinden etkileyen iki kitap yazdı: ‘Göle Atılan Taşlar’ ile ‘Kovadaki Okyanus’. Masalsı ve bilge satırlar.

Miryam ŞULAM Söyleşi 0 yorum
1 Ekim 2014 Çarşamba

Bu yıl, kendisiyle tanışma şansım oldu.  Defalarca bir araya gelip yaşamı ve insanı konuştuk. Ahmet Durul ile tadına doyulmaz sohbetlerimizin bir kısmını Şalom okurlarıyla da paylaşmak istedim.

 

Ahmet Durul sıradan bir iş adamı değil, sıradan bir kişilik hiç değil.  Bir kız, bir erkek babası olan Ahmet Durul, mücevherler tasarımcısı Ayşe Durul ile 30 yıldır evli. Yirmi yıl yöneticilik, on yıl pazarlama koordinatörlüğü ve on yıl da Galatasaray ve Yeditepe Üniversiteleri’nde öğretim üyeliği yapmış. Ömrünün kırk küsur senesini reklam ve pazarlama alanlarına adamış biri.

Bu zaman zarfında,  yaşamın sırlarını herkesin kolayca algılayabileceği kadar yalın bir dilde aktardığı ve insanı derinden etkileyen iki kitap yazmış. ‘Göle Atılan Taşlar’ ile  ‘Kovadaki Okyanus’. Masalsı ve bilge satırlar.

‘Kovadaki Okyanus’ kitabını dört sene önce okumuş ve o kadar etkilenmiştim ki sevdiklerime de armağan etmiştim. Bu yıl, kendisiyle tanışma şansım oldu.  Defalarca Ortaköy’de bir araya gelip yaşamı ve insanı konuştuk.

 Yıllardır kitapçıların raflarında yerini koruyan ‘Kovadaki Okyanus’ adlı kitabınızda “Okuması 45 dakika, uygulaması bir ömür sürecek” yazıyor. Bu kitabınızın sırrı nedir?  

‘Kovadaki Okyanus’da çağın trendlerine göre yazılmış bir kitap. Kısa, basit ve sade. Ama bu basitlik altında, birkaç boyutta, herkese hitap eden bir anlam zenginliği var. On yaşındaki bir çocuk da daha ileri yaşta bir erişkin de, bu kitapta değişik şeyler bulabiliyor. Okuması kısa sürse de, içeriği yaşam boyu kullanılabilecek nitelikte.

 Emekli oldunuz ama hiç durmadınız. Şimdi nelerle meşgulsünüz?

Kadın, erkek, hepimiz, iyi bir ‘iş adamı’ olmaya çalışıyoruz ama bu hiç de kolay değil. Hem işinde iyi olacaksın, hem de (iyiden vazgeçtik) adam olacaksın. Burada IQ-EQ veya sağ beyin-sol beyin gibi davranışlarımıza yön veren iki faktör ortaya çıkıyor. Ben, hem işinde iyi, hem de sosyal yönü olan; mantığı kadar duygu ve ruh yapısı da kuvvetli olan kişilere “İki Kanatlı Liderler” diyorum. İşte bu kişileri yetiştirmek, son yıllarda hayatımı yönlendiren ikincil amacım oldu. Bu amacımı gerçekleştirmek için de ağırlıklı olarak Twitter’ı, ayrıca seminer ve konferans gibi ortamları kullanıyorum. Perşembe günleri Ortaköy House Cafe’de yaptığımız ücretsiz sohbet toplantıları da bunlara dahil.

 Twitter ve facebook gibi sosyal medya ortamlarında, ‘Gençliğin Filozofu’ veya ‘Twitter Fenomen’ gibi lakaplarınız var. Bu noktaya nasıl ulaştınız?

Yaşım 70, ama özellikle Twitter’da gençlerle kurduğum yakın diyalogdan dolayı bazı yerlerde bana bu gibi isimler takıyorlar ama bunlar gereksiz şeyler. Önemli olan hangi etiketlerim olduğu değil, öğrettiklerimle neler yapıldığıdır. Şunu unutmayalım, hayatımızın değeri ondan ne aldığımızla değil, ona ne kattığımızla ölçülür.

 Çağımızda herkes dönüp dolaşıp kendi peşine düşüyor; kendisiyle ilgili arayışlara sürükleniyor. Sizce insanlar hayatı nasıl yaşamalı sevgili Ahmet Durul?

“Hayatı nasıl yaşamalı?” çok kapsamlı bir konu. Eğer tek kelime ile bu konuyu özetlemek istersek herhalde “gülümseyerek” demeliyiz. Zaten sadece bunu yapsak, hayata gülümseyerek baksak, hayatta bize gülümseyecektir.  

 Peki bu yeterli mi?

Tabii ki yetmez. Yaşarken, yaşamımıza anlam katacak çok önemli konulardan biri de, hayatımızın sorumluluğunu kendi ellerimize almak. Hayatımızda ne oluyorsa, tek sorumlusu biziz. Ne annemiz, ne babamız, ne öğretmenlerimiz. Ama çoğu kez sorumluluğu başkalarına yüklemeye çalışıyor ve her fırsatta onları suçluyoruz. “Bir sergi açılış kokteylindeydiler. Adam, karısının kulağına fısıldayarak ‘Sevgilim’ dedi Artık daha fazla içmesen iyi olacak, baksana şimdiden iki görünmeye başladın.”

 Suçu başkalarına atmakta öyle usta olmuşuz ki, sadece başkalarını değil, acaba kendimizi de mi aldatıyoruz?

Evet, aynen öyle. Yaptığımız, algıladığımız, hissettiğimiz her şeyin sebebi biziz. Ancak, suçu başkalarının üstüne atarak aslında kendimizi kandırıyoruz. Hâlbuki çözmediğimiz sorunlar, ileride güçlenerek karşımıza çıkıyor. “Adam, bir kış sabahı, işe giderken gördüklerine inanamadı. Karların üstünde yarı çıplak bir çocuk, soğuktan morarmış ayakları üstüne zorla basarak ve çöplükten çıkardığı ekmek parçasını kemirerek yürüyordu. Adamın yüreği parçalandı. Ellerini göğe doğru açıp: ‘Tanrım’ dedi. ‘Buna nasıl tahammül ediyorsun? Neden bir şeyler yapmıyorsun?’ Bir süre sessizlik oldu ve sonra gökten bir ses geldi: ‘Kim demiş bir şeyler yapmıyorum diye? Seni yarattım ya.” Bir şey yapılacaksa, bunu birileri yapacaksa, sorarım size, o birileri kimdir? Tabii ki o birileri ya sensin, ya da benim. Başımıza gelen olayların sorumluluğunu üstümüze aldığımız oranda olgunlaşırız.                        

 Doğru iletişim de çözümlerden biri olabilir mi?

Çok önemli bir başka konudur iletişim. İletişimle ilgili şöyle bir sorum var: “Birisi ile iletişime geçtiğiniz zaman hangi rolü oynuyorsunuz? Yani, duvar mısınız, ayna mısınız, pencere mi yoksa kapı mısınız?”

 Bunun doğru bir cevabı var mı?

Tek cevabı yok. Duruma göre oynadığınız roller değişiyor. Mesela bir anne çocuğunun kendi çözümünü kendisinin bulabilmesi için ona karşı duvar rolünü üstlenirken. Bir dostuna da içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkması için önünde açılan bir kapı olabiliyor.

İletişimde hataları azaltmak için, kendimizi anlatmadan önce karşımızdakini anlamaya çalışmalı; ayrıca biz anlatmaya başlayınca da doğru anlaşıldığımızdan emin olmalıyız.

Karşılıklı iletişimde en tehlikeli olay boşlukları tahminlerimizle, yakıştırmalarla tamamlayarak yanıltıcı sonuçlara ulaşmaktır. Hata yapmamak için de en önemli şey doğru dinlemedir. Kulak işitme organıdır ama dinleme organı gözdür. Dinlediğimizi göstermenin yolu, karşımızdaki konuşurken onun gözlerine bakmaktır. 

 Ya ağzımızdan çıkan sözler?

Kalıplaşmış, ön yargıyla kullandığımız birçok söylemi, bir kere daha düşünsek çok yararı olur. Mesela, “İşimizde rakiplerimiz olmasa ne kadar iyi olur” deriz. Ama rakiplerimiz olmazsa biz gelişemeyiz. Birbirine komşu iki berber dükkanı var. Biri bir gün cama bir yazı yapıştırıyor ‘Burada 5 Liraya saç kesilir.’ Hemen yandaki berber de kendi camına bir yazı yapıştırıyor: ‘Yanda 5 Liraya kesilen saçlar, burada 10 Liraya düzeltilir.” Rekabet insanları bir şeyler yapmaya iten çok etkili bir faktör oluyor.

 Çoğu zaman farkında olmadan taşıdığımız önyargılarımız var. Onlar da hayatımızın bir parçası haline gelmiş. Düşünce ile önyargıyı nasıl ayırt edeceğiz? 

Önyargılara dayanarak fikir yürütmek, gözü kapalı araba sürmek gibi bir şey. Kapısı kapalı bir odada ne olduğunu bilmeden biliyormuş gibi davranmak. Yapmamız gereken kapıyı açıp, içeriye bakmak; işin aslını doğru kaynaktan sormak, öğrenmek.                                                                                  

 Bazen deriz ya; “Bu neden benim başıma geldi?” Neden bizim başımıza gelir ve sizce sorunsuz bir hayat var mıdır? 

Sorunsuz bir hayat yaşamayı düşünürüz, ama yeryüzünde böyle bir şey yoktur ve olamaz. Bizim, gelişmemiz ve ilerlememiz için sorunlara ve engellere ihtiyacımız vardır. Nasıl spor salonlarında ağır yükleri taşıyabilmek için ağırlıklarla çalışıyorsak; hayatın güçlüklerini aşacak gücü de ancak güçlükleri yenerek elde ederiz. Hayatı yaşamak, peşi sıra gelen sorunları çözmekten başka bir şey değildir. “Eğer hayatınızda hiç sorun yoksa bir kontrol edin bakalım, belki de ölmüşsünüzdür” diyoruz. Çünkü yalnız ölülerin sorunları yoktur. Bir sözüm vardır: “Karşınıza çıkanlara ‘engel’ derseniz, takılır ve düşersiniz. Ama onlara ‘basamak’ derseniz, üstüne basar, bir basamak yükselirsiniz.”

 Başarının posta adresini biliyor musunuz?

Hemen not alınız: “Başarının adresi:  Çok Çalışanlar Mahallesi, Denemeler Caddesi, Hatalar Sokak, Vazgeçme Geçidi, Başarısızlıklar Çıkmazı, On binler Kere Sitesi, Zafer Apartmanı. 10 numara.” Gördüğünüz gibi, başarıya giden yol, başarısızlıklarla döşenmiş bir yol. Hata yapmaktan korkan yola çıkmasın. Hayat akıp gidiyor; bu hızlı değişim dünyasında, yerinde durabilmek için bile koşmak gerekiyor. Şimdi bakın, bir genç otuz yaşına geldiğinde yaklaşık 10 bin gün yaşamış olacak. İşte burada kendisine acımasız bir soru sorması gerekiyor: “Acaba ben 10 bin gün mü yaşadım, yoksa bir günü 10 bin defa mı yaşadım?”                                    

Hayatımızda risk almaz, kendimizi zorlamazsak, sıkıcı bir hayata mahkum oluruz. Bunu önlemek için her günü bir evvelkinden farklı yapacak şeyler düşünmeli ve uygulamalıyız.

 Peki, bunun bir formülü var mı?

Olmaz mı? Başarı = İste x Emek. Yani İstemek. Biz gereken ödemeyi yapmadan, yani emek harcamadan, ne kadar istersek isteyelim hiçbir şeyi elde edemeyiz. “Tanrı fındığı verir ama kırmaz”                       

 Hızla ilerleyen teknoloji sayesinde yepyeni bir çağı yaşıyoruz; siz bu çağı nasıl tanımlardınız?

Bu çağa değişik isimler veriliyor, ben en çok “Artan Hız Çağı” söylemini seviyorum. Artan Hız Çağı’nın değişik şifreleri var. Bunlardan biri BAKS yani, Basit, Az, Kısa ve Sade. Her şey, yazışmalar, söylemler, toplantılar basit, az, kısa ve sade olmalı. Çağın sembolü iPhone; bakın ona, basit ve sade.             

Şalom okurlarına bir tavsiye armağan eder misiniz? 

Steve Jobs’un bir okul diploma törenindeki konuşması, “Stay hungry, stay foolish” diye biter; yani “Öğrenmeye her zaman aç olun.” Ben de bu güzel röportajı böyle bitirmek istiyorum. Yaşınız kaç olursa olsun, öğrenmeye devam edin!

 

Ahmet Durul tweet’leri

 

Dans et, şarkı söyle, gül, kahkaha at, yaratılış mucizesiyle, kendinle tanış.

Aklınla söyle, kalbinle dinle.

Seni tanımlayan, başkalarının söyledikleri olmamalı.

Nehri geçince, kayığı sahilde bırak. Kayıkla nehri aştın, şimdi kayığı aşmalısın.

Hayatta iki şeyin sonu yoktur: Biri isteklerindir, seni perişan eder. Diğeri öğrenmektir, seni adam eder.

Eski yollardan giderek yeni yerlere gelemezsin.

Yazı harflerle yazılır; yazıya anlamı veren harfler arasındaki boşluklardır

İstemek,  seçmek, tercih etmek: dünyanın tuzağına düşmek.

Düşüncelerini değil, hayatı yaşa.

İstediğini elde edememek, belki de senin için büyük şanstır. 

1 Yorum