Merhaba ‘Kürk Mantolu Madonna’

Köşe Yazısı
17 Eylül 2014 Çarşamba

David OJALVO

 

Haftalardır çok satanlar arasında dikkatimi çeken bir kitap var. Bu yapıt son dönemde yazılıp, yayımlanmamıştı; 71 yıl öncesinden bugüne uzanıyordu.

Sabahattin Ali’nin eserlerini elbet okuyacaktım. Sait Faik’in öyküleri gibi, Sabahattin Ali’nin çalışmalarının da yazınımızda tuttuğu yerin önemini biliyordum. Bu doğrultuda yazarın 1943’te yayımlanan ‘Kürk Mantolu Madonna’ adlı romanının neden son birkaç aydır böylesine ilgi uyandırdığını merak ediyordum. Cevabı bulabilmek için, ben de kitaba duyulan heyecana ortak oldum. 

***

‘Kürk Mantolu Madonna’yı’ okuması keyifliydi. Sabahattin Ali’nin yalın, akıcı anlatımını sevdim. Roman bittiğinde, hatırımda iki cevap belirdi.

İlk açıklamam oldukça basit. Kitabın başlığı çekici ve kapak tasarımı zarif… ‘Madonna’ adını duyduğumuzda, çağrışımlar ister istemez şarkıcı Madonna’yı hatırlatıyor. Sabahattin Ali’nin eseri yayımladığı 1943’te şarkıcı henüz doğmamıştı ve ikinci çağrışım ‘Meryem Ana’ ön plandaydı. Kürk manto ise kalıcı modadır. Dolayısıyla günümüzde bu isimle yeni bir roman yayınlansa, ilgi göreceğini tahmin etmesi zor değil.

İkinci açıklamaysa, romanın konusu olabilir. Kitabın kahramanı Raif’in silik kişiliği, babasının onu gönderdiği Berlin’de ‘Kürk Mantolu Madonna’ adlı otoportre tabloya tutulması ve portrenin sahibi Maria ile yaşadıkları dostlukla-aşk arası duygusal kutuplara sıkışıp kalan ilişkileri… Sayfaları çevirdikçe yaklaşan ölüm ve ayrılık temalarını hissedebiliyordum. Öte yandan kitabı hatırımda ayrıcalıklı kılan yönleri var. 1920’li yıllarda Havran’dan Berlin’e uzanan öykü, dönemin yeni kurulan Türkiye’si ve Berlin’in capcanlı yaşamı arasındaki farklardan besleniyor. Havran’daki baba otoritesine dayalı, ataerkil aile yapısından, Berlin’in renkli gece hayatına uzanan yolculukta, Raif’in– sayfalar arasında izleri pek yansımasa da - bir kültür şoku yaşadığını varsayabilirim. Sabunculuk mesleğini öğrenmeye geldiği Almanya’daki müzelerin, galerilerin, pansiyonların, serbest yaşam tarzının bir benzeri Türkiye’de yoktu. Galeride karşılaştığı tabloya Raif’in duyduğu hayranlığı takdir ederek, Maria’nın Raif’e yaklaşması, Maria’yı sadece öyküde değil, hatırımda da kahramanlaştırdı. Açıkçası sayfaların akışında böylesi bir gelişmeyi pek beklemiyordum ve bu yakınlaşma, aşk ve romantizm adına saklayacağım örneklerden biri oldu. Gerek Raif’in gerekse Maria’nın kişiliklerini inceleyip, yazıya dökmesi kolay değil. Aidiyetleri ve karakterleri farklı olan bu iki kahramanı daha çok arayışları, hayalleri ve yaşamın zorlu süreçleri yaklaştırmış gibi. Aşkla dostluk arasında çizgiler yer aldığı üzere, çizgilerin silikleşmesiyle, Sabahattin Ali aşka dair tartışmasını, görüşlerini sunuyor. Raif ve Maria’nın birbirlerine söyleyemedikleri nice cümle vardı ve pratik gerçekler ile hayallerin çatışmasında, noktayı koyan kader oldu.

Özgeçmişinde okuduğum üzere Sabahattin Ali de 1928-1930 arasında Almanya’da yaşamış. Romanı kurgularken yazarın o özel dönemden esinlendiğini tahmin ediyorum. ‘Kürt Mantolu Madonna’ Türk edebiyatı açısından, yazıldığı dönemi aşan bir hikâye… Christopher Isherwood’un ‘Hoşça Kal Berlin’ kitabı ve buradan esinlenerek sahnelenen, filmi çekilen ‘Kabare’ müzikali iki dünya savaşı arasındaki Berlin’in renkli dünyasını başarıyla resmediyordu. Isherwood’un Sally Bowles’i ve Ali’nin Maria arasında uzak da olsa bir akrabalık vardı.

Sabahattin Ali’nin romanı, sanatın, kültürün ve bireyin özgürlüğü desteklendiğinde, hayallerin gün ışığıyla buluşabileceğinin ümidini yeşertiyor. Böylelikle romanın, 71 yıl aradan sonra hem ‘çok satan’ hem de ‘klasik’ olması beni sevindiriyor. ‘Kürk Mantolu Madonna’ sadece çıplak tutkuyu değil; tutkuya inanıp, duygulara sadık kalmanın değerini de pekiştiriyor.