Marta

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
10 Eylül 2014 Çarşamba

Bir başkadır sonbaharın güneşi, farklılaşan acısıyla tüm yaz uğramadığı karanlık köşelere uğramaya başlar gün boyunca. Begonviller yere eğilirler çiçeklerinin ağırlığı ile. Bir başkadır adada Eylül. Taşınmaya sayılı gün kalmasından, kısalan günlerin kıymetinden, sabah çiğinde güzelim toprak kokusunun hikmetinden, ıssız sokakların huzurundan, limon-i serinliğinden, akşamları ağaran bardağından, palamudundan, rokasından, son dem dostluklarından mıdır, nedir bilmem? Ama benim için bir başkadır Burgaz’da Eylül. Seviyorum ben bu adayı yaaa; her şeyi ile seviyorum...

Her sonbahar gelişinde olduğu gibi ilk göçenler yine onlar oldu. Başlarda küçük sürüler, ardından büyükleri, Heybeli’nin üzerinde, yıllardır, belki de yüz yıllardır, hep döndükleri yere yeniden dönmeye başladılar. Biraz dinlendiler, rüzgârın etkisi ile biraz yükseldiler ve bizleri selamlayarak yollarına devam ettiler. Bizler, onları havada gördüğümüzde yine zıpladık, yolumuz hep açık gezilerimiz bol olsun diye. 

Sonrasında 30 Ağustos yüzme yarışları… Çocuklar bahane, büyüklerin çok eğlendiği çocuk balosu, erkek çocukların tüm yaz boyunca özenle uzattıkları o güzelim saçların ve bu sezon ilk defa uzatılan sakalların isteksizce kesilmesi, ilk flörtlerin yaşandığı günlerin geride kalması... Dalga dalga açılan okullar münasebetiyle genç veya geç çocuklanmış ailelerin göç dalgası. Her hafta biraz daha sakinledi ada. Sokaklarda, bitmekte olan yazın mahsulü yavru kediler şaşkın, başa çıkılamayacağı anlaşılınca vicdansızca terk edilen köpekler mahzun, halen uçamayan geçkin martı yavruları telaşta... Pazarda giderek daha azalan tezgâhlar, esnafta boşalan raflar, azalan faytonlar... İncir, ceviz; bunlar da değişen mevsiminin ilk habercileri. Yerde hazan sarısı yapraklar, kestane fırtınası, kırlangıç fırtınası, göç kaçıran soğuklar, bekleyebilene pastırma yazı... Ardından ormanda kızaran koca yemişi...

Malum; fotoğrafçı puslu havayı sever. O gün yağmur; bütün yaz yaptığı gibi çalışanlara inat yine ve sadece hafta sonunda yağdı-yağacak kıvamda. Gökyüzünde grimsi bir sonbahar turuncusu, ışık uygun, yapacak da fazla bir şey yok. O halde, ne duruyorsun kap kamerayı, çık ava. Üstelik foto safarinin sonunda Kalpazankaya’da köfte, kızarmış patates ve yanında ‘buzz’ gibi bunlarla çok iyi giden ‘içecek’ hedefi var. Eeee durum böyle olunca, birkaç fotoğraf sever dostumla ver elini Burgaz sokakları...  Laf aramızda fotoğraf bahane, yemek fikri şahane... 

O sokak senin bu sokak benim gezerken, önünden geçtiğimiz Marta Koyu’na, çoook uzun zamandır inmediğimi fark ettim. İndim... Keşke hiç inmeseydim. Aklımdaki,  denizden çıkarttığımız ve oracıkta, paslı teneke üzerinde kendi suyu ile haşladığımız midye ziyafetleri, hoş beş sohbetler, güzel anılardan oluşan fotoğraf hep öyle kalsaydı.  Bilir misiniz Marta Koyu’nun hikâyesini? Neden Marta Koyu dendiğini? Hep söylerim hizmette sınır yok,  yeri gelmişken anlatayım:

Kalpazankaya’dan bir durak öncesi, Aya Nikola’dan denize doğru baktığınızda görürsünüz Madam Marta Koyu’nu. Sivri ve Yassı Ada’yı karşısına, İstanbul’u yanı başına yaslamış, gün batımında alev alev yanan denizi ile her daim dillere destan bir güzellik. Adını, bir zamanlar burada yaşamış özel bir kadına borçlu. Madam Marta; Arap asıllı Mısırlı bir Hıristiyan, kocası Ermeni, kayınvalidesi İngiliz’miş. Anlatılanlar, yazılanlar, rivayetler, gerçekler…

Doğa, deniz ve bir Burgaz aşığı olarak bilinirmiş Madam Marta… (Muhtemelen)  çevresindekilerin bakışlarına ve soğuğa aldırmadan yaz-kış denize ‘anadan üryan’ girermiş. Denizden çıktığında koyda bulunan incir ağacının yaprakları ile örtünürmüş.  Denizden çıkarttığı kabuklar ve taşlardan yaptığı takıları çevresindekilere hediye edermiş... Bu koyu çok sever ve temizliğini kendisi üstlenirmiş... Dönemin dar kalıplarına göre uygusuz kaçan, nev-i şahsına münhasır, rengârenk, ezber bozan kıyafet ve takıları ile her gün vapur iskelesine iner, kocasını karşılamaya gidermiş.  Orman sevgisi, tabiat sevgisi yanı sıra hayvanları da çok sever ve korurmuş. Kapısı her daim gelen misafirlere açıkmış. İyi yürekli dost canlısı olduğu anlatılırmış hep.  Bercuhi Berberyan, ‘Burgazada Sevgilim...’ kitabında onu şöyle anlatır: “Ah, o zaman için birkaç numara büyük gelirdi adanın geri kalmış yerli halkına...” 

Hakkında kaynatılan dedikodu kazanları hiç eksik olmazmış Marta’nın. Zamanla adını çıkartmışlar. Rivayet odur ki; önceleri kocası, sonraları delikanlılık çağına gelen oğlu bu dedikodulardan rahatsızlık duymuş ve huzursuzluklar baş göstermiş ailede. Her ne kadar vurdumduymaz görünse de Marta bu haksız yakıştırmaları hiç bir zaman kendine yakıştıramamış. 80’li yılların başında “Artık rahat edersiniz” notu ile, eline geçirdiği tüm ilaçlar ile bir daha uyanmamak üzere uyuya dalmış. Ölümünden sonra kocası Berç, Marta’nın âşık olduğu bu koyda küçük bir kulübe yaptırmış. Kulübenin bahçesinde bakımsızlıktan adı zar zor okunan bir sandal, ‘Marta’ ve dostları ile birlikte kurduğu çilingir sofralarında, kimi zaman düşünceli, kimi zaman hüzünlü ama her daim, bir zamanlar Marta’nın özgürce yüzdüğü denize bakarak ve Marta’yı düşünerek 2000 yılının nisanında tamamlamış ömrünü... Kim bilir? Şimdilerde, belki Yassı’da, belki de Sivri’de Berç ile Marta kavuşmuşlardır birbirlerine, dedikodudan uzak, fesatlıktan uzak... 

Marta, biliyor musun, senden sonra adın baki kaldı o koyda. Ama sakın geriye dönüp de bakma yaşamın boyunca âşık olduğun ve her daim koruyarak gelecek nesillere, bizlere emanet ettiğin koya. Anılarında sakla. Hepimiz adına diliyorum ki çok geç olmadan, oradan yolu geçenler; bu yaşanmışlığın anısına, gelecek nesillere olan borcumuzun hatırına tek bir pet şişeyi, bir torba çöpü, alıp da yukarıya yolun başındaki bidona atsın? Olur mu dersin? Ah! Yoksa bizlere birkaç numara büyük gelen bir şey mi istiyoruz kendimizden? 

Günün sonunda, Kalpazan’da köftemizi, kızarmış patatesimizi ve bunlara yaraşan buzzz gibi içeceğimizi yudumlayıp Sait Faik ile aynı manzarayı seyrettik. Madam Marta’yı yad ettik. Seviyorum ben bu adayı yaa... Her şeyi ile seviyorum...  Lakin ve de hayhat bu gidişle, kaybetmekten korkuyorum.

Siz de bir daha buluşana kadar, eeeeep sevgiyle kalın...